12 Eylül 2024 - Perşembe

Şu anda buradasınız: / İSLÂM VE DÜNYA MÜSLÜMANLARI
İSLÂM VE DÜNYA MÜSLÜMANLARI

İSLÂM VE DÜNYA MÜSLÜMANLARI HALİL KARA

 

Allahu Teala Adem aleyhisselam'dan itibaren Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem'e gelinceye kadar her peygambere akide Tevhid ile birlikte aynı zamanda bir şeriat yasa kanun ve hukuk düzeni ile ilgili ayetlerini vahyetmiştir. Akide ve Tevhid hiçbir zaman için değişikliğe uğramaz, Allah'ın tevhidi zaman ve çağlara göre değişkenlik asla arz etmez. Bir peygambere  tevhidi başka bir peygambere teslisi göndermez, her peygambere muhakkak ki din olarak tevhidi İslam'ı göndermiştir. Fakat ahkam dediğimiz şeriat yani Allah'ın hüküm yasa ve kanunları ise peygamberden peygambere değişkenlik arz eder. Bundan dolayı şeriatlarda nesih olmuştur. Bütün insanlığın Allah katında sorumlu olduğu tek yasa, kanun, hüküm ve yaşam biçimi ise Efendimiz aleyhissalatu vesselam'a emredilen İslam şeriatı, hukuku ve yasasıdır. Maide Suresi’nin 3. ayetinde ifade ettiği gibi “Böylece dininizi Kemale erdirdiğini ve insanlar için İslam dinini seçtiğini ve sadece İslam'dan razı olduğunu”, “kimin İslam'dan başka bir din ararsa ondan asla kabul edilmeyeceğini” (Ali İmran 85) de beyan etmektedir. Bu sadece inanç anlamında din demek değil aynı zamanda da yaşam şekli, yönetim biçimi, sosyal düzen ve cemiyete dair her türlü kanun ve yasaları içeren anlamındadır. İnsanlar ancak Peygamber Efendimiz aleyhisselatu vesselam'a verilen son din olan İslam'ın yasalarından ve kanunlarından sorumludur ve bundan dolayı Allah katında hesaba çekileceklerdir, buna uyup uymadığından. 

Mevdudi rahimullahi aleyh, “İslam'da Hükümet” isimli kitabında bu konuda şu hakikati beyan eder: “İslam kendi tarihi boyunca hükümetin ehemmiyetini hiçbir zaman gözden kaçırmamıştır. Bütün peygamberler devirlerinde ictima-ı kuvveti, toplumsal gücü İslam'a tabi kılmak yolunda gayret göstermiştir. Peygamberlerin davetlerinin ağırlık noktasını, iktidarın, hakimiyetin kayıtsız şartsız Allahu teala'da olduğu ve Allahu Teala'ya has bulunduğunu göstermektedir. Bu şekilde her türlü gizli ve açık şirki ortadan kaldırmak yoluna gitmişlerdir. Onların her birinin de halka şöyle hitap ettiklerini görmekteyiz: “Ey benim kavmim Allah'a ibadet edin. Sizin ondan başka ilahınız yoktur.” (Araf 65) Allahu Teala'nın göndermiş olduğu bu kullar yeryüzünde onun dininin kanun ve nizamının kaim olması için yaşamın her sahasını tanzim etmek ve ıslah etmek yolunda çalışmışlardır. Hak Teala'nın kanununun her yerde ve her zaman icra edilmesi yolunda uğraşmışlardır.

Kur'an-ı Kerim'i düşünerek okuduğumuz zaman Hz. Yusuf, Hz. Musa, Hz. Davud ve Hz. Süleyman (Allah2ın selamı hepsinin üzerine olsun) ile birlikte Peygamberimiz Hazreti Muhammed sallallahu aleyhi ve sellemin de uygun ölçüler dahilinde nizamlı ve düzenli bir hükûmet teşekkür ettirmek yolunda çalışıp uğraştıklarını bütün açıklığıyla görmek mümkündür. Yine İncil ve Tevrat'ta da düşünerek bir değerlendirme yapacak olursak, diğer Beni İsrail peygamberlerinin de bu iş hakkında çalışmış olduklarını öğrenmek imkanı vardır. Onlar da doğru bir hükümetin kurulması yolunda çalışıp uğraşmış, yanlış ve gayri kanuni hükümetlere karşı ağır bir şekilde her taraftan cephe almış ve tenkitte bulunmuşlardır.

İslami düşünceye göre hükümete ait ehemmiyet ölçüsünü aşağıdaki emr-i ilahiden anlamak mümkün olur ki orada yerin ve göğün yaratıcısı kendi peygamberine şu şekilde dua etmesini öğretmek istemektedir: 

“De ki: Ya Rabbi beni doğru bir girişle girdir ve doğru bir çıkıştan çıkar bana kendi indinden yardımcı bir kuvvet iktidar hükümet ver." (İsra 80 ) Buradan anlaşılıyor ki İslam’ın dünyada yapmak istediği ıslahat işi vaaz edip nasihat ve öğüt vermekle kalmamış, aynı zamanda bilfiil işi ele almış ve siyasi noktayı da ihmal etmemiştir. Hükümet ve siyaseti de işe karıştırmıştır.

İslam'da din ile devlet işlerinin birbirinin ayrılmaz bir parçası olduğunu, İslam'ın kesinlikle hükümet ve iktidar eliyle inanılması ve yaşanılması gerekli bir din olduğunu Kur'an-ı Kerim'de ve hadis-i şeriflerinde apaçık bunu görebiliriz.

Rabbimiz Allah azze ve celle şöyle buyurdu: "Evet biz resullerimizi apaçık delillerle gönderdik, insanların ölçüyle adaletle hareket etmeleri için. Onlarla peygamberlerle birlikte kitap ve mizan, ölçüde indirdik. Bir de demiri kılıç silah hükümet  ve iktidarı da indirdik ki onun içinde şiddetli bir kuvvet ve insanlar için çok faydalar vardır." (Hadid 25) "Acaba kim Allah'ın kuluna gönderdiğiyle hüküm vermez .Ancak kafirler hüküm vermez." (Maide 44)  Ve yine Peygamber Efendimiz aleyhisselam buyurdu ki:  "İslam ile devlet hükumet ikiz kardeş gibidirler. Bunlardan biri olmaksızın ötekisi de kamil olmaz. İslam bir binadır ve hükümet de onun bekçisi. Temeli olmayan bina çöker, bekçisi bulunmayan yerde dağılır gider.”(Kenzul Ummal)[1]

 

Bugün Müslümanların içine düştüğü durumu anlayabilmek hiç de zor olmasa gerek. Müslümanların iktidar olamayışı, İslam'ın kanun ve yasa olarak hayata hükmetmeyişi, Allah'ın ahkamıyla İslam topraklarının yönetilmemesi ve Müslümanların halifesiz kalmalarının sonucunda Emperyalistler İslam dünyasını işgal etmiş, başta hilafetin merkezi olan Anadolu toprakları, daha sonra kutsal topraklar olan Mescid-i Aksa'nın içinde bulunduğu Filistin, Kudüs toprakları, Irak, Afganistan, Arakan, Çeçenistan, Bosna Hersek, Cezayir ve Fas gibi bütün islam topraklarında kafirlerin işgali gündeme gelmiştir. Müslümanlara acımasızca işkence etmeleri ve Müslümanların başsız kalmaları sonucunda bunlara asla karşılık veremediklerini, yeraltı ve yer üstü bütün zenginlikleri sömürülmekte ve adeta müslümanların ölüme mahkum edildiklerini görmekteyiz. Ve son olarak bugün Gazze'de yaşananlar bunun en acı örneğini teşkil etmektedir.

 

İslam, Müslümanların kardeş olduklarını, bir binanın tuğlaları ve bir bedenin azaları gibi olduklarını söyleyen dünyanın neresinde olursa olsun başı sıkışan Müslümanların birbirlerinin ehli olduğunu, birbirlerine karşı sorumlu olduğunu, birbirlerinin hem bu dünyasını imar etmek hem de ahiretlerini mamur etmek için çalışmak zorunda olduğu hakikatini haykırmıştır.

Aşağıdaki Tahrim Suresi 6 ve 7.ayetleri Müslümanların birbirlerinin ehli olduklarını, hem kendilerini hem de ehli durumunda olan diğer Müslümanların yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem ateşinden kurtulmak için mücadele etmesi gerektiğini, Müslümanların ehillerinin sadece ailelerinin olmadığı hakikatini bizlere öğretmektedir. İslami hükümetini gündeme getiremeyen Müslümanların ne kendi nefislerini ne de islam ailesinin fertlerini kolay kolay cehennemden kurtaramayacağı hakikatini Kur'an-ı Kerim bizlere apaçık beyan etmiştir:

 “Ey inananlar! Kendinizi ve ehlinizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun başında, acımasız, güçlü, Allah´ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildiklerini yapan melekler vardır.

Ey kâfirler! Bugün özür dilemeyin! Siz ancak işlediklerinizin cezasını çekeceksiniz, (denilir)." (Tahrim 6-7)

“Ey iman edenler” diye başlayan ayet ile ve “Ey kafirler” diye devam eden ayetler ki bu Kur’an-ı Kerim’de çok nadirdir. Yani “Ey kafirler” diye başlayan ayetler bir kaçtanedir. Kafirun Suresi gibi. Bir de burada vardır bu hitap. Bu iki ayetin yan yana geliyor olması, bu iki ayette anlatılan konunun birbirleri ile alakalı olduğu anlayışına götürüyor. Çünkü 6.ayette Allah'ın yüklediği sorumluluğu yerine getirmeyenler, kıyamet gününde 7.ayetin muhatabı olacaklardır. Bu sorumluluk yerine getirilmediği zaman küfredenlerin düştüğü rezil kepaze duruma onlarda düşmüş olacaktır, aynı kategoride değerlendirilmiş olacaktır. Değilse birbiri ile alakası olmayan iki ayet gibi görülmemesi gerekmektedir.

Hz. Ömer (ra)'in ifadesi ile “kendimizi ateşten korumayı anladık da ehlimizi nasıl koruyacağız ateşten” diye, Allah Resulu’ne (sas) sorduğunda Rasulullah (sas), “Allah'ın sizi nehyettiği hususlardan siz de onları nehyedersiniz, Allah'ın size emrettiklerini siz de onlara emredersiniz, böylece hem kendinizi hem de ehlinizi cehennemden korumuş olursunuz”,diye buyurmuştur.

Ehliniz ile alakalı sorumluluklarınız başkaları ile alakalı sorumluluklarınız gibi değildir asla. Öncelik sırası hep yakındadır. İnfakta bile önce zevil kurba vardır. "Sana (Allah yolunda) ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki: Maldan harcadığınız şey, anne baba, yakınlar, yetimler, fakirler ve yolcular için olmalıdır. Şüphesiz Allah yapacağınız her hayrı bilir." (Bakara 215) Rabbimiz önce anne baba ve  yakından başlamamız gerektiğini söyledi. Yakınlarımızın ihmal edilerek uzaklara yapılan infak, uygun görülmemiştir. Kişi yakınlarına infaktan sonra elbetteki uzaktakilere de infak edebilir etmelidir de.

Yakın sürekli ön plandadır. Cihad ederkende önce yakın olan kafirlerden başlamamız gerektiğini Rabbimiz bize emrediyor: "Ey iman edenler! Kâfirlerden yakınınızda olanlara karşı savaşın ve onlar (savaş anında) sizde bir sertlik bulsunlar. Bilin ki, Allah sakınanlarla beraberdir." (Tevbe 123) Bu ayet-i kerimede de Rabbimiz önce en yakınımızdaki inkarcılarla cihad etmemizi bizlere emrettiğini görmekteyiz.

Bir adabı muaşeret kuralı olarak yemek yerken bile  yakın olan taraftan, önümüzden yemeği Peygamberimiz (sas) bize öğretiyor. Peygamber yemek üzerinde ayar verir, uzaktan yerine yakından önünden ye der.

Ümmetin çocuklarını eğitmek, dertleri ile dertlenmek, sıkıntılı anlarında gücümüz nisbetinde yardımlarına koşmak, tıpkı kendi nefsimiz ve kendi ailemiz gibi asli sorumluluğumuzdur. O yüzden Rabbimiz bizleri birbirimizden ve kendi ehlimizden sorguya çekeceğinden şüphe yoktur. Öncelikli sorumluluk kendi ailemiz, birazdan söyleyeceğim kıyamet gününde kimden kaçacaksanız sorumluluğunuz ona yöneliktir. Kaçıyorsanız birisinden, ona karşı sorumluluğunuz var ki ve bu sorumluluğu ihmal etmişsiniz ki kıyamette kaçıyorsunuz anlamına gelir. Onun için öncelikle herkes kendi ailesine karşı ve dünya müslümanlarına karşı bu anlamda cehenneme sürüklenmemesi için sorumludur. 

Ehlimize karşı sorumluluğumuz sadece dünyevi anlamda onların ihtiyacını karşılamak değildir. İş, aş, eş  ile ilgili sorumluluğumuz zaten fıtridir. Bunu yapmak için Müslüman olmaya da gerek yok zaten bu dünyevi ihtiyaçlarını karşılama konusunda. Ama diğer konular genelde Müslümanların ihmal ettiği konulardır. Hatta ehlinizi cehennemden korumaya yönelik olan bu emir, neden cennete sevketmeye yönelik bir emir değil? Çünkü insanların yanlışa sevkedilmeleri, yanlışa çağrılmaları çok daha yaygın ve heva hevasına uyma noktasında insana daha caziptir. Önemli olan cehenneme giden yolu kapatabilmektir, cehenneme giden yolların önce tıkanması lazımdır. Onun için cehennemden koruyun hususu geldi. İhtiyaçları giderebilirsiniz ama ehlimizle alakalı endişelerimiz sadece dünyevi anlamda ise kaybetmişiz demektir. Hastalandıklarında üzüldüğümüz kadar, bir sınavda başarısız olduklarında üzüldüğümüz kadar, ya da huzursuz oldukları zaman üzüldüğümüz kadar eğer Allah'a isyanları, Allah'a karşı günah işlemeleri, Allah'a karşı vurdum duymaz olmaları, Peygamber, Kitap ve Allah'la ilişkilerini bozmaları bizi rahatsız etmiyorsa, o anlamda bizim bu iman durumumuzu gözden geçirmemiz lazım. Şöyle deme hakkımız yok: “Bunlar zaten ileride öğrenecekler, akılları başlarına geldikleri zaman öğrenecekler.” Bu müslümanca bir tavır değildir. Bize düşen cehenneme sürüklenecekleri durumdan onları muhafaza ettiğimiz gibi cennete sevk edecekleri durumları da ona öğretmek zorundayız. Müslüman olarak bunu yapmak zorundayız. Sonuç almak değil bakınız, sonuç almaktan bahsetmiyoruz sonuç Allah'a aittir.

Sahiden çocuklarımızın hangi durumları bizi üzmekte, hangi durumları uykularınızı kaçırmakta ve çocuklarımızın hangi durumları bize onure etmektedir. Bunun her birimizin düşünmesi lazım, çocuklarınızın hangi durumundan Şeref duyuyorsunuz, çocuklarınızın hangi durumları sizi mutlu ediyor ya da çocuklarınızın hangi durumlarından dolayı kahroluyorsunuz. “Ne o gemileriniz mi battı?” diye sorulduğu zaman aslında “Hayırdır ne oldu oğlun yine Allah'a isyan mı etti? Size asi mi oldu kızınız? Allah'a karşı eşiniz Allah'a İsyan haline mi geldi?” diye sorulması gerekir, bu boyutta olmalıdır. Müslümanların öteden beri ihmal ettiği konuların başında bu meseleler gelir bunun için Allahu Teala buna tekrar tekrar bir düzen verir, “çocuklarınızı aile efradınızı mutlak surette cehenneme giden yoldan koruyun” der.

Bakın  Yasin Suresi’nde okuduğumuz sürekli okuduğumuz ayetlerden biri bize aslında bu sorumluluklarımız hatırlatılır. Bizim sorumluluklarımız sadece bizim yaptıklarımızdan ibaret değildir, bizim yaptıklarımızın ötesinde. Yani bizden sonra gelecek neslin yaptıkları ile ilgili sorumluluklarımızı kapsar. Geride bıraktıklarımızın da hesabı bize sorulacaktır. Artı yada eksi olarak.

"Onların yaptıklarını ve bıraktıkları her izi yazarız " (Yasin 12) “Sadece yaptıklarımızı değil, çocuklarımıza ne bıraktık iyilik ve kötülük anlamında, bunların tümü yazılır bir imam-ı mübinde bir kaynakta, bir kütükte. Onların tümünü sayıp dökmüşüzdür” diyor Rabbimiz. Bakın biz öleceğiz, bizden sonra bizim etkilerimiz bizim hanemize eksi ya artı olarak yazılacak ve bizim bundan kurtuluş durumumuz yoktur.

Ehlimiz, ifadesi sadece ailemiz anlamında değildir. Sorumluluğu bizim uhdemizde ve sorumluluğumuzda olan herkesi içine alır. Bu işveren için işçileri, amir için memurları, yönetici için tebaasını ve bütün müslümanların birbiri ile münasebetini de içine alır. Bir yerde söz sahibi iseniz, sizin imzanız varsa , sizin kararlarınıza göre insanlar şekilleniyorsa, bu insanlar sizin ehlinizdir ve siz onlara karşı sorumlusunuzdur. Onların Allah'a karşı sorumluluğu da dünyevi anlamdaki sorumluluğu ile aynıdır. “Ben sadece maaş veririm, aş veririm, iş veririm, sadece karınlarını doyururum” demek değildir. Bir müslüman yönetici, bir müslüman alim, bir müslüman baba, bir müslüman patron, bir müslüman işveren, bir müslüman kardeş, sorumluluğu altındaki kişilerin dünyevi hayatından mesul olduğu gibi o kişilerin dini hayatlarını da düzenlemekle mükelleftir. Hatta Hud Süresi’nde Nuh (as) oğlu için “gel gemiye bin” dediğinde oğlu binmemiş ve boğulanlardan olunca Nuh “Rabbim sen bana ehlimi kurtaracağını vaadetmiştin, oğlum benim ehlimdendi” değince, Allah (cc) “cahillerden olmaktan seni sakindırırım ey nuh, oğlun senin ehlinden” değildi demiştir.

Görüldüğü üzere Rabbimiz ancak iman edenlerin birbirinin ehli olduğunu, iman etmemişse, kendi sulbünden bile olsa ehli kavramının içine giremeyeceğini açıklamış ve dolayısıyla ancak mü'minlerin birbirlerinden Allah'a karşı sorumlu olduğunu beyan etmiştir.  Aile reisleri kıyamet günü neyden kaçarlar diye sorduğunuz zaman bunun cevabı da buradadır. Yani kıyamet günü insanlar en yakınlarından niye kaçarlar ki, neden kaçsınlar ki? Dünyada bir muhabbetle kucaklaşan bu insanlar niye biri diğeri tarafından görünmesin diye kaçar? Ama nafile bir kaçış bu.

“Herkes aleyhinde bir dosya çıkacak diye kadın kocasından, baba evladından kaçar. Niye, yemeğin tuzuna karıştı, kilimin desenine karıştı, tüle perdeye karıştı, hepsini ayarladılar ama biri diğerinin dini hayatına karışmadı. Ona her şeyi öğretti ama birtek şeyi öğretemedi ya da öğretmek ve öğrenmek için de bir çaba sarfetmedi. Böylece ömürleri kifayet etti, kıyamet koptu ve gel bakalım sen bana bunu oğrettinde bunu neden öğretmedin, buna karıştında  Allah'a karşı sorumluluğu niye öğretmedin? Bunun hesabını sorarken bunun neden hesabını sormadın? Ben Allah'ın emrine göre örtünmez tesettürü Allah'ın emrine göre gündeme getirmezken, sen neden bana karışmadın? Ey kocacığım diyen kadınlar ya da hanımına karşı sorumluluğu yerine getirmeyen erkekler! Oğul babasından baba oğuldan kardeş kardeşten birbirlerinden kaçarlar. Ey babacığım, Allah'ın gönderdiği Kur'an-ı Kerim'de mirasın nasıl pay edileceği, ticaretin nasıl yapılacağı, eğitim ve öğretimin nasıl olacağı, devletin nasıl idare edileceği, ceza hukukunun nasıl olacağı, kısaca bir Müslümanın nasıl olması gerektiği anlatılmışken sen nasıl olur da laikliği, demokrasiyi, komünizmi, sosyalizmi, bunların Allah'a karşı bir şirk bir küfür olduğunu bana neden anlatmadın? İslam'a göre değil de beşeri hukuka göre yaşamama neden göz yumdun?” diye insanlar birbirinden kaçar, kaçışın nedeni bu sorumlulukların yerine getirilmeyişidir.

İşte bundan dolayıdır ki 6.ayette bu sorumluluğu yerine getirmeyenler, yedinci ayette bu pişmanlığı yaşayan ve bundan dolayı özrünü gündeme getirip Allah'tan özür beyan edip affedilmesini isteyen kişilerin durumuna düştüğünü görmekteyiz. Ey kafirler, bugün özür dilemeyin. Dünyada yaptıklarınızın karşılığını bugün göreceksiniz. Yani eğer ki siz 6.ayetteki sorumluluğu yerine getiremezseniz 7. ayetteki kafirlerin yaşadığı o pişmanlığı yaşama durumunda kalabilirsiniz. Çünkü kafirler bu sorumluluğu yerine getirmezler. Ama bizler mü'miniz. Bizler Müslümanız kıyamet günü bu pişmanlığı yaşamamak için bugünden bu sorumluluğu elbette yerine getirmek zorundayız

Bugün Gazze, Irak, Afganistan, Keşmir, Açe, Myanmar, Çeçenya, Bosna, Suriye, Mısır, Cezayir, Tunus ve bütün dünya müslümanları için bu sorumluluğumuzun farkında olarak yaşama şuurunda olma gerçeğini asla unutmamalıyız.  

 

 


[1] Mevdudi, İslam’da Hükümet, s.21-25.

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul