Rabbimiz, kitabında binlerce ayette hak ve bâtılın mücadelesinden genişçe örnekler verir ki, zamanın insanları ibret ve ders alsınlar. Kim de hak ve bâtıl adına mücadele veriyorsa kendi için kazanımdır. Hz. Nuh ve beraberindeki bir avuç müminin iman ve teslimiyet mücadelesi dokuz yüz elli yıl devam ettiği gibi, onların karşısında şirk ve küfür ehli de dokuz yüz elli yıl bâtıl mücadelelerine devam etmişlerdi. İki tarafın mücadelesinin örneği zamanımıza bildirilmiştir. Siz hakkın mücadelesini zamanınızla, el ve dillerinizle, maddi ve manevi imkanlarınızla verin, aciz kaldığınızda Rabbiniz yardımıyla yanınızdadır. Dolayısıyla her kişi ve topluluk kendi bulundukları zaman ve yerlerde davalarından ve sürekliliklerinden sorumludur.
Şeytan, insan yaratıldıktan kıyamete kadar düşmanlığında ve ahdinde sürekli devam etmektedir. Şeytanın bu başarısının ve sürekliliğinin sonucunu, siz bugün dünya insanının şirk, küfür, zulüm ve haramlar içindeki yaşantılarına bakarak görebilirsiniz. Şeytanın başarısı o kadar ki, kendilerini İslam’a nisbet edenleri dahi Rableriyle hâkimiyet yarıştıracak kadar saptırmasıdır. Hakta mücadele verenlerin başarıları, Rablerinin yardımıyla müminlerin kendilerinin başarısıdır. Bâtılda olanların başarısı aslında kendi güç ve imkanlarıyladır. Sonucuna bakıldığında ise bu şeytanın bir başarısıdır. Bu şeytanın düşman olarak unutulmasının bir sonucudur. Rabbimizin uyarıp da insanın unuttuğu her alanda sapma ve zulüm kaçınılmazdır.
Hak: Gerçek, sabit ve doğru olmak, bir şeyi gerçekleştirmek, varlığı kesin olan şey manasınadır. Râğıp el İsfahani hakkı;
1- Bir şeyi hikmetin gereğine uygun olarak yapan. Allah’ın isim ve sıfatı.
2- Hikmetin gereğine uygun olarak yapılan iş. Allah’ın fiillerindendir.
3-Bir şeye aslına uygun ve doğru olarak inanma.
4- Gerektiği şekilde, gerekli ölçüde ve gereken zamanda meydana gelen iş” diye izah etmiştir.
Hak, gerektiği zaman ve yerde gerektiği gibi mücadele etmektir. Hak, Kur’an da iki yüz kırk yedi kez geçer. Rabbimizin her yaptığı, bir hikmet üzeredir. Gelişi güzel bir oluş ve devamlılık yoktur. Her yarattığını bir amaca uygun yaratmış ve o amaca uygun da hükümler belirlemiştir. Her verilenin yaratılış amacına uygun kullanıp kullanmadığına bakılmalıdır.
Bâtıl: Boşa gitmek, temelsiz ve devamsız olmaktır. Kur’an da otuz altı kez geçer. Kur’an da hak, bâtıldan yaklaşık altı kat fazla geçer. Bu da hakkın önemini ve mücadelesinin daha fazla ve sürekli olması gerektiğini bildirir. Bâtılda olanlar yollarının devamlılığı için hakta olanlardan daha fazla mücadele ediyor ve sürekli iseler, hakta olduklarını iddia edenlerin kendi aciz ve pasifliklerine bakmaları gerekir. Hak, varlığı kesin ve devamlı, bâtıl da geçici, temelsiz ve boş iken, siz bugün iki tarafın verdiği mücadelelere bakın, tam tersi. Bâtılda olanların yaptıkları kalıcı gibi, hakta olanların da yaptıkları geçiciymiş gibi mücadele veriliyor. Bu verilen mücadeledeki samimiyete ve güvene bağlıdır.
Güven ya dünyaya ya da ahiretten yanadır. Ya Allah’a, kitabına ve Rasulü’nedir ya da insana, yasasına ve örnek aldıklarınadır. Bâtılın taraftarları zaman, el ve dillerini davaları için feda ederken, iman cephesinin fertleri sohbetin dakikalarını sayıyor, bir an önce bitsin diye. Sizin verdiğiniz daha fazlası karşı taraf veriyorsa başarının gelmesi zordur. Bilgiye doymuş, yeni bilgi, yeni anlatan arayanların davada süreklilikleri az ve geçici olacaktır.
Bugün gelinen nokta, dünün hataları olsa da Rabbimizin de bir hesabı vardır. Bu hesap bazen insanların verdikleri mücadele ve sürekliliklerine bağlı kılınmıştır. Bizi ilgilendiren bu zamanda verilmesi gereken mücadeleyi verip vermediğimizdir. Mücadelesiz şikâyet, acizlerin ve emek harcamak istemeyenlerin işidir. Muhakkak ki her inanç ispat ister. O’da mücadele ederek ortaya konulan yaşantılar ve verilen desteklerdir. Kur’an’ın ölçü, Rasulü’nde örnek alınmadığı hiçbir alanda hak adına başarı gelmez, yapılanlar sürekli olsa da.
Rabbimizin yardımı hakta beraber olanlara ve sürekli kalanlaradır. “Seninle birlikte tevbe edenlerle emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Haddi aşmayın. Şüphesiz ki Allah, yaptıklarınızı çok iyi görendir.” (Hud 112) Emrolunan doğru hangi alanda olmaz ise o alanlarda had aşılacak, yani tağutluk yapılacak ve o alanda da Allah’ın yardımı beklenemez. Bugün bâtılın başarısı varsa, beraberce ve sürekli yardımlaşmalarından ve bir de hakta olanların pasif ve parça parça olmalarındandır.
Bugün dünde olduğu gibi hak karşısında bâtılın destekçileri beraberce ve sürekli birlik olurken, hak ta olduğunu söyleyenler ise binlerce topluluğa ve cemaate ayrılmışlar ve ihtilaflar içinde debelenmektedirler. Sonra da zilletleri için Allah’tan yardım taleb etmektedirler. Beraber hareket etmeyenlere de Rabbimiz yardımını ulaştırmamaktadır. Elleriyle zulmü kaldırmaları emredilenler, dilleriyle buğz ediyorlarsa, hatta zulme birde bilinçli ve bilinçsiz destek veriyorlarsa, kınadıkları zulmün kalkacağı da yoktur.
“Halbuki, kendileri (ilahlar) için hazır askerler oldukları halde, o ilahlar onlara yardım edemezler.” (Yâsin 75) ayeti, her insanın inanç ve mücadelesiyle birine güvenip itaat ettiği ve onun askeri olduğunu bildirir. Dünden bugüne toplumlar yardım beklediklerine el ve dilleriyle yardım eden asker olmuşlardır.
Her zalim yaptıkları zulümleriyle kendi sonlarını hazırlar ve farkında olmadan kendilerini o sona götürürler. Firavun ve benzerleri zulümleriyle aslında kendi sonlarına doğru gitmişlerdi. Bugünde her zâlim yaptığıyla kendi sonuna doğru gitmektedir. Bu gidişte müminlerin katkısı nedir? Mazlum ile Rableri arasında perde yoktur. Fakat Rabbimiz zâlime ceza vermekte acele etmez. Zâlim de verilen mühleti yararına sayar. Zulmün karşısında durup mazluma yardım etmeyen ve ses çıkarmayanlar da yarın benzer zulümle karşılaşacaklardır. 1982 de Suriye'nin Hama şehrinde kırk ila elli bin insan katledildi. Suriye halkı ve cemaatler ses çıkarmamanın bedelini, gün geldi önceki zalimin oğlu, zulme ses çıkarmayanlara aynı zulmü yaptı.
Hakta süreklilik için inancın sağlam ve devamlı olması gerekir. Çünkü insan, tanıdığına güvenir, güvendiğine itaat eder ve o yolda devamlı kalır. Allah’a, kitabına ve Rasulü’ne gerçek güvenin olmaması, insanlara doğru bilginin verilmemesindendir. Elbette bâtılda olanlar güvendiklerine itaat eder ve o yolda devam ederler. Mallarıyla, askeri güçleriyle, fertleriyle, ticaretleriyle, zamanlarıyla, el ve dilleriyle, kalem, basın ve yayınları ile sürekli mücâdele ederler.
Bâtıl ile de herkes gücü ve elindeki imkânı kadar mücâdele etmelidir. “Onlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve bağlanıp beslenmiş savaş atları hazırlayın ki, bununla Allah’ın düşmanını, sizin düşmanınızı ve daha bunlardan başka sizin bilmediğiniz, fakat Allah’ın bildiği diğer düşmanları korkutasınız. Allah yolunda ne harcarsanız, karşılığı size eksiksiz verilir ve siz asla haksızlığa uğratılmazsınız.” (Enfal 60) Ayetin verdiği mesajı alıp güçleri kadar hazırlık yapmış olan bir avuç Gazzeli, iki milyar Müslümanım diyenlere bildikleri ve bilmedikleri düşmanlara karşı yaptıkları hazırlıklarla ve verdikleri mücadeleleriyle güzel bir örneklik oluşturdular.
Akılları ve vicdanları tekrar harekete geçirdiler. Elbette ki herkes kendi bulunduğu yerden ve zamandan sorumludur. “Ya Rasulullah, hayırlı insan kimdir? Canı ve malı ile Allah yolunda mücadele eden mümindir” (Buhâri-Müslim) Hayırlı mümin, aklı, iradesi, vicdanı, eli, dili ve tüm imkanlarıyla Rabbinin rızası ve emrettiği şekilde mücadele edendir.
Rabbimizin gazabı yakın fakat biz acele etmekteyiz. Mekke de zulüm haddi aşınca inananlar ve zulüm görenler “Allah’ın yardımı ne zaman?” demişlerdi. Rasulullah (s.a.v) “Allah’ın yardımı yakın, fakat siz acele ediyorsunuz” demişti. Dün sabır gösterenler bunu istemişti, bugün sabır göstererek mücadele etmeyen, emek harcamayanlar zulüm kalksın diye aceleci davranmaktadırlar. Biz mücadele etmesek de Rabbimizin gazabı zâlime vakti geldiğinde ulaşacaktır. Hadiste “Hilafet aranızda otuz yıl sürer. Sonra ısırıcı melik dönemi gelir. Oda Allah’ın takdir ettiği zaman devam eder ve biter. Sonra karanlık bir dönem gelir ve oda Allah’ın takdir ettiği zaman devam eder ve biter. Sonra sizin bu gününüz gibi bir gün gelir.” (Ebu Davud ve Tirmizi)
Adaletin ve zulmün devamlılığı ve bitişi Rabbimizin kontrolündedir. Zalim istemese de zulmü vakti geldiğinde sona erecektir. Biz sadece ne kattığımıza bakmalıyız. Gelecek İslam’ın, bu Allah ve Rasulünün vaadidir. Herkes nasıl bir duruş, mücadele ve bunu sürekli yapıp yapmadığına bakmamalıdır. Başkasına bakanın ve sadece eleştirenin kendi adına bir hedefi, mücadele edecek cesareti ve bir amacı yok demektir.
Vazifesini yapmayan ve sürekli devam etmeyenin bulunduğu yerde, Rabbimiz onu yapacak birilerini çıkaracaktır. Siz hangi alanı boş bırakırsanız, o alanlarda hakkı ortaya koyacak ve mücadele edecek birileri çıkarılacaktır. “Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse, Allah (onların yerine) kendisinin onları, onlarında kendisini sevdiği, müminlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı ise güçlü ve şerefli olan, Allah yolunda cihad eden ve hiçbir kınayıcının kınamasından korkmayan bir kavim getirir. İşte bu Allah’ın bir lütfudur. Onu dilediğine verir. Allah, rahmeti bol olandır, her şeyi çok iyi bilendir.” (Mâ’ide 54)
Rabbimiz, herhangi bir alanda vazifesini yapmayanların yerini bir başkasıyla dolduracağını bildirmiştir. Allah’a, kitabına ve Rasulü’ne güvenip bulunduğu yerde el ve dil ile mücadele etmeyenlerin o yerde, yeri doldurulur.
Mekke de Rablerine güvenip iman edenler üç yıllık boykota rağmen, sürekli direnç gösterdiler. Boykotu da vicdanlı olan müşrik toplum kaldırdı. Bir avuç müminin bu dik duruşu zamanlarına ve tüm zamanlara samimiyet ve sürekliliğin örnekleri oldular. Bugün dünyada yapılan zulümlere, inancı ne olursa olsun vicdanı olan dünya insanı tepkisini göstermektedir. Bu tepki sürekli devam ederse zulmü kaldırabilirler. Fakat Müslümanım diyenler elleriyle ve dilleriyle yaptıklarına ve yapmadıklarına bakmalıdırlar. Sadece vicdanı kullanıp, el ve dilleri âtıl bırakmanın zillet bedeli olacaktır.
Herkes Allah’a olan güvenine göre imanı ve itaati kadar mümin, Müslüman ve dava adamıdır. Yoksa dünyanın kölesi ve adamıdır. Bugün küfür ve zulüm cephesi kalabalık, mücadeleleri sürekli devam ederken, iman cephesi az olduğu gibi, mücadele ve süreklilik de azdır. Çünkü, hakkın taliplisi azdır. Yarını ise, yaşayan görecektir.
İki bin yıldan fazladır devletleri olmayan ve dünyanın her yerinde dağılmış olan Yahudi toplumu, sürekli mücadele ve sabırlarının sonucunu almışlardır. Ayet ve hadislerde bildirilen gazabı görecekleri yerde devletlerini kurmuşlar ve geçmişte kurtarıldıkları aynı yerde firavun gibi gazaplarına doğru gitmektedirler.
Yahudi, inancı bozuk olsa da bu inancının gereğini yapmaktadır. Kitaplarını tahrip ederek yaptıkları zulmü şeytan gibi Allah'a mal ederler. Şeytan Hz. Âdem’e secde etmemenin suçunu “Beni sen saptırdın” diyerek Allah’a mal etmeye kalkmıştı. Yahudilerde elleriyle yazdıklarını kitaptan göstererek, yaptıkları zulmü Allah’a mal etmeye kalkmaktadırlar. Bir şeyi kitaba mal etmek ve dinden demek, onun hükmünü Allah’a mal etmektir. Yahudiler ve onlar gibi davrananlar, yaptıkları zulümleri, şirkleri, haramları Allah’a mal etmeye kalkarak, zulmün en büyüğünü yaparlar. Yahudilere ve destekçilerine kızanlar, kendi sorumluluklarına, neleri yapmadıklarına ve sürekli hakta olup olmadıklarına bakmazlar.
Zulmün sahipleri zulümlerini artırdıkça, Allah’ın gazabı onlara yakındır, hakta olanlar vazifelerini yapmasalar da. Rabbimiz, zulmün karşısında ve her zaman mazlumun yanındadır. Herkesin savunma ve desteği, elleriyle ve dilleriyle yaptıkları kendi ahiret menfaatinedir. Bir asırdır dağılıp zillet içinde olan İslam toplumu bugün, hakkın hâkim olacağı ışığa en yakın zamandadır. Işığa en yakın zaman, karanlığın en yoğun olduğu zamandır. Helak’a en yakın zamanda, zulmün en yoğun olduğu zamandır. Görmek için geçmişe bakılması yeterlidir. Dolayısıyla her zalim, zulmü ölçüsünde kendi hak ettiği sonunu hazırlar. Bir hakikattir ki, yahudilerin ve onlara susarak ve destekleyerek yardım edenlerin bu son mücadelesi, kıyametinde çok yakın olduğunun göstergesidir. Kıyametin vakti bilinemese de yakın olduğu ortadadır. Dolayısıyla da kıymetin ne zaman olacağına bakmak yerine, herkesin ahirete ne hazırladığına bakması gerekir.
Osmanlı’nın sabırla ve yapılan sürekli mücadelelerle nasıl kurulduğuna bakılması gerektiği gibi, sonrasında birileri tarafından sabır ve sürekli mücadelelerle nasıl yıkıldığına da bakılması gerekir. Dün hakkın hakimiyeti nasıl gerçekleşmiş ise, bugünde aynı usul ve mücadelelerle olacaktır. Artısıyla eksisiyle kırk yıllık sürekli verilen mücadelenin sonucu Afganistan'da kazanılanlar ortadadır. Hiçbir kazanımın azlığına ve çokluğuna değil de sabırla yapılanlara ve sürekliliğine bakılmalıdır. Kazanım Rabbimizin dilemesiyle ve yardımıyladır. Zafer ve mağlubiyet O’na ait olduğu gibi, attıranda vurduran da O’dur.
Elbette süreklilik zordur ve her kişiye ve topluma ayrı ayrı sıkıntı ve zorluklar getirecektir. Mekke’de her mümine ayrı sıkıntı getirdiği gibi. Sıkıntı ve zulüm fazlayken tepki herkesten, süreklilik de müminlerden gelir. Çünkü şirk toplumlarında zulüm süreklidir. Zulüm insana yapılmıyorsa, Allahu Teâlâ’ya yapılır. Allah’ın hükmü hayata sokulmadığında her inanç sahibinin emniyetleri gasp edildiğinden, zulüm her insanadır. Nerede Allah’ın hak olan hükmü hayata sokulmuyorsa onu ayakta tutan herkes, bu zulümlerin ortağıdır. Ayet ve hadiste “iyiliğe ve kötülüğe vesile olan, onu yapmış gibidir” buyrulur.
Zulüm, sürekli hatırlanmalıdır ki, tepkide sürekli olsun. Şeytanı ne kadar düşman bildiğiniz ne kadar gündeminizde tuttuğunuza bağlıdır. Samimi ve sürekli düşman arıyorsanız şeytana bakın. Şeytanın düşmanlığı anlaşılır da, aynı imtihan ve amaç için yaratılan ve yeryüzüne imtihan için gönderilen insanın, kendi hemcinsine yaptıkları anlaşılır değildir. Hele birde aynı inancı paylaşıp ya da iddia edip de kardeşini yardımsız, merhametsiz, sevgisiz bırakması hiç anlaşılır değildir. Tarih boyunca zulüm karşısında dünya insanının vicdani tepkisi olmuştur. Zulüm yapmayan kafirin de olsa tepkisi insani, müminlerin tepkisi ise imânîdir.
Herkes imanının, yani Allah’a sıfatlarıyla, kitaba tüm hükümleriyle, Rasüle bütün örnekliğiyle güveninin derecelerine göre tepkisi, samimiyeti ve sürekliliği vardır. Ne yazık ki niceleri zulmün küçük olanını görememektedir. Hele bir de zulüm Allah’a yapılıyorsa nicelerinin gözleri ve kalpleri tamamen kör olmuştur. Bugün zulmün sürekliliğine bakanlar, kendi pasifliklerine bakmazlar. Atalet, gevşeklik bu ümmetin ciddi bir sorunudur. Kur’an’ın gündemini belirlediği hiçbir müminin duracak zamanı olmaz. Yeter ki siz kitaba teslim olun. “O halde (bir işi) bitirdin mi başkasına giriş, yorul” (İnşirâh 7) diye emredilir.
Elbette her şeyin hızlı geliştiği ve değiştiği bir zamanda, sürekli ve istikrarlı olarak söylem ve eyleme hak üzere devam etmek zordur. Son yüz yıl binlerce yıllık zamanların gelişmesinden daha hızlıdır. Bu da dünya hayatının sonunun geldiğinin göstergesidir. Hz. Nuh ve beraberindeki müminlerin dokuz yüz elli yıllık söylem ve eylemlerindeki sürekliliklerini konuşmak dile kolaydır. Onlar kendilerine takdir edilen zamanın tamamında sürekli hakta oldular. Elbette bizde, bize ayrılan zaman diliminde, ne kadar hakta söylem ve eylemlerimizde devamlıyız ona bakmalıyız. Küfrü ve zulmü oluşturup devam ettiren ve destekleyenler, İslam’ın gelişini ve yükselişini görmekte, fakat müminim diyenler farkında değildirler. Tarih boyunca Rasuller çıkıp hakkı bildirdiklerinde, şirk toplumu ve idare edenleri sonlarının geldiğinin farkındaydılar. Bunun sonucu tepkileri şiddetli idi. Bu akıbetlerinin farkında olmalarının ve korkularının bir göstergesidir.
Hakta ve bâtılda süreklilik binlerce yıldır devam etmektedir. “De ki; hak geldi, bâtıl yok oldu. Şüphesiz ki bâtıl yok olmaya mahkumdur.” (İsra 81) Hak bin dört yüz küsür yıldır geldi. Fakat bugün hakkın tâbileri azdır. İslam toplumunda ne yazık ki bâtıl, hakka tabi olduklarını söyleyenlerin elleri ve dilleriyle verdikleri desteklerle var olmakta ve devam etmektedir. Elbette ki hak üzere gerekenleri yapmayanların yerine, Rabbimiz yapanları çıkarmaktadır. İnsan hevasından çıkan her bâtıl hakka tabi olanların inanç, davet ve sürekli mücadeleleriyle yok olacaktır. Herkesin etrafından bâtıl onların mücadeleleriyle yok olacaktır.
“... Kâfirler, bâtıl ile mücadele ederler ki, onunla hakkı ortadan kaldırsınlar. …” (Kehf 56) Elbette ki kendi iradelerine göre inanan ve yaşayanlar haktan rahatsız olacaklar ve bâtıl devam etsin diye tüm imkanlarıyla mücadele edeceklerdir. Kâfir, hak olan ne varsa üstünü örten ve yerine insan hevasını getirendir. Bâtıl ise, sonucu hüsran olan ve yok olmaya mahkum onların ortaya koydukları yasa ve yaşamlardır.
“Şüphesiz ki Allah, müminlerden canlarını ve mallarını elbette ki onlara cennet verilmesi karşılığında satın almıştır...” (Tevbe 111) Allah’a, kitabına ve Rasulü’ne bütünüyle güvenen müminler, istifade ettikleri mal ve canlarını cennet karşılığı Rablerine sattıklarını unutmayıp, o cennete ulaşmanın mücadeleden geçtiğini bilmelidirler. Müminler verdikleri ahidlerini yerine getirecekler ki, Rabbimiz de verdiği ahdi yerine getirsin. Eller, diller, imkanlar ne kadar hak için kullanılırsa o kadar satılmıştır. Hak adına kullanmadığınızı daha satmamışsınızdır.
“De ki; eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, elde ettiğiniz mallar, durgunluğundan korktuğunuz ticaret ve hoşlandığınız evleriniz sizin için Allah’dan, Rasulü’nden ve Allah yolunda cihad etmekten daha fazla sevgili ise, Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah, fâsıklar güruhunu hidayete erdirmez.” (Tevbe 24)
“De ki” emri, ben bunun gereğini yapıyorum, size de bunu ilan ediyorum demektir. Ayette bildirilen ve sevgi duyulan hiçbir şey Allah’a güven ve bağlılıktan, Rasulü örnek almaktan, Allah’ın yolunda mücadele etmekten daha önemli ve sevgili ise zillet gelecek, zillette olunmuşsa o zillet devam edecektir.
“Onlarla savaşın ki, Allah sizin ellerinizle onlara azab etsin. Onları rezil etsin. Onlara karşı size yardım etsin. Ve müminler topluluğunun göğüslerine şifa versin. (ferahlasın)” (Tevbe 14)
Rabbimizin, zâlime karşı el ve dil ile mücadele edilmesini emreder ki, kazancı müminlere olsun. Küfrü ve varlığını devam ettirenlerin rezil edilmesini, Rabbimiz iman edenlerin üzerine yazmıştır. Herkes gücü neye yetiyorsa ortaya koymalıdır ki, Rabbimiz onlara yardım etsin ve kalplerine ferahlık versin.
“Kim cihad ederse, ancak kendisi için cihad etmiş olur. Şüphesiz ki Allah alemlere muhtaç değildir.” (Ankebut 6) Cihad, eldeki imkanlarla verilen mücadeledir. Bâtıl da olanlar mücadeleleriyle kendi cehennemlerini hazırladıkları gibi, hakta olanlar da verdikleri mücadelelerle kendi cennetlerini kazanmaktadırlar. Rabbimiz, kim hangi noktada mücadele verirse, kendi kazanımınadır, buyurur.
Bu ayetiyle de Rabbimiz, yarattığı hiçbir kuluna muhtaç olmadığını bildirerek, mücadeleniz kendi menfaatinizedir buyurur. Vazifesini yapmayanın yerini yapanlarla dolduracağını bildirmiştir.
“Kim zerre miktarı hayır yapmışsa, onu görecektir. Kim de zerre miktarı şer yapmışsa, o da onu görecektir.” (Zilzal 7-8) Hak ve bâtıl adına kim zerre miktarı iyilik ve kötülük ortaya koymuş ve vesile olmuş ise, bu kendisinedir ve bunun karşılığını görecektir. Kişiye düşün hakimiyeti kime verdiğine ve o yoldaki nasıl mücadele verdiğine bakması gerektiğidir.
“Kesin olan (ölüm) sana gelinceye kadar Rabbine ibadet et.” (Hicr 99) Rabbimiz mücadelenin sınırını ve süresini belirlemiştir. Kişiye ölüm gelinceye kadar, yaratılış amaçları doğrultusunda Allah’a ibadet etmektir. İbadet, yalnız Allah’a boyun eğip ve yalnızca O’nun emrini yerine getirmektir. Hz. Nuh ve ashabı, hz. İbrahim ve ailesi, hz. Musa ve inananlar hak adına mücadele ettikleri gibi, Firavun, nemrut ve benzerleri de bâtıl adına mücadele verdiler. Rasulullah (s.a.v) ve ashabı hak, Mekke şirk toplumu, münafıklar ve yahudiler de bâtıl adına mücadele verdiler. Ne mutlu Rasuller ve ashabları gibi, ölüm kendilerine gelinceye kadar hak üzere mücadele verenlere.