12 Eylül 2024 - Perşembe

Şu anda buradasınız: / Sahîh-i Buhârî’nin Otoritesini Kazanma Süreci
Sahîh-i Buhârî’nin Otoritesini Kazanma Süreci

Sahîh-i Buhârî’nin Otoritesini Kazanma Süreci Abdulvahap Özsoy

Giriş

 

İslam medeniyetinin kitap merkezli bir medeniyet olduğunu söylemek mümkündür. Kur’an-ı Kerîm’in önceki ümmetlerden kendilerine kitap verilenleri ehli kitap olarak tavsif edip bunlara ayrı bir konum vermiş olması da aslında Hz. Adem’den Peygamber Efendimiz’e (sas) kadar uzanan ve Hz. Peygamber’in güzel bir binaya benzeterek kendisinin de bu binanın eksik kalan bir tuğlası mesabesinde olduğunu ifade ettiği semavi geleneğin de kitap merkezli bir gelenek olduğunu göstermektedir. Kur’an-ı Kerîm’in ayetlerinin iner inmez Hz. Peygamber tarafından yazdırılmış olması da bu medeniyetin kitap merkezli olması için alınmış en önemli tedbirdir. Nübüvvet pınarının en berrak ve son temsilcisi olan Hz. Peygamber hayatta iken almış olduğu tedbirlerle sözlü bir geleneğe sahip olan Arapları kitabi bir medeniyet haline getirmiştir. Bu müdahale çok erken dönemlerden itibaren kitabın hayatın merkezinde yer almasını temin etmiştir. Hadis ilmi açısından konuya bakıldığında henüz Hz. Peygamber hayatta iken sahabe sahifelerinin oluşmaya başladığı, O’nun dâr-ı bekâya irtihalinden sonra da hızlı bir şekilde bu sahifelerin artarak kitaplaşma sürecine geçildiği görülür. Hadis edebiyatında tedvin denilen çağ Hz. Peygamber’in içinde bulunduğu yüzyılda başlamış ve tasnif ile birlikte insanlık tarihinin en verimli eserleri ortaya çıkmıştır. Böylece İslam medeniyeti bidayetinden çok kısa bir süre geçmeden bir kitap medeniyeti haline gelmiştir.

Kitap medeniyeti olmanın en önemli sonuçlarından biri klasik eserlerin ortaya çıkmasıdır. Bu çerçevede erken dönemlerden itibaren İslami ilimler içinde de klasik eserler oluşmuştur. Hadis ilminde klasik eserlerin Hicri 2. yüzyılda oluşmaya başladığı söylenebilir. Bu çerçevede İmam Malik’in el-Muvatta isimli eserinin ilk klasik eserler arasında sayılması uygun olacaktır. Bir eserin klasik olarak kabul edilebilmesi zamana meydan okuyabilmesine bağlıdır. Normalde belli bir zaman diliminde oluşturulan eserler kendi çağına hitap eder ve etkileri sınırlıdır. Eğer bir eser kendi çağını aşabiliyorsa o zaman klasik olma vasfını kazanır. Bir eserin çağını aşabilmesinin ise ortaya çıktığı andan başlayan ve ilerleyen zamanlarda da devam eden bir takım özelliklere bağlı olduğu söylenebilir. Hadis kitapları özelinde bir eserin yüzyıllar boyunca el kitabı olarak kalabilmesi için sahip olması gereken en önemli hususun ortaya çıktığı zaman diliminde ilim adamlarının beğenisini kazanmış olmasının gerek şart olduğu ifade edilebilir. Bu özelliğinin daha sonraki dönemlerde de devam ettirebilmesi oldukça önemlidir.

Sünni İslam dünyası açısından Kur’an’dan sonra en güvenilir kitap olarak tavsif edilen Buhârî’nin el-Câmiu’s-Sahîh diye meşhur olan eserinin ortaya çıktığı zaman diliminde bu özelliği haiz olduğu görülmektedir.

 Buhârî hayatta iken daha çok cerh ve tadil alimi olarak ön plana çıktığı anlaşılmaktadır. Bu anlayışın oluşmasında henüz 18 yaşında iken yazdığı söylenilen ve 13000 civarındaki ravinin güvenilirlik durumunu ele aldığı et-Târîhu’l-kebîr isimli eserinin etkili olduğu söylenebilir (Bk. Ağırman, 40/89).

Buhârî’nin Sahîh’ini yazma süreci hayatının erken dönemlerinde başlamış ve ömrünün sonuna kadar sürmüş gibi görünmektedir.

Kaynaklarda aktarıldığına göre İmâm Buhârî[1] bütün kitaplarını üç kere tasnif etmiştir (Zehebî, 12/403). Bu bilgi onun, kitaplarını sürekli kontrol edip birden çok defa gözden geçirdiğini göstermektedir.

Buhârî’nin, kitabına bir hadisi yerleştirmeden önce abdest alıp iki rekat namaz kıldığı rivayet edilmektedir. el-Câmi isimli eserini 600 bin hadis içinden seçmek suretiyle 16 yılda yazdığı, bu kitabını kendisiyle Allah arasında bir hüccet olarak kabul ettiğini söylediği aktarılmaktadır. Yine kitabını Mescid-i Haram’da yazdığı, kitabına bir hadis aldığında istiharede bulunduğu ve iki rekat namaz kılarak sıhhatinden emin olduğu da aktarılmaktadır (Kandemir, "el-Câmiu’s-Sahîh", 7/115).

İbn Hacer’e göre, Buhârî’nin kitabını yazma yöntem, zaman ve usulüne dair bilgiler cem edildiğinde onun, eserini farklı beldelerde yazdığı anlaşılmaktadır. Bu çerçevede eserinin yazımına, tertibi ve bâblara ayırma işine Mescid-i Haram’da başlamış, sonra hadisleri kendi memleketinde ve başka yerlerde eklemiştir. Çünkü kitabını 16 yılda yazdığını söylemektedir. Ancak Mekke’de bu kadar süre kalmamıştır. Ayrıca Buhârî’nin eserindeki tercemeleri Hz. Peygamber’in (s.a.s.) kabri ile minberi arasında değiştirdiği ve her bir terceme için iki rekat namaz kıldığı aktarılmaktadır. İbn Hacer, bu rivayetin daha önceki yorumunu geçersiz kılmadığını ifade ederek, önceden müsvedde halinde yazdığı kitabını burada temize geçmiş olabileceğini söylemektedir (İbn Hacer, Fethu’l-bârî, 1/489).

Buhârî’nin kitâbını yazdıktan sonra Ali b. el-Medînî, Ahmed b. Hanbel, Yahyâ b. Maîn ve diğer hadis âlimlerine sunduğu ve onların da kitabı beğenip dört hadis hariç tüm hadislerinin sahih olduğuna şahitlik ettikleri aktarılmakta ve bu dört hadisin sahihliği konusunda da Buhârî’nin sözünün muteber olduğu ifade edilmektedir (İbn Hacer, Tağlîku’t-Ta'lîk, 7/463).

Buhârî, hadis imlâsı ve el-Câmi’ini yazdırmak için ders halkaları oluştururdu. Sahîh’i İmâm Buhârî’den nakleden talebesi Firebrî’den, Buhârî’den 60 bin kişinin hadis dinlediği bilgisi aktarılmaktadır (Hatîb, 2/5).

İbn Rüşeyd daha sonra Firebrî tarîkiyle kitabın mütevatirlik özelliğini kazandığını, Müslümanların ona sarıldığını ve güvenilirliği hususunda icmanın oluştuğunu ifade etmektedir (İbn Rüşeyd, 19).

Buhârî ile memleketine döndükten sonra görüşen Firebrî’nin verdiği bu rakama dair farklı rivayetler söz konusudur. Ancak bu rakamlar halkın Buhârî’ye gösterdiği ilgiyi yansıtıyor olmalıdır. Çünkü bu kadar kişinin ilgili zaman diliminde baştan sonra kadar Sahîh-i Buhârî’yi okumuş veya dinlemiş olma ihtimalleri çok makul değildir. Zira İmâm Buhârî’nin Sahîh-i Buhârî’yi sonraki nesle aktardığı ifade edilen öğrencilerinin, bazıları tartışmalı olmakla birlikte, bir elin parmaklarını geçmediği görülmektedir. 

Buhârî’yi sonraki nesle aktaran ilk tabaka râvîleri kronolojik olarak şu şekilde sıralanabilir:

1. Ebû İshâk İbrâhîm b. Ma’kıl en-Nesefî (öl. 295/908)

Nesefî’nin Buhârî nüshası Ebû'l-Fadl Halef b. Muhammed b. İsmâîl el-Hayyâm (öl. 361/971) isimli talebesi tarafından sonraki nesillere aktarılmıştır (Hatîb, 2/8,322).

Hattâbî, Ebû Ali el-Gassânî ve İbn Hacer, İbrâhîm b. Ma‘kıl en-Nesefî nüshasına ulaşmışlardır (Özsoy, 49).

Nesefî’nin vefat tarihi genellikle 295/905 olarak verilmektedir (Zehebî, Siyer, 13/493.). Bu tarih bazı eserlerde 294 şeklinde kaydedilmiştir (Kastallânî, 1/51).

2. Ebû Muhammed Hammâd b. Şâkir b. Seviyye en-Nesefî (öl. 311/921) 

Hammâd b. Şâkir’in rivayet ettiği nüshanın ilgi görmediği, sonradan ise Firebrî’nin gölgesinde kalıp kaybolduğu anlaşılmaktadır.

Hammâd b. Şâkir’in nüshasının günümüze ulaştığına dair herhangi bir bilgi yoktur (Özsoy, 59-60).

3. Ebû Abdillah Muhammed b. Yûsuf el-Firebrî (öl. 320/932)

Firebrî’nin Buhâri’nin Sahîh’ini ilkini 248 yılında Ferebr’de diğeri de Buhara’da olmak üzere, iki kere semâ ettiğini aktarılmıştır (İbn Hayr, 83). Günümüzdeki Buhârî Nüshaları Firebrî’nin nüshasına dayanmaktadır.

4. Ebû Talha el-Bezdî / el-Bezdevî (öl. 329/940)

Bu nüshaya dair de hiçbir iz bulunmamaktadır, muhtemelen Buhârî’den yaptığı rivayet zayıf kabul edildiği için bu nüsha yaygınlık kazanmamıştır (Cum'a Fethî, 1/208).

5. Ebû Abdullah el-Mehâmilî (öl. 330/ 940)

Firebrî’den sonra Sahîh-i Buhârî’yi aktaran râvilerden en meşhurları Ebû Alî Saîd b. Osmân b. Saîd b. es-Seken (öl. 353/964), Ebu Zeyd Muhammed b. Ahmed el-Mervezî (öl. 371/981), Ebû Ahmed Muhammed b. Muhammed el-Cürcânî (öl. 373/983), Ebû İshâk İbrahim b. Ahmed el-Müstemlî (öl. 376/986), Ebû Nasr Ahmed b. Muhammed el-Ahsiketî (öl. 376/986), Ebû Ali Muhammed b. Ömer b. Şebbûye (öl. 378/988), Ebû Muhammed Abdullah b. Ahmed b. Hammûye el-Hammûyî es-Serahsî (öl. 381/991), Ebu’l-Heysem Muhammed b. Mekkî el-Küşmîhenî (öl. 389/998) ve Ebû Ali İsmail b. Muhammed el-Küşânî’dir (öl. 391/1001). İbnü’s-Seken’den Abdullah b. Muhammed el-Cühenî (öl. 395/1005) nakletmiş; Mervezî’den Ebû Muhammed Abdullah b. İbrahim el-Asîlî (öl. 392/1002), Ebu’l-Hasen Ali b. Muhammed el-Kâbisî (öl. 403/1012) ve Ebu Nuaym el-İsfahânî (öl. 430/1039); Cürcânî’den Asîlî, Kâbisî ve Ebû Nuaym; Müstemlî’den Abdurrahman b. Abdillah el-Hemdânî (öl. 411/1020) ve Ebû Zer el-Herevî (öl. 434/1043); Ahsiketî’den İsmâil b. İshâk es-Saffâr (öl. ?); İbn Şebbûye’den Hemdânî ve Saâd b. Ebî Saîd el-Ayyâr (öl. 457/1065); Serahsî’den Ebû Zer ve Ebu’l-Hasen Abdurrahman b. Muzaffer ed-Dâvûdî (öl. 467/1074); Küşmîhenî’den Ebû Zer, Kerîme bt. Ahmed el-Merveziyye (öl. 463/1071) ve Ebû Sehl Muhammed b. Ahmed el-Hafsî (öl. 466/1073); Küşânî’den de Ebu’l-Abbas Cafer b. Muhammed el-Müstağfirî (öl. 432/1041) nakilde bulunmuştur (Özsoy, 82 vd.).

Bu aşamadan sonra Sahîh-i Buhârî nüshalarının rivayeti yanında Firebrî’nin öğrencilerinin naklettiği rivayetlerin karşılaştırılarak edisyon faaliyetleri başlamaktadır (Özşenel, 461).

Daha önceki dönemlerde bireysel çerçevede yürütülen Buhârî nüshalarının istinsahı faaliyetinin, farklı nüshaların karşılaştırılarak edisyon çalışmalarına evrilmesinin arka planında yatan önemli ilmî, siyâsi ve sosyolojik gerekçeler bulunmalıdır. Asîlî (öl. 392/1002) ve Ebû Zer el-Herevî’nin (öl. 434/1043) ön plana çıktığı bu faaliyetlerin tarihi hicri 4.-5.; miladi 10.-11. yüzyıllara karşılık gelmektedir. Bu yüzyılların İslam dünyası açısından çok iç açıcı bir manzaraya sahip olduğu söylenemez. Özellikle Sünni dünya açısından bu yüzyılda çok büyük sıkıntıların yaşandığı söylenebilir. Siyâsi olarak Abbâsî devletinin Fatimî ve Büveyhî kontrolüne girdiği ve Sünnî dünya üzerinde Şiî egemenliğinin çok büyük oranda etkili olduğu bir ortam söz konusu olmuştur (Ayrıntılı bilgi için bk. Azimli, 19-32). Öyle ki Abbâsî halifelerine rağmen Mekke’de hutbe Fâtımîler adına okunuyordu (Küçükaşcı, 127).

Bu zaman diliminde Abbâsî iktidarı güç kaybetmiş ve başkent Bağdat’ta bile hâkimiyetin zaman zaman aksadığı bir dönem olmuştur. Bağdat’ın Şiî mahallelerinde egemenlik nişanesi olan hutbeler Fâtımî Halifesi Hâkim-Biemrillâh adına okunmaktadır. Kaynaklarda iç karışıklıklara ve buna bağlı olarak yağma ve hırsızlık olaylarına sık sık atıflar vardır. İktidarı süresince kendi varlığının tek belirleyicisi olan hutbelerin adına okunması için özel gayret gösteren Abbâsî halifesi Kâdir-Billâh’ı daha çok Abbâsî topraklarında yoğun olarak faaliyet gösteren Fâtımîler ve menfaatlerine göre davranan mahallî emîrler meşgul etmiştir. Bu dönemde Fâtımîler’in Abbâsî topraklarındaki hâkimiyetleri sadece Haremeyn ile sınırlı değildi; 401 (1010) yılında Musul, Kûfe ve Enbâr’da hutbe Fâtımîler adına okunuyordu. Sultan Gazneli Mahmud, Kâdir-Billâh adına hutbe okuttuğunu Bağdat’a bir elçi göndererek kendisine bildirdi. Mahmud, çıkmış olduğu seferleri ve fetih haberlerini sık sık Bağdat’a bildirerek ele geçirdiği ülkelerdeki hâkimiyetini tasdik eden nişaneler göndermesini halifeden istemiş ve iktidarı süresince Kâdir-Billâh’a tabi olmuştur. (Küçükaşcı, 127-128). Bu durum Türklerin İslam dünyası üzerinde yavaş yavaş etkinliğini artırmaya başladığını göstermektedir. Daha sonraki dönemlerde ise özellikle Selçukluların Abbâsî halifelerinin siyasi olarak korumaları altına almaları ve Sünnî dünyanın Türkler eliyle yeniden güçlenmeye başladığı bir döneme kapı aralayacaktır. Türklerin İslam dünyasının hamiliği ve bayraktarlığını yapmasının da bu kriz döneminin neticesinde ortaya çıktığı söylenebilir. Sünnî dünyadaki bu siyasi dağınıklık bir birlik oluşturma ihtiyacını ortaya çıkarmıştır.

Bu birliği oluşturmanın teorik boyutunun özellikle homojen bir düşünce sistemi oluşturmaktan geçtiği ifade edilebilir. Bu çerçevede özellikle Mu‘tezile ve Şîa karşısında Selef metodu ile hareket eden ana akım İslâmî topluluk, bu yaklaşımın kendi aleyhlerine işlediğini fark etmiş olmalıdırlar. İslâm topraklarının çok genişlemiş olduğu bu ortamda dünya üzerinde var olan bütün felsefî, dinî ve ilmî yaklaşımlar özellikle Abbâsîlerin altın çağı olarak ifade edilen dönemlerde Beytü’l-Hikme gibi müesseseler vasıtasıyla İslâm dünyasına taşınmış ve çok zengin bir fikrî tartışma ortamı oluşmuştur. Bu vasatta özellikle itikâdî konularda yeni ortaya çıkan meselelere dair cevapsızlık diye ifade edebileceğimiz Selef metodunun çaresiz kaldığı söylenebilir. Bu durum ise ilmî ve fikrî anlamda bidat mezhepleri tarafından yapılan propagandaların geniş halk kitlelerinde makes bulmasına sebep olmuş; itikâdî ayrışmalar geniş halk kitlelerini etkilemiş ve nihayetinde siyasî olarak da büyük bölünmelere, Sünnî dünyanın siyaseten güçsüz bir duruma düşmesine sebep olmuştur. Bu durum İslâm âlim ve idarecilerini siyasi birlik için ilmî anlamda da mücadele edilmesi gerektiği fikrine götürmüş ve itikâdî anlamda yeni bir metot ile akıl ve naklin bir arada kullanıldığı ehlisünnet kelamı ortaya çıkmıştır. İmâm Eş’arî (öl. 324/935-36) ve İmâm Maturîdî’nin (öl. 333/944) hemen hemen aynı dönemde bu yaklaşıma öncülük etmiş olmaları aktardığımız ilmî ve siyasî mülahazalardan bağımsız olarak gelişmiş olamaz (Uludağ, 116 vd.).

Dönemin halifelerinden Kâdir-Billah’ın da bu çerçevede önemli faaliyetleri olmuştur. Kâdir-Billah bir taraftan Abbâsî hâkimiyetini eski günlerine döndürmeye gayret ederken diğer taraftan Sünnî hâkimiyeti tesis etmek için çaba göstermiştir (Küçükaşcı, 2001). Hatta bu amaçla er-Risâletü’l-Ḳâdiriyye (el-Uṣûl) adlı eseri kaleme aldığı aktarılmaktadır. İlgili eserde usûle dair hadis imamlarının tertibi esas alınarak ashâbın faziletlerinden bahsedilmiş, Ömer b. Abdülazîz’in üstünlükleri dile getirilmiş, Kur’an’ın mahlûk olduğuna inananların ve Mu‘tezilî görüşü benimseyenlerin fikirlerinin yanlışlığı ispat edilmeye çalışılmıştır. Eserin cuma günleri Mehdî Camii’nde ilim halkalarında okunduğu kaydedilmektedir (Hatîb, 4/37). İlmi anlamdaki parçalanmayı kaldırmak için 408 (1017-18) yılında Mu‘tezilî olan âlimlerden tövbe etmelerini, eski görüşlerinden vazgeçmelerini istemiş, onlar da görüşlerinden vazgeçtiklerini, Sünnîliğe muhalif bir şey söylemeyeceklerini belirterek bu hususu yazılı olarak kayıt altına almışlardır (İbnü’l-Cevzî, 9/155).

Bu çerçevede ilmî birlikteliği aşındıran en önemli ayrılık noktalarından birinin hadisler olduğu söylenebilir. Daha önceki dönemlerde ehl-i hadis - ehl-i re’y ayrımının ortaya çıkartmış olduğu ihtilaflar düşünüldüğünde bu konuda da bir ortak metin ihtiyacının olduğu bir ortamda Endülüs bölgesine Buhârî’yi götüren Asîlî ve Hicaz bölgesinde yaygınlık kazanmasını sağlayan Ebû Zer el-Herevî bu görevi deruhte etmiş gibi görünmektedir. Özellikle Ebû Zer el-Herevî Sahîh-i Buhârî’yi Buhârî’nin talebesi ve en önemli râvisi Firebrî’nin üç tanınmış öğrencisinden okumuş olması ve üç nüshadan hareketle tenkitli bir nüsha meydana getirerek Mekke’de hac mevsiminde yıllarca Sahîh-i Buhârî’yi okutması kendisine ve nüshasına büyük şöhret kazandırmıştır (Kandemir, 1994).

B. Sahîh-i Buhârî’nin Otorite Olmasının Muhtemel Sebepleri

1. Ortaya Çıktığı Zaman Diliminden Kaynaklanan Sebepler

Buhârî’nin İslam dünyasının en uç bölgesi olan Buhara’dan kalkarak uçtan uca bütün bir İslâm dünyasını kat edip Hicaz ve Kûfe bölgesine gelmiş olması İslâm dünyasının ilmî durumunu ana hatlarıyla gözlemlemesini sağlamış olmalıdır. Muhtemelen hadislerle ilgili olarak tespit etmiş olduğu en önemli bulgu, güvenilir rivayetlerden oluşan bir hayat rehberinin olmamasıdır. Bu çağ itibariyle hadis ilminde uzun yıllar ilim tahsil etmeden mevcut rivayetlerden istifade ederek çağın ihtiyacı olacak Nebevî çözümleri sunmak imkansızdır. Özellikle Buhârî’nin eserini kaleme aldığı zaman dilimi ve sonrasındaki birkaç yüzyıl boyunca rihleler yaparak ömrünün en verimli yıllarını şehir şehir dolaşmakla geçirmeyen birisi hadis ilminde yeterli bir seviyeye ulaşamamaktadır. Buhârî’den yaklaşık iki asır sonra yaşayan Gazzâlî’nin (öl. 505/1111) bile hadis ilmine dair yeterli bir birikime sahip olmadığını itirafa mecbur bırakan bir durum söz konusudur (Gazzâlî, 246). Zira bu tahsil yöntemi uzun yıllar sadece hadis ilmiyle meşgul olmayı gerektirmektedir. Bu durum erken dönemlerde ehl-i re’y ile ehl-i hadis tartışmalarında da gündeme gelmiş ve ehl-i hadis yaptığı rihleler sebebiyle hem kendilerine hem de ailelerine zulmetmekle itham edilmiştir (Râmhurmûzî, 216-219.). Hadis âlimleri bile zaman zaman kendi çocuklarını hadis tahsili hususunda uyarma ihtiyacı hissetmişlerdir. Örneğin büyük hadis alimi Şu’be İbnü’l-Haccâc’ın (öl. 160/776) oğlu Sa‘d’a “Şayet çileli ve mutsuz olmak istiyorsan hadis talep et!” dediği nakledilmiştir (İbn Hacer, Lisânu’l-Mîzân, 3/16).

Buhârî’nin hocası İshâk b. Râhûye’nin sadece sahih hadislerden oluşan muhtasar bir kitap yazılmasına yönelik temennisi (İbn Hacer, Hedyü’s-sârî, 6-7) ile Buhârî’nin yolculukları esnasında görmüş olduğu bu ihtiyaç birleşince Sahih-i Buhârî’nin ilk tohumları atılmış ve 16 yıllık bir süreçte Sünnî İslâm dünyasının en önemli hadis külliyatı ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla Sahîh-i Buhârî’yi yazıldığı dönem itibariyle ön plana çıkartan en önemli etkenlerin başında çağın ihtiyacına çözüm sunmaya yönelik bir çabanın ürünü olması gelmektedir, denilebilir.

Diğer taraftan Buhârî’nin eserini bitirdikten sonra dönemin hadis otoritelerine sunarak onların da onayını alması ilmî anlamda da kendini ispatladığı anlamına gelmektedir. Buhârî’nin kitâbını yazdıktan sonra Yahyâ b. Maîn, Ali b. el-Medînî ve Ahmed b. Hanbel diğer hadis âlimlerine sunduğu ve onların da kitabı beğenip dört hadis hariç tüm hadislerinin sahih olduğuna şahitlik ettikleri aktarılmakta ve bu dört hadisin sahihliği konusunda da Buhârî’nin sözünün muteber olduğu kaydedilmektedir (İbn Hacer, Tağlîku't-Ta'lîk, 5/423).

Sahîh-i Buhârî’nin yazıldığı dönem itibariyle ön plana çıkmasının bir diğer önemli yönü ise yazarının ilmî kişiliği olmalıdır. Zira Buhârî hadis tahsiline başlarken râvilerle ilgili hadis ilimlerine yoğunlaşmış ve hadis râvilerini incelediği ilk kitabı olan et-Târîhu’l-Kebîr’i henüz onlu yaşlarındayken yazmıştır. Bu durum onun hadislerin senedleri konusunda da otorite olmasını temin etmiş ve hayatta iken daha çok bu yönü ile ön plana çıkmıştır.

Alt konu başlıklarındaki inceliklere ilaveten sistematik anlamda Sahîh-i Buhârî’yi diğer eserlerden ayıran diğer bir hususiyet ise başlıkların altında ilgili konuya dair geçmiş birikimi yansıtan yaklaşımları vererek tabiri caizse konuya dair bir giriş kaleme almasıdır. Konulara giriş diye ifade edebileceğimiz bu bölümlerde konu ile ilgili ayetlere, ayetlerin tefsirine, ayetlerde geçen kelimelerin izahına dair malumatlar verilmektedir (Türcan, 77 vd.). Ayrıca ilgili konuya dair geçmiş âlimlerin değerlendirmeleri, hadis ilminin genel geçer bilgi aktarma usûlü gevşetilerek nakledilmiştir (Örnek olarak bk. Buhârî, “İlim”, 1). Bu durum Buhârî’ye yönelik en çok eleştirinin yöneltildiği bir durumu ortaya çıkarmış ve 1341 gibi oldukça büyük oranda muallak denilen, senedi tam olarak verilmemiş bilgilerin kullanılmasına sebep olmuştur. Buhârî’nin kullanmış olduğu bu bilgi aktarım usulünün o güne kadar bir hadis terimi ile ifadesi bile söz konusu değildir. İlk defa bu rivayet usulü için muallak kavramının, Sahih-i Buhârî’yi ilk tenkit edenlerden Darekutnî (öl. 385/995) tarafından kullanıldığı ifade edilir (Aydınlı, 30/309-310). Bu konuya dair hadis tarihinde oldukça yoğun tartışmaların olduğu ve İbn Hacer’in Tağlîku’t-ta‘lîk alâ Sahîhi’l-Buhârî isimli beş ciltlik bir eser kaleme aldığı bilinmektedir. Ancak muallak hadis meselesine farklı yaklaşan Fuat Sezgin’in, bu durumu Buhârî’nin kendine ait orijinal bir tavrı olarak yorumladığı görülmektedir. Ona göre Buhârî aslında isnad kullanımına dair yeni bir aşamaya geçişin habercisidir (Sezgin, 141-143.). Zira Buhârî eserinin yaklaşık yedide birinde isnadsız bilgiler aktarmak suretiyle önceki dönemlerdeki isnad kullanma zorunluluğunu gevşetmiş ve bir anlamda özellikle bâb başlıkları ile hadisçilerin ilgisini senedlerden metinlere doğru kaydırmaya çalışmıştır, denilebilir.

Buhârî’nin eserini hadis ilmi açısından ön plana çıkartan senedlerdeki râviler ve hadis rivayet usulüne dair tasarrufları da söz konusudur. Ancak bunların daha sonraki süreçlerde gündeme geldiği söylenebilir.

2. Sonraki Dönemlerde Ortaya Çıkan Sebepler

Buhârî’nin hadis âlimleri nezdinde otorite olma sürecine dair yapılan çalışmalar bu durumun izlerine dair en erken tarih olarak hicrî dördüncü yüzyılı vermektedir. Buna göre Buhârî’nin eserine sadece sahîh hadîsleri aldığına dair ilk açıklama yapan, İbn Adî’dir (öl. 365/976). İbn Mende (öl. 395/1004) ise rivayet ettiği hadislerin ardından bunların Buhârî ve Müslim’in eserlerinde de yer aldığını ifade etmek suretiyle hadis konusunda Buhârî ve Müslim’in otorite olduklarına ilk işaret eden âlim olmuştur. Böylece hicrî dördüncü asrın ikinci yarısından itibaren Buhârî’nin dikkatleri çektiği görülmektedir (Çakın,  100-109). Daha sonra Hâkim en-Nîsâbûrî (öl. 405/1014) Buhârî’nin İslam dünyasında yaygınlık kazandığından bahsetmiştir. Dördüncü yüzyılda Buhârî ve Müslim’in bir araya getirildiği, râvilerinin incelendiği, rivayet ettikleri hadislerin başka senedlerinin bulunduğu müstahrec tarzı ve eserlerine alınmasının gerekli olduğunun iddia edildiği bir takım hadisleri toplayan müstedrek tarzı eserlerin yazılması bu yüzyılda hadis alimleri arasında Buhârî ve talebesi Müslim’in otorite olduklarını göstermesi açısından önemlidir (Yücel,  142-143).

Yukarıda değinildiği üzere bu durum Buhârî’nin nüsha farklılıklarını karşılaştıran edisyon mahiyetinde ilk çalışmaların da Asîlî (öl. 392/1002) ve Ebû Zer el-Herevî (öl. 434/1043) tarafından bu zaman diliminde yapılmış olması ile paralellik arz etmektedir.  Yani Buhârî bir taraftan hadis ilminde otorite olmaya başlamış, aynı zamanda da kitabın sonraki nesillere sağlıklı olarak nakli için teknik çalışmalar ve tamamlayıcı eserler kaleme alınmıştır.

Buhârî merkezli çalışmalar onun ilmî hususiyetlerini de ortaya çıkartmış ve nihayetinde İslâm ilim geleneğinde Allah’ın kitabından sonra en güvenilir kitap olarak Buhârî’nin Sahih’i kabul edilmiştir. Bu noktada özellikle Buhârî ve Müslim’deki hadislerin sıhhati konusunda bir icmânın oluşması önemli bir dönüm noktası oluşturmuştur. Bilinebildiği kadarıyla böylesi bir icmâdan ilk bahseden âlim Kâdî İyâz’dır (öl. 544/1149) (Tuğlu, 140 vd.). İbnu’s-Salah (öl. 643/1245) ile birlikte ise Buhârî ve Müslim’deki hadislerin kat'î ilim ifade ettiği, yani Hz. Peygamber’e aidiyetlerinin kesin olduğu anlayışı hadis ilminde egemen olmaya başlamıştır. İbnu’s-Salâh’ın bu yaklaşımını sadece hadis ilminin verileri çerçevesinde izah etmek yeterli olmasa gerektir. Zira çalışmanın başında da ifade edildiği üzere İslâm dünyasının birliğe muhtaç olduğu dönemlerin belki de zirvesi İbnu’s-Salâh’ın hayatta olduğu yedinci yüzyılda yaşanmaktadır. Bu çağda Müslümanlar bir taraftan haçlılar, diğer taraftan ise Moğollarla mücadele içindeydiler. İbnu’s-Salâh 6 yaşındayken Kudüs haçlıların elinden alınmıştı. Ancak haçlılar Kudüs’ten asla vazgeçmemiş, sürekli seferler düzenlemişlerdir. İbnu’s-Salâh da Kudüs’teki eğitim faaliyetine bu haçlı tehdidi sebebiyle ara vermek zorunda kalmıştır. İbnu’s-Salâh daha sonra Dımaşk’a geçmiş ve burada da hadis ilmi açısından oldukça önemli bir aşamaya geçilmiştir. Melik Eşref (ö. 635/1237), İbnu’s-Salâh adına bir dâru’l-hadîs açmış ve ilk olarak Eyyübî hükümdarı Nureddin Mahmûd Zengi (öl. 569/1173) tarafından açılan daru’l-hadîslerin en etkilisi diyebileceğimiz bir kurum oluşturulmuş, hadis tedrisi örgün olarak devam etmiştir. Bu durum da İslâm dünyasındaki fikrî ayrılıkların ilmî dayanaklarını en aza indirgemek adına yapılmış siyasî-ilmî bir müdahale olarak kabul edilebilir. Daha önceki dönemlerde Selçuklu Veziri Nizâmülmülk tarafından kurulan Nizamiye medreseleri Müslümanları birleştirme ve dahilî ve haricî düşmanlarla ilmî anlamda sistemli bir mücadele amacına hizmet etmekteyken dâru’l-hadislerle birlikte içerdeki dinî ihtilaflarda en tartışmalı alanlardan biri olan hadisler konusunda da birleştirici bir tutum geliştirme amaçlanmış olmalıdır (Özşenel, "Bir Kriz Dönemi Âlimi Olarak İbnu’s-Salâh", 56 vd.). İşte böylesi bir ortamda Müslümanların üzerinde ittifak edecekleri ilmî kaynakların oluşması kaçınılmaz olarak görülmüş olmalı ki, İbnu’s-Salâh tarafından, üzerinde uzun yıllardır çalışmalar yapılan ve artık birer İslâm klasiği olarak kabul edilebilecek Buhârî ve Müslim’in Sahîh isimli eserleri bu temel kaynaklar olarak tespit edilmiştir (Krş. Brown, 209 vd.).

Sonuç

İslam medeniyetinin kitap medeniyeti olduğunu söyleyebiliriz. Bu kitapların başında Kur’an-ı Kerîm gelmektedir. İslâm medeniyetinin bu kurucu metni Hz. Peygamber tarafından hayata aktarılmış ve uygulanmıştır. Sahâbe-i Kirâm Hz. Peygamber’in uygulamalarına bizzat şahit olmuş ve kendi hayatlarını buna göre dizayn etmişlerdir. Hz. Peygamberle bir arada bulunma şerefine nail olamayan sonraki dönem Müslümanları ise ondan aktarılan bilgiler ile bir bağ kurma çabası içine girmişler, bu çaba neticesinde hadis külliyatı oluşmuştur. Bu külliyat içinde ise ön plana çıkan eserlerin başında Buhârî’nin Sahîh-i Buhârî adıyla meşhur olan asıl ismi ise yazarı tarafından el-Câmiu’s-sahîhu’l-müsnedu’l-muhtasar min umûri Resûlillahi ve sünenihi ve eyyâmih şeklinde belirlenen şaheser yer almaktadır.

Sahîh-i Buhârî’nin bir şaheser veya İslâm klasiği haline gelmesi bir anda olmamış, hadis âlimlerinin yapmış olduğu çalışmalar, ilmî anlamda kalitesini ortaya koymuştur. İslâm dünyasının her alanda birliğe ihtiyaç duyduğu bir zaman diliminde özellikle de en çok ayrılıklara sebep olan hadisler konusunda böyle bir eserin var olması doğal olarak onu bir İslâm klasiği haline getirmiştir.

Bu durum Allah ile olan kitâbî irtibatın Kur’an-ı Kerîm’le sağlanması gibi Hz. Peygamberle olan teorik bağın da Sahîh-i Buhârî üzerinden sağlanmasına sebep olmuş ve Hz. Peygamber ile Sahîh-i Buhârî özdeşleştirilmiştir. Tarihte Sahîh-i Buhârî’ye atfedilen ve günümüz insanının aklının fazlaca almadığı önemin bu noktadan hareketle geliştiği söylenebilir. Bu anlayış Müslümanların birliğe ihtiyaç duydukları sıkıntılı zamanlarda adeta peygamberlerine sarılırcasına Sahîh-i Buhârî’ye sarılmalarına sebep olmuş ve bu eser İslâm medeniyetinin birliğinin göstergesi, tıpkı ezan gibi bir şeâir haline gelmiştir. Osmanlıda ihdas edilen Buhârihanlık müessesesi ve Buhârî-i Şerîf hatimlerini bu çerçevede düşünmek gerekmektedir. İslam dünyasının birliğine yönelik saldırılarda da Sahîh-i Buhârî’nin hedef alınması bu açıdan dikkat çekicidir.

 

 

 

KAYNAKÇA

Ağırman, Cemal. “et-Târîhu’l-Kebîr”. Diyanet İslam Ansiklopedisi. 40/89-90. İstanbul, 2011.

Aydınlı, Abdullah. “Muallak”. Diyanet İslam Ansiklopedisi. 309-310. İstanbul: TDV Yayınları, 2005.

Azimli, Mehmet. “Sünni Hilafete Tahakküm Kurmuş Bir Şii Hanedan : Büveyhiler”. Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi VII/2 (2005), 19-32.

Brown, Jonathan. The Canonization of al-Bukhari and Muslim: The Formation and Function of the Sunni Hadith Canons. Leiden-Boston: Brill, 2007.

Buhârî, Ebû Abdillah Muhammed b. İsmâîl. el-Câmiu‟s-Sahîh. thk. Muhammed Zuheyr b. Nâsırunâsır. Beyrut: Dâru Tavki’n-Necât, 2001.

Cum’a Fethî Abdulhalîm. Rivâyâtu’l-Câmi’i’s-Sahîh ve Nüsehuh. Feyyûm/Mısır: Dâru’l-Fellâh li’l-Bahsi’l-İlmî, 2013.

Çakın, Kamil. “Buhârî’nin Otoritesini Kazanma Süreci”. İslâmî Araştırmalar (Dergi) X/1-2-3 (1997), 100-109.

Gazâlî, Ebu Hamîd Muhammed. Kânûnu’t-te’vîl. thk. Mahmûd Bîcû, 1993.

Hatîb el-Bağdâdî. Târîhu Bağdâd. I-XIV Cilt. Beyrut: Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye, ts.

İbn Hacer. Tağlîku’t-Ta’lîk ala Sahîhi’l-Buhârî. thk. Saîd Abdurrahman Musa. I-V Cilt. Ammân, 1984.

İbn Hacer el-Askalânî, Ahmed b. Ali. Fethu’l-bârî şerhu Sahîhi’l-Buhârî. thk. Muhibbuddin Hatib. Beyrut: Dâru’l-Ma’rife, 1959.

İbn Hayr, Ebû Bekir Muhammed b. ʿÖmer b. Halîfe el-Lemtûnî el-Emevî el-İşbîlî (ö.575/1180). el-Fehrese. thk. Muhammed Fevâd Mansûr. Beyrut, 1419.

İbn Rüşeyd, Ebû Abdullah Muhammed b. Ömer es-Sebtî. İfâdetuʼn-Nasîh fîʼt-Taʼrîf bi Senediʼl-Câmiiʼs-Sahîh. thk. Muhibbuddîn Belhûce. y.y.: Dâruʼt-Tûnusiyye, ts.

İbnü’l-Cevzî, Ebu’l-Ferec Abdurrahman b. Ali. el-Muntaẓam. thk. Süheyl Zekkâr. Beyrut, 1415.

Kandemir, M. Yaşar. “Ebû Zer el-Herevî”. Diyanet İslam Ansiklopedisi. 10/269-270. İstanbul, 1994.

Kandemir, M. Yaşar. “el-Câmiu’s-Sahîh”. TDV İslam Ansiklopedisi. 7/114-123. İstanbul: TDV Yayınları, 1993. https://islamansiklopedisi.org.tr/el-camius-sahih--buhari

Kastallânî, Ebü’l-Abbâs Şihâbuddîn Ahmed b. Muhammed el-. İrşâdü’s-sârî şerhu Sahîhi’l-Buhârî. thk. Muhammed Abdulaziz el-Hâlidî. Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-’İlmiyye, 1996.

Küçükaşcı, Mustafa Sabri. “Kâdir-Billâh”. Diyanet İslam Ansiklopedisi. 24/127-128. İstanbul, 2001.

Özsoy, Abdulvahap. Buhârî Nüshaları ve Nüsha Farklılıklarının Mahiyeti Üzerine. Kayseri: Fenomen Yayınları, 2016.

Özşenel, Mehmet. “Bir Kriz Dönemi Âlimi Olarak İbnu’s-Salâh ve Eseri Ulûmü’l-Hadis”. Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 15 (2007), 55-68.

Özşenel, Mehmet. “Sahîh-i Buhârî Neşirleri: Sehârenpûrî Neşri ile II. Abdülhamid Neşrinin Karşılaştırılması”. Türkiye Araştırmaları Literatür Dergisi XI/21 (2013), 454-484.

Râmehurmûzî, Hasen b. Abdirrahmân er-. el-Muhaddisu’l-fâsıl beyne’r-râvî ve’l-vâî’. thk. Muhammed Accâc el-Hatîb. Beyrut: Dâru’l-Fikr, 1971.

Sezgin, Fuat. Buhârî’nin Kaynakları. Ankara: Otto Yayınları, 2017.

Tuğlu, Nuri. “Hadis İlminde Kitap Esaslı Sıhhat Tespiti Üzerine Bazı Mülahazalar (Hâkim en-Neysâbûrî ve İbnu’s-Salâh Özelinde)”. Dinî Araştırmalar XV/41 (2012), 136-155.

Türcan, Zişan. “Tarihte Buhari Algılamaları”. Hitit Üniversitesi (Gazi Üniversitesi) Çorum İlahiyat Fakültesi Dergisi XI/21 (2012), 73-97.

Uludağ, Süleyman. İslam Düşüncesinin Yapısı Selef, Kelam, Tasavvuf, Felsefe. İstanbul: Dergâh Yayınları, 1979.

Yücel, Ahmet. Hadis Tarihi. İstanbul: M.Ü. İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, 2011.

Zehebî, Şemsuddîn Ebu Abdillah Muhammed b. Ahmed ez-. Siyeru a’lâmi’n-nübelâ. thk. Şu’ayb el-Arnaût vd. Beyrut: Müessesetü’r-Risâle, 1985.

 

 

 


* Bu yazı “İslâm İlim Geleneğinde İmam Buhârî Hayatı ve Eserleri” isimli kitabın bölümlerinden olan “Sahîh-i Buhârî’nin İslâm Kültüründeki Yeri ve Önemi” adıyla kaleme almış olduğumuz yazıdan istifade ile hazırlanmıştır.

 

** Atatürk Ünüversitesi İlahiyat Fakültesi.

 

[1]     Bu çalışmada Buhârî’nin hayatı üzerinde durulmayacaktır. Çünkü asıl araştırılan konu onun es-Sahîh isimli eserinin kendinden sonraki sürecidir. Bu kitabın ilgili bölümlerinde Buhârî ve Sahîh’ine dair bilgiler verilmektedir.

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul