02 Aralık 2024 - Pazartesi

Son Sayı Başlıkları
Şu anda buradasınız: / İYİ AHLÂK ÖRNEKLERİNDEN BAZILARI
İYİ AHLÂK ÖRNEKLERİNDEN BAZILARI

İYİ AHLÂK ÖRNEKLERİNDEN BAZILARI SÜLEYMAN GÜLEK

 

1. Takvâ

Takvâ: ‘veka’ fiilinden gelir; ‘veka’ ‘korundu, kendini zararlı ve eziyet veren şeylerden sakındı’  demektir. Takvâ, nefsi korktuğu şeyden korumaktır. Kavram olarak, nefsi günahlardan korumak demektir. Bu ise haramı terkle olur. Haramı terk de en azından şüpheli şeyleri bırakmakla tam gerçekleşebilir. Takvâ kelimesinin anlamında korku, korkmak unsuru da vardır. Ancak bunu yalnızca korku veya korkmak diye anlamak, başka bir dile yalnızca korku diye çevirmek çok yetersiz kalmaktadır. Takvâ tek başına bir korku olayı olmadığı gibi, korku unsurundan da tamamen uzak değildir. Bu bakımdan takvâ kelimesi bazen, korku ve ürperti anlamında ‘havf ve haşyet’ duymak (korkmak) demektir.

 “Kim Allah’a ve Rasûlü’ne itaat eder, Allah’tan korkarsa (haşyet duyarsa) ve O’ndan ittika ederse (korunursa); işte kurtuluşa erenler onlardır.”1 İnsanlarda korku hissi iyi yönlendirilmezse veya asıl korkulması gereken makam olan Allah’tan hakkıyla korkulmazsa; insanın hayatındaki denge bozulduğu gibi, insan bir sürü sahte otoritenin önünde boyun eğmek zorunda kalır. Onlardan korkar. “Sakın onlardan korkmayın yalnız Benden korkun ki; size olan nimetimi tamamlayayım, böylece doğru yolu bulabilirsiniz.”2 Takvânın aslı, önce şirkten, sonra günah olan fiillerden, daha sonra da günah olması muhtemel olan şüpheli hareketlerden kaçınmaktır. En son olarak da, kendisini ilgilendirmeyen (mâlâyani) faydasız ve lüzumsuz olan şeyleri de terk etmektir. Takvâ, insanın kendisini Allah’tan uzaklaştıran şeylerden uzak kalmasıdır.

 

2. İhlâs

Bir şeyi saf, temiz ve arıtılmış hale getirmek, gösterişi bırakmak ve samimiyet göstermek demektir. Kalbin, kötü hislerden temizlenmesi ve sadece Allah rızâsının düşünülmesidir. Yapılan işlerde, ibâdette, insanların övmesi, takdir etmesi beklenmez, şöhret ve herhangi maddî beklenti güdülmez ve gösterişe yer verilmez. Yani, ihlâs her işte temel öğedir. İhlâssız yapılan işlerin Allah katında hiçbir değeri, önemi yoktur.3 Allah indinde önemi ve sevabı olan ameller Allah rızâsı için yapılan amellerdir. “O halde Allah’a, O’nun dinine ihlâslı (gönülden bağlı) olarak kulluk et. İyi bilin ki hâlis din, yalnız Allah’ındır.”4 Yapılan işlerin Allah rızâsına dayanması gerektiği âyet ve hadislerden açıkça görülmektedir.

Peygamberimiz (s.a.s.) “Ameller ancak niyetlere göre karşılık bulur”5 buyurarak yapılan işte niyetin ne kadar önem arz ettiğini açıklıyor. Dolayısıyla kabul olan ameller, Allah rızâsı için (ihlâslı) yapılan amellerdir. Rasûlullah (s.a.s.) bunu bildirmektedir: “Allah ancak kendi rızâsı gözetilerek, (ihlâs ile) hâlis bir niyetle yapılan ameli kabul eder!”6 Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyuruyor: “Haberiniz olsun  ki; bedenin içinde bir lokmacık et parçası vardır ki; o iyi olursa, bütün beden iyi olur (doğru şeyler yapar). Bozuk olursa, bütün beden bozuk olur (kötü şeyler yapar). İşte o (et parçası) kalptir.”7; “Şüphesiz ki Allah, sizin sûretlerinize ve mallarınıza (elinizdeki maddî imkânlara) bakmaz; lâkin kalplerinize ve amellerinize  bakar.”8  Yapılan ameller, (işler) maddi  çıkar için değil, Allah rızâsı için olursa  önem kazanır. Bu sebeple   her konuda ihlâslı ve samimi olmaya gayret edelim!

 

3. Doğruluk

Doğruluk; lugatta, “doğru olma hali, dürüstlük, sadâkat, hak, hidâyet, istikamet” anlamına gelir. Terim olarak ise, “Allah’ın emrine ve kanunlarına uygun bir yol takip etmek ve insanların haklarına riâyet etmek” demektir. Rabbimiz Allah şöyle buyuruyor: “ (O öyle yüce Allah ki) Hanginizin daha güzel (doğru) davranacağını imtihan etmek için ölümü ve hayatı yaratmıştır.”9 Yaratılışımızın gayesi, kimin daha doğru, iyi, güzel bir şekilde davranacağının tespit edilmesi için imtihandır. Rabbimiz Allah:  “Emr olunduğun gibi doğru ol”10 buyurarak ne ile emr olunmuşsak o şekilde hareket etmemizi, ona uygun davranmamızı istemektedir. İslâmî olan, câiz olan şeyleri yapmalı; İslâmî olmayan, câiz olmayan şeyleri, yani haramları, günahları işlememeli.

Doğruluk düşüncede, davranışta, her şeyde olmalıdır. Kendisinden öğüt isteyen birine Peygamberimiz (s.a.s.): “Allah’a inandım de sonra dosdoğru ol”11 buyurmuştur. Doğru olmanın önemini Rabbimiz şöyle belirtiyor:  “Allah şöyle buyuracaktır; Bu, doğrulara doğruluklarının fayda vereceği gündür. Onlara, içinde ebedî kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler vardır. Allah onlardan râzı olmuştur. Onlar da O’ndan râzı olmuşlardır. İşte büyük  kurtuluş ve kazanç budur.”12 “Mü’min”, Yüce Allah’ın varlığına ve birliğine inanan anlamına geldiği gibi, başkalarına güven veren ve güvenilen kişi anlamını da taşır. Öyle ise mü’min, ahdine vefalı, anlaşmalarına sadık, sözü özü bir, dostluğuna güvenilen bir insandır. Bir müslümanın en belirgin özelliği güvenilir ve dürüst olmasıdır.

 

4. Sabır

Kur’an âyetlerinde çokça emrolunan ve Peygamberimizin hadislerinde pek çok öğütlenen bir İslâmî görevimiz de sabırdır. Sabır; aklın ve İslâm dininin gerektirdikleri üzerinde nefsi durdurmak, aklın ve İslâm’ın men ettiği işlerde nefsi (dizginlemek) kontrol altında tutmaktır. Sabır gerçekten ferdî gelişmenin, ailevî mutluluğun ve sosyal refahın kaynağıdır. Âhiret saâdetinin de bir vesilesidir. Allah’tan iyi şeyler istemeli, her türlü hastalık, keder, üzüntü ve sıkıntıdan bizleri koruması için duâ etmeliyiz. Başımıza gelen herhangi bir üzücü olayın imtihan gereği olduğunu hatırlayıp sabretmeli ve sabır için Allah’tan yardım istemeli. Ayrıca, üzücü olaylardan da kendimize çeki düzen verme açısından ibret almalıyız.

 

5. Şükür

Şükür; Nimet ve iyiliğin sahibini tanımak ve ona karşı minnet duymak demektir. Şükrün önemi hakkında Rabbimiz şöyle buyuruyor:  “Siz Beni anın, Ben de sizi anayım. Bir de Bana şükredin, nankörlük etmeyin.”13; “Eğer şükreder, iman ederseniz Allah size niye azap etsin?”14; “Biz şükredenleri mükâfatlandıracağız.”15; “Şükrederseniz nimetimi arttırırım”16 buyuruluyor ve böylece şükrün önemi ve fazileti bildiriliyor. “Sana gelen iyilikler, nimetler Allah’tandır.”17 Bütün nimetler Allah’tan olduğuna göre, O’na çok şükür etmek zorundayız. Günlük yaşamımızda birisi ufak bir iyilikte bulunsa, hemen teşekkür etme ihtiyacı duyulur ve teşekkür edilir.  Tabiî ki, bu kadar çok nimet ihsân eden Allah (c.c.)’a ne kadar çok  şükür etsek, yine de çok azdır.

 

6. Adâlet

Adâlet’in sözlük anlamı, her şeyi yerli yerine koymak, lehte ve aleyhte aşırılıktan kaçınmak, ölçülü olmak demektir. Adâlet; düzenli ve dengeli davranma, her şeyin ve herkesin hakkını verme, haksızlıktan uzaklaşma, orta yolu tutma, bir şeyi yerli yerine koyma, insaf ve eşitlik anlamında bir terimdir. Adâletin zıddı zulüm ve insafsızlıktır. Adâlet geniş kapsamlı bir kavramdır. “Allah adâleti, ihsânı emreder.”18 “Allah insanlar arasında hüküm verdiğiniz zaman adâletle hükmetmenizi emreder.”19 Âyetlerden görüldüğü gibi Rabbimiz adâletli olunmasını, adâletli davranılmasını emretmektedir. Bir başka âyet-i kerimede Rabbimiz şöyle uyarıyor: “Bir topluluğa (veya kişiye) olan öfkeniz sizi adâletsizliğe sevk etmesin, adâletli olun (adâletten ayrılmayın).”20  İslâm her şeyde adâletli olunmasını ister. İslâmî hükümlerin uygulandığı yerde adâlet vardır. İslâmî hükümlerin uygulanmadığı yerlerde de zulüm vardır. Zulmün olduğu yerde de huzur, saâdet, mutluluk yoktur.

 

7. Tevazu

Sözlükte “alçak gönüllü olmak” anlamına gelen tevazu,  kavram olarak, kişinin nefsini Hakk’ın huzurunda kulluk mevkiine koyması, insanlara karşı kibirli ve gururlu olmaması, demektir. Tevazu, büyüklenmemek, gösterişsizlik ve alçak gönüllülüktür. Tevazu sahibi kimselere “mütevazı insan” denir. Hz. Peygamber, herkese karşı mütevazı bir kişiydi. Çünkü Kur’ân-ı Kerim’de: “Sana tabi olan mü’minlere tevazu kanadını ger”21 buyruluyordu. Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Tevazu sahibi olanları Allah yüceltir, kibirleneni ise alçaltır.”22; “Çünkü Allah, her kibirleneni (gururlananı) ve kendini beğenip övüneni sevmez.”23 Peygamberimiz (s.a.s.) şöyle buyurur: “Cehenneme gidecek olanlar kibirliler ve büyüklük taslayanlardır.”24 ;  “Lüks yaşamaktan sakın.  Çünkü Allah’ın gerçek kulları lüks yaşamazlar.”25 Hz. Peygamber, lüks ve israftan sakınırdı, sade bir hayat yaşardı. Çünkü O, tevazunun önemini bilirdi ve kimseye gururlu, kibirli davranmazdı. Çok alçak gönüllüydü ve methedilmekten hoşlanmazdı. “Ben Âdemoğlunun efendisiyim, fakat bununla övünmem”26  buyurarak, herhangi bir özellikten dolayı övünmenin ve övgü beklemenin yanlış olduğunu vurgulamaktadır.

 

8. Şefkat ve Merhamet

Sözlükte “merhamet etmek, acımak” anlamına gelen şefkat, kavram olarak, Allah'ın yarattığı canlılara karşı insanda varolan acıma, merhamet etme duygusu demektir. Merhamet kelimesi ise; şefkat gösterme, acıma, yumuşak huylu olma, affetme, bağışlama, iyilik etme manalarına gelmektedir. Şefkat ve merhamet insanı yücelten ulvi duygulardandır. Merhametin gücü şiddet ve öfkenin gücünden her zaman üstün gelmiştir. Merhamet, insanlar arasındaki sevgiyi, saygıyı, güzel ilişkileri, hakları korumayı, güçsüzlere yardımı sağlar. İslâm dininin insanlığın dünya ve âhirette huzur ve saadetini temin etmek için getirdiği prensiplerden biri de şefkat ve merhamettir. Şefkat ve merhamet, herkesin iyiliğini isteyip onlara yardım etme arzusu duymadır. Merhamet tüm insanlar ve tüm canlılar için dünyayı güvenli bir yer kılma duyarlılığına sahip olmadır. Herkese ve her şeye anlayış, acıma ve şefkatle yaklaşmadır. Sevgi, acıma ve merhamet Rabbimizin sıfatlarındandır.  Allah Teâlâ’ın Rauf ismi, çok şefkatli olduğuna, Rahim ismi ise çok merhametli olduğuna delalet eder. Kur’ân-ı Kerim’de; “…Rabbim çok merhametlidir, çok sevendir”27 buyrularak bu duruma dikkat çekilmektedir. Yüce Allah’ın yarattıklarını yedirmesi, içirmesi, koruması, bağışlaması ve onlara şefkat göstermesi O’nun rahmetinin, merhametinin eseridir. Peygamberimizin en önemli özelliklerinden biri de çok şefkatli ve merhametli olmasıdır.

 

9. Tevbe  ve  İstiğfar

Tevbe, sözlükte “dönüş” mânâsına gelmektedir. İslâmî terim olarak da, müslüman kişinin işlediği bir günahtan pişmanlık duyarak vazgeçmesi, Allah’tan bağışlanmayı dilemesi ve bir daha o günahı işlememeye söz vermesidir. Allah Teâlâ tevbe etmenin önemini beyan ediyor: “Ey mü’minler, hepiniz Allah’a tevbe edin  ki kurtuluşa eresiniz.”28 ; “Ey insanlar Allah’a yürekten (samimi) tevbe edin, umulur ki Rabbiniz sizin kötülüklerinizi örter; Allah’ın Peygamberi ve onunla beraber inanmış olanları utandırmayacağı günde sizi altlarından ırmaklar akan cennetlere sokar.”29 “Tevbe” günahı terk etmek, “istiğfar” ise Allah’tan af dilemektir. “Rabbinizden af dileyiniz, sonra ona tevbe ediniz”30 buyruluyor. Peygamberimiz (s.a.s.) “Ey insanlar! Allah’a tevbe ve (istiğfar) ediniz, ben günde yüz defa tevbe (istiğfar) ediyorum”31 buyurmuştur. Allah ve Rasûlü tevbe ve istiğfarın önemini ortaya koymaktadır.

Ebu Hureyre (r.a.)’den rivâyet edilen hadiste Rasûlulah (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Mü’min bir günah işleyince kalbinde bir siyah nokta oluşur. Eğer tevbe eder, hatalardan döner, Allah’tan günahlarının affını dilerse, kalbi siyah noktadan temizlenir. Günah işlemekte devam ederse, siyah noktalar çoğalır. Kalbi tamamen kararır. İşte Kur’ân-ı Kerim’de Allah’ın: “Hayır, öyle değil. Tam tersine, işledikleri hatalar (günahlar) kalplerini tamamen karartmıştır”32 buyurması buna işarettir.”33 Mü’minler olarak günah işlememeye çok gayret göstermeliyiz. Günah işlendiğinde ise hemen, geciktirmeden  tevbe etmelidir. Tabiî ki, hangi günahtan, pişmanlıktan dolayı tevbe ettiysek, bir daha o günahı işlememek için çok dikkat etmeliyiz.

 

10. İffet ve Hayâ

İffet:  Sözlükte doğru ve namuslu olmak, haramdan uzak durmak, helâl ve güzel olmayan söz ve davranışlardan sakınmak demektir. Terim olarak iffet; yeme içme ve cinsî arzu konusunda ölçülü olmak, aşırı istekleri bastırıp dinin ve aklın buyruğu altına sokmak suretiyle kazanılan erdem şeklinde tanımlanmıştır. Yani, iffet; her türlü aşırılık, dengesizlik ve ölçüsüzlükten uzak durmak, özellikle cinsi-şehevi arzuyu şer'i sınırlar ve ahlâkî değerler açısından kontrol altında tutmak demektir. Yüce Allah Kur’ân-ı Ker’im’de şöyle buyurur: “Evlenme imkânı bulamayanlar iffetlerini korusunlar…34  Bir başka âyette de şöyle buyrulur: (Rasûlüm!) Mü’min erkeklere, gözlerini (harama) dikmemelerini, ırzlarını da korumalarını söyle. Çünkü bu, kendileri için daha temiz bir davranıştır. Şüphesiz Allah, onların yapmakta olduklarından haberdardır.”35

Yüce dinimiz İslâm, bir yandan iffet ve hayâyı öğütlerken diğer yandan bu erdemleri çiğneyen zinâyı haram kılar.36 Çünkü İslâm'a göre evlilik dışı ve nikâhsız birliktelik demek olan zinâ, dinin büyük günah saydığı, yani haram ettiği, yasakladığı, aklın yanlış bulduğu ve ahlâkın çirkin gördüğü bir fiildir. Rasûlullah (s.a.s.), “Allah, yoksul olmasına rağmen iffetini korumaya çalışan mü’min kulunu sever”37 buyurarak mü’minleri iffetli olmaya davet etmiştir. Peygamberimizin “Kim bana iki çenesi arasındaki (dili) ile iffet ve nâmusunu koruma sözü verirse, ben de ona Cennet sözü veririm.”38 Bu hadis de iffetli olmanın önemini ortaya koymaktadır. İffet ve hayâ duygusu insanın güzel yaratılışını tamamlayan en önemli ahlâkî değerlerdir.

 

11. Hoşgörülü ve Afedici Olmak

Hoşgörü; hatalara göz yummak ve görmezlikten gelmek demektir. Hoşgörülü ve esnek olmak, hayata karşı olumlu, ılımlı bir tavır takınmaktır. Tolerans diye de ifade edilen hoşgörü ve müsamahayı, dinin esaslarından taviz vermek şeklinde anlamak doğru değildir. Allahu Teâlâ, bir âyet-i kerimede, “Kolaylığı tut affa sarıl, iyiliği tavsiye et, cahillerden de yüz çevir”39 diyerek, Rasûlü’ne ve onun önderliğinde bütün Müslümanlara affetme duygusunun yüceliğini öğretmiş ve af yolunu seçmeyi emretmiştir. “Her kim, Müslümanın ayıbını (kusurunu) örterse, Allah da onun kıyamet gününde (ayıbını) örter.”40 Allah’ın her emrine titizlikle uyan Hz. Peygamber (s.a.s.), esnek, anlayışlı ve hoşgörülü idi. Peygamberimizin güzel ahlâkından birisi de affedici ve bağışlayıcı olmasıdır. Hz. Peygamber, çok affediciydi. Kötülüğe karşı,  kötülükle karşılık vermez, bilakis affederdi.41 Dolayısıyla   bizler de  hoşgörülü ve affedici olmalıyız.

     

12. Kanaat

Kanaat; elinde bulunanla yetinmek, kısmetine râzı olmak, Allah’ın kendisine dünya nimeti olarak verdiği şeylere rızâ göstermek demektir. Kanaat az ile yetineceğim diye tembellik edip az çalışmak, az kazanmak demek değildir. Müslüman, helâl yönden gücü nisbetinde çalışmalı ve kazanmalı, israfa kaçmadan gerektiği gibi harcamalı ve hayırda bulunmalıdır.  “Allah şüphesiz ki; iyilik yapanları (hayırda bulunanları) sever.” 42 “Allah’ın sana verdiğinden (O’nun yolunda harcayarak) âhiret yurdunu gözet; ama dünyadaki nasibini unutma. Allah sana ihsân ettiği gibi sen de ihsân et (ver), (insanlara) iyilik et. Yeryüzünde bozgunculuğu arzulama. Allah bozguncuları sevmez.”43 Ebû Hureyre (r.a.)’dan; Rasûlullah (s.a.s.) buyurdular ki:  “Sizden biri, mal ve yaradılış bakımından kendisinden üstün olana değil, aşağıda olana baksın. Böyle yapmak, Allah’ın verdiği nimetleri küçük görmememiz için gereklidir.”44 Ubeyd oğlu  Fudâle (r.a.) der ki; Rasûlullah (s.a.s.): “Müslüman olmuş kimseye, muhtaç olmadan yaşayan ve kanaat eden kişiye ne mutlu!”45 buyurmuştur. Allah’ın verdiği nimetlere şükretmeli ve kanaat etmeli. Kanaat etmemek şükürsüzlüktür, nankörlüktür. Kişiyi dünyada da âhirette de mutsuz eder. Dolayısı ile kanaatkâr olmalı, insanların elindeki imkânlara bakıp “falan kişi çok iyi durumda, biz perişanız!” gibi sözlerden sakınmalıyız.

 

13. Cömertlik

Cömert, sözlükte, eli açık olmak demektir. Cömertlik; insanın sahip olduğu imkânlardan, ihtiyaç sahiplerine meşrû ölçüler dâhilinde ve Allah rızâsından başka hiçbir amaç gütmeden, ihsân ve yardımda bulunmasını sağlayan üstün bir ahlâk kuralıdır. Mü’min kişiler bu üstün ahlâka, cömertliğe sahip olmalı, infakta, ihsânda bulunmalıdır. Çünkü, Kur’ân ve Sünnet bunu emretmektedir: “Allah yolunda harcamada (infakta) bulunun, kendi elinizle kendinizi tehlikeye atmayın. İyi davranın; Allah iyi davrananları sever.”46 “Sizden birine ölüm gelip ‘Ya Rabbi keşke yakın bir zamana kadar ecelimi geciktirsen de sadaka versem’ demeden önce size verdiğim rızıktan veriniz.”47 Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmaktadır: “Cömert kişi Allah’a yakındır, insanlara yakındır, cennete yakındır, cehennemden uzaktır. Cimri ise Allah’tan uzaktır, insanlardan uzaktır. Cennetten uzaktır, cehenneme yakındır.”48 Allah’ın verdiği nimetleri, imkânları insanın sadece kendine ayırmayıp, ihtiyaç sahiplerini de yararlandırması emredilmektedir. Çünkü bir mü’min kendisini düşündüğü gibi, din kardeşini de düşünmeli ve cömert olmalıdır.

 

Dipnot

1. Nûr, 24/52

2. Bakara, 2/150

3. Müslim, İmâre 43; Tirmizî, Zühd 8

4. Zümer, 39/2-3.

5. Buhârî, İman 41; Müslim, İmâre 45

6. Nesâî, Cihad 24

7. Buhârî, İman 39; Müslim, Müsâkat 107

8. Müslim, Birr 33-34; İbn Mâce, Zühd 9

9. Mülk, 67/2

10. Hûd, 11/112

11. Müslim, İman 62; Tirmizî, Zühd 61

12. Mâide, 5/119

13. Bakara, 2/152

14. Nisâ, 4/147

15. Âl-i İmrân, 3/145

16. İbrahim, 14/7

17. Nisâ, 4/79

18. Nahl, 16/90

19. Nisâ, 4/58

20. Mâide, 5/8

21. Şuara, 26/215

22. İbn Mâce, Zühd 16

23. Lokman, 31/18

24. Buhârî, Eymân 9; Müslim, Cennet 47

25. Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 5, s. 243-244

26. Tirmizî, Menakıb 1; İbn Mace, Zühd 37

27. Hûd, 11/90                                      

28. Nûr, 24/31                                             

29. Tahrim, 66/8

30. Hûd, 11/3

31. Müslim, Zikir 42; Ebû Dâvud, Vitir 26

32. Mutaffifin, 83/14

33. İbn Mâce, Zühd 29; Tirmizî, Tefsiru’l-Kur’an 74

34. Nûr, 24/ 33

35. Nûr, 24/30

36. Nûr, 24/2

37. İbn Mâce, Zühd 5

38. Buhârî, Rikâk 23

39. A’râf, 7/199

40. Buhârî, Mezalim 3; Müslim, Birr 32

41. Buhârî, Edeb 39, 44

42. Bakara, 2/195

43. Kasas, 28/77

44. Müslim,  Zühd. 8; Tirmizî, Kıyamet 59

45. Müslim, Zekât 43; Tirmizî, Zühd 25

46. Bakara, 2/195

47. Münâfikûn, 63/10

48. Tirmizî, Birr ve’s-Sıla,  40

 

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul