Hz. Adem’in iki oğlu, iki ademoğlu, iki kardeş… Aynaya baksalar birbirini görecek iki insan. Bu ayetler vesilesiyle inceleyeceğimiz kıssa üzerinden anlayacağız ki, biri nasihatçi diğeri hasedçi. Biri muttakî, diğeri şakî… İki farklı insan profilini, birbirine tamamen zıt iki karakteri aynı genetik kodlara sahip iki kardeş üzerinden tanıyacağız ve yeryüzünün bu en eski olan ama hep yeni kalan kıssasından çok önemli ibretler çıkaracağız.
KURBAN CANDAN VERİLİR!
“(Ey Muhammed!) Onlara, Adem'in iki oğlunun haberini gerçek olarak oku. Hani ikisi de birer kurban sunmuşlardı da, birinden kabul edilmiş, ötekinden kabul edilmemişti. Kurbanı kabul edilmeyen, "Andolsun seni mutlaka öldüreceğim" demişti. Öteki, "Allah ancak kendisine karşı gelmekten sakınanlardan kabul eder" demişti. “ (Maide, 27)
Bu ayet tek başına bütün bir kıssayı özetliyor aslında. Yürekten kurban eden, fedakarlık yapan, canının parçasını tasadduk eden ile; prosedür icabı veren, yapmış görünmek için yapan arasındaki derin fark… Birinin nasihat ve takva yolunu seçmiş olması, diğerinin ise hased ve nifak içinde amel işlemesi… Sadece gerçekten sevdiğini kurban edebilenler takva sahibidir ve yalnızca hakiki takva sahipleri Allah için her şeyi feda edebilir.
Allahu Teala ayete başlarken Rasulullah (s.a.v)’e hitaben bu kıssayı “bil’hakkı” yani gerçek olarak anlat, hak olarak oku buyuruyor. Kıssalarla alakalı en temel düsturumuzu hatırlıyoruz bu ifade ile. Pek çok kıssanın mevzusu tarih içerisinde efsanelerle, mitlerle, masallarla karışmıştır. Çoğu zaman içindeki ibret ve tevhîdî mesaj örtülür, hikaye biraz daha magazinelleşir ya da başka yan konulara odaklanılır. Fakat Kur’an’ın amacı en temel sabiteyi hatırlatmak ve hakkı anlatmaktır. Dolayısıyla kıssanın efsanelerden ve mitlerden arındırılması gerekir. Bu ve benzeri maksatlara matufen, kıssanın “hakikate” taalluk edecek asıl noktasına temas edilerek anlatılması, ayette hassaten emredilmektedir.1
Bu kıssada bahsedilen “Adem’in iki oğlu”, alimlerin çoğunluğuna göre Hz. Adem’in öz oğulları olan Habil ile Kabil’dir. Fakat Hasan-ı Basrî2 ve Dahhak’tan gelen rivayetler, bu iki kişinin İsrailoğullarından iki ademoğlu, yani herhangi iki insan olduğunu söylüyor.3 Münferid kalmış olsalar da biz bu farklı görüşten şu hikmetli sonucu çıkarabiliriz: Hased etmenin ve katletmenin meseli, aynı kandan ve candan olsalar da muttaki olmayanın canî olabildiği bu evrensel hikaye, bütün zamanlarda ve mekanlarda gerçekleşen kıyımlarla ve cinayetlerle örtüşüyor.
Kurban ibadeti, bir fedakarlık imtihanıdır. En çok da Hz. İbrahim’in oğlunu kurban edebilme iradesiyle sembolleşmiştir. Bu iki kardeşin kıssasında da bir kurban imtihanı söz konusu. Hased ve nifak sahibi olan kardeş, diğerine saldırma niyeti taşıyor ve kendisinin değil kardeşinin kurbanı kabul edildiği için, kıskançlık içinde kardeşinin canını alma planları yapıyor. Tıpkı kurban ibadetinin sembolü olan Hz. İbrahim’in (a.s) iki oğlunun soyundan gelen iki toplumun yaşadıkları gibi.
Hz. İshak’ın (a.s) soyundan gelenler – ki Yahudilerdir- onun kardeşi İsmail’in (a.s) soyundan gelenlere – ki arap Müslümanlardır- her türlü eziyeti, işkenceyi, soykırımı reva görüyor... İsrail terör devleti, tıpkı Kabil gibi, nesebi Hz. İbrahim (a.s) ile birleşen arapları sırf Müslüman oldukları için yeryüzünden silmeye niyetli ve bunun için kimsenin tevessül etmediği en gaddarca yolları kullanıyor. Rabbimiz kardeşlerimize yardımcı olsun. İşte bu yüzden bu kıssa asla eskimeyecek ve her zaman diri kalacak bir kıssadır ve bu kıssadan ibret almak hayati derecede önemlidir.
Habil ile Kabil’in aynı kızla evlenme niyetinde olmaları, Kabil’in ısrarla kendisine helal kılınan kızla değil de, haram kılınanla evlenmek istemesi de kardeşler arasındaki problemle alakalı var olan rivayetler arasında. Hatta bu kurban imtihanı için, bir nevi bu evlilik meselesinin muhakemesi için yapıldığı da söyleniyor.4 Fakat burada asıl ders çıkarılacak husus neyi kurban ettikleri ve nasıl karşılık gördükleridir.
Rivayetlerin genelinde Habil’in hayvancılıkla uğraştığı naklediliyor ve Habil, en besili, en değerli ve sevdiği hayvanı Allah için tasadduk ediyor. Öte taraftan tarımla uğraştığı aktarılan Kabil ise adeta arta kalan değersiz şeyleri Allah’a sunuyor. Habil de nitekim ayette izhar edildiği üzere Kabil’in bu samimiyetsiz tavrını yüzüne vuruyor. Kabil, değerli ve sevdiği şeyleri Allah’tan sakınıyor, bu yüzden onun kurbanı makbul olmuyor. Ancak o, hatayı kendisinde arayacağına kardeşine hased ediyor. Halbuki hased eden kişi, kendi yaşadığı bu “gözden düşüşün” bizatihi hasedinden, takvasızlığından ve samimiyetsizliğinden kaynaklandığını bilmelidir.5 Hasedçinin yaşadığı bu mahrumiyet, kendi çorak kalbinin kader prizmasından süzülen yansımasından başka bir şey değildir.
FİTNE’YE KARŞI PASİF DİRENİŞ
"Andolsun! Sen beni öldürmek için elini bana uzatsan da ben seni öldürmek için sana elimi uzatacak değilim. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım. "Ben istiyorum ki, sen benim günahımı da, kendi günahını da yüklenip cehennemliklerden olasın. İşte bu zalimlerin cezasıdır." (Maide, 28-29)
Habil’in bu cümleleri pek çok kişi tarafından yanlış yorumlanabilmiştir. Habil burada mutlak anlamda kardeşinin günah işleyip cehenneme gitmesini istemiyor. Bu ifadeyi şöyle okumalıyız: “Eğer bir arbede olacaksa, cinayet olacaksa ve birisi katil olacaksa, günahlarının karşılığında da cehennemlik olacaksa, bu ben olmak istemem. Madem benim canıma kastettin, o zaman bu sen olasın.” 6
Habil ile alakalı gerek ayette tasvir edilen salih duruştan, gerekse hakkındaki rivayetlerden anladığımız, kardeşine karşı aslında son derece nasihatçi ve samimi olduğudur. “Sana öldürmek için elimi uzatmayacağım” cümlesi bu halis niyetini çok somut biçimde yansıtıyor. Bu niyette olan birisi, tam tersi su-i kast icra eden birine karşı pek tabi ki manevi anlamda da savunmasını yapacaktır. Bu savunma da, zalim olmamayı dilemek, cinayetin fâîli olacağına mef’ûlu olmayı, katil olmaktansa maktul olmayı yeğlemektir. 7
İLK CİNAYET: HASED, TAKVA’NIN KATİLİDİR
“Derken nefsi onu kardeşini öldürmeye itti de (nefsine uyarak) onu öldürdü ve böylece ziyan edenlerden oldu. Nihayet Allah, ona kardeşinin ölmüş cesedini nasıl örtüp gizleyeceğini göstermek için yeri eşeleyen bir karga gönderdi. "Yazıklar olsun bana! Şu karga kadar olup da kardeşimin cesedini örtmekten aciz miyim ben?" dedi. Artık pişmanlık duyanlardan olmuştu. “ (Maide, 30-31)
İnsanın nefsi, yani bedensel arzularının zihindeki sesleri ahlak ve kural dinlemez. O yüzden insan akl-ı selim olarak, muttaki bir tavırla hevasını kontrol ederek ancak ahlaklı olabilir, yasayı dinleyebilir. Lakin Kabil, iradesini kontrolsüz arzularının kontrolüne veriyor ve kardeşini katlediyor.
Daha sonra bir karganın öldürdüğü başka bir kargayı gömmesi üzerine, kendi kardeşinin cesedini gömmediğini ve bunu akıl edemediğini hatırlayarak hayıflanıyor. Hırsının etkisi altında olduğu için aklının örtük olduğunu ve daha sonra bunun kısmen farkına vardığını bu sözlerinden de anlıyoruz.
Peki Kabil gömme ritüelini hiç mi bilmiyordu yoksa akıl mı edememişti? Bu konuda farklı görüşler mevcut şüphesiz. Habil’in yeryüzünde ölen ilk kişi olduğunu kabul edersek, gömmeyi bilmediğini ve akıl edemediği için kendine kızdığını düşünebiliriz.8 Öte taraftan biliyor olsa bile hatırlayamaması da kıssadaki hikmeti değiştirmiyor. Sonuna kadar haksız olduğu bir meselede kardeşine hased eden, en nihayetinde nefsine yenik düşen ve takvalı kardeşini öldüren bir katile dönüşüyor.
HASIL-I KELAM
İncelediğimiz kıssadaki zaman ve mekan üstü değerler, kavramlar ve anlamlar, çok çarpıcı bir gerçeği gözler önüne seriyor aslında. Tarihte her zaman katiller ve maktuller olacak, zalimler ve mazlumlar, gadredenler ve mağdurlar… Müslümana düşen birinci tarafta olmamaktır. Tabi zulüm görmemek için Müslüman uğraşacak, nefsi müdafaa yapacak, zalimlere karşı mücadele edecek. Bazen kafirlerle ve müşriklerle muaraza ederken bazen de kendi içinde zulme meyledenlerle karşılaşacak.
“Haksız yere öldürülen hiçbir kimse yoktur ki, onun kanından Âdem’in birinci oğluna bir pay ayrılmasın. Zira cinayeti âdet edenlerin ilki odur.” (Buhârî, Cenaiz 33, Enbiyâ 1, Diyât, 2, İtiṣâm, 15; Müslim, Ḳasâme, 27)
Rasulullah (s.a.v)’ın buyurduğundan anlıyoruz ki, katiller dünyada paylaştıkları bu geleneğin ecrini ahirette de birbirleriyle paylaşacaklar. Kime benzerseniz, kimi takip ederseniz, kimin adetini devam ettirirseniz onunla beraber olursunuz.
İki kardeş, aynı soydan gelen iki insan… Biri ak diğeri kara… Biri hak diğeri batıl… Biri dost diğeri düşman… Zamanın sonuna kadar hiç bitmeyecek olan ve hep hatırlanması gereken bu diyalektikte, Müslümanlar haklının hakkını bilmekte, takdir etmekte ve vermekte geç kalmamalıdır.
Seninleyiz Doğu Türkistan, Filistin, Kudüs, Gazze…
Dipnotlar:
- Elmalılı Hamdi Yazır, “Hak Dîni Kur’an Dili”, Yenda Yayınları. c.3 s. 243
- İbn Kesir, “Hadislerle Kur’an-ı Kerîm Tefsîri”, Çev. Bekir Karlığa, Bedreddin Çetiner. Çağrı Yayınları, 2005. c.5 s. 2211
- Elmalılı Hamdi Yazır, “Hak Dîni Kur’an Dili”, Yenda Yayınları. c.3 s. 242
- İbn Kesir, “Hadislerle Kur’an-ı Kerîm Tefsîri”, Çev. Bekir Karlığa, Bedreddin Çetiner. Çağrı Yayınları, 2005. c.5 s. 2202
- Kadı Beydavi, “Beydavi Tefsiri”, Çev. Abdulvehhab Öztürk. Kahraman Yayınları, 2011. c. 2 s. 34
- Kadı Beydavi, “Beydavi Tefsiri”, Çev. Abdulvehhab Öztürk. Kahraman Yayınları, 2011. c. 2 s. 35
- Elmalılı Hamdi Yazır, “Hak Dîni Kur’an Dili”, Yenda Yayınları. c.3 s. 244
- “Celaleyn Tefsiri”, Çev. Ali Rıza Kaşeli. Sağlam Yayınarı, 2020. c.1 s.323