
“İşte onlar, âhirete karşılık dünya hayatını satın alan kimselerdir. Bu yüzden ne azapları hafifletilecek ne de kendilerine yardım edilecektir.” (Bakara 86)
“Allah’a yemin ederim ki, sizler için fakirlikten korkmuyorum. Fakat ben, sizden öncekilerin önüne serildiği gibi dünyanın sizin önünüze serilmesinden, onların dünya için yarıştıkları gibi sizin de yarışa girmenizden, dünyanın onları helâk ettiği gibi sizi de helâk etmesinden korkuyorum.” (Buhârî, Rikak 7; Müslim, Zühd 6)
Günümüzde artık duçar olunmaktan korkulan bir tehlike olmaktan çıkmış, sadece ülkemizin değil, bütün dünya Müslümanlarının içine yuvarlandığı bir hastalığa dönüşmüştür dünyevileşme. Paranın, lüksün, konforun kuşattığı üst düzey zenginliğe ulaşmış insanların hastalığıydı eskiden; bu tarz yaşantıyı gerici Arap krallıklarının hanedan mensuplarından takip ederdik; marka ve modelini bilmediğimiz spor arabalar, saraylar, altın musluklar, altın klozetler/bataryalar, süper yatlar, şaşaalı tatiller, ABD ve Avrupa'nın en ünlü şehirlerinde/tatil beldelerinde sahip oldukları villalar/malikaneler...
Bitmeyen petro-dolar zenginlikleriyle onlar kadar olmasa da; benzer yaşam biçimleri bugün bizde de oldukça yaygınlaşmış durumda. Biz derken, kastımız Müslüman camiadır ki; son yirmi beş yılda siyasal iktidardan nemalanarak ortaya çıkan dindar/muhafazakâr “burjuvazi” bugün korkunç servetlere sahip olmuştur.
Hem kazanma şekilleri (haksız kazanç), hem harcama şekilleri (haram/israf), hem de edindikleri muazzam servetler (milyon/milyar dolarlar) bizdeki -güya- dindar/muhafazakâr “burjuvaziyi”, gerici Arap hanedanlarının yaşam tarzından farklı olmayan lüks ve bohem bir yaşam tarzına icbar etmektedir. İslam'ın yasakladığı ne varsa; konformist yaşam, lüks ve ihtişam, israf ve ifrat, bireysel günah bataklığı bunların hayat tarzı olmuştur. Bir kere insan dünyaya meyletmeye görsün, kötülükler onlara “cennet bahçelerinden bir bahçe” gibi görünür de, ne yapsa ne etse kendini geri alamaz hale gelir; artık ne tövbe mümkün olur, ne pişmanlık kâr eder. İnsanın bu yönü, dünya malına olan meyli Kur’an’da şöyle vurgulanır; “O, aşırı derecede mal sevgisine (tamahkârlığa) kapılmıştır.” (Adiyat 8) Böylece insan “şımarıp-azgınlaşır.” (Alâk 6-7)
Dünyevileşme öyle bir hastalıktır ki, Müslüman orta sınıfı hatta alt sınıfı bile etkisi altında sürüklemektedir. Para kazanma ve mal yığma hırsı, kata-yata sahip olma endişesi, tatil yapma, marka giyme/kullanma, Iphone/Ipad, Play Station/Xbox, TV üniteleri, ses sistemleri gibi teknoloji ürünlerine sahip olma bir hastalık ve histeri haline gelmiştir. İnsan, zaten yaratılıştan meyilli olduğu dünya malına/konforuna bir kere kendini kaptırmaya görsün; “İnsanlara kadınlar, oğullar, yüklerle altın ve gümüş yığınları, salma atlar, davarlar, ekinler kabilinden aşırı sevgiyle bağlanılan şeyler çok süslü gösterilmiştir. Halbuki bunlar dünya hayatının geçici faydalarını sağlayan şeylerdir.” (Al-i İmran 14) “Benden sonra size dünya nimetlerinin ve zînetlerinin açılmasından ve onlara gönlünüzü kaptırmanızdan korkuyorum.” (Buhârî, Zekât 47; Müslim, Zekât 121-123)
Ülkemizde Müslümanların dünyevileşmesi; küresel güçlerin kurguladığı çılgınca bir yaşam tarzıyla, dindar/muhafazakâr iktidarın yedeğinde zengin, fakir gözetmeden sari şekilde her kesime yayılmış durumdadır. Öncelikle, çoğunluk en hızlı şekilde havadan para kazanmanın, alın teri akıtmadan zengin olmanın, siyasi iktidarın yedeğinde şipşak köşeyi dönmenin peşindedir. Zira dindar/muhafazakâr iktidar yirmi yıl içinde Müslümanlara maalesef olumsuz örnek oldu. Aç gözlükte, cingözlükte, dalaverede, yalakalıkta ve riyakârlıkta, kendilerine “Müslümanım” diyenler birbiriyle yarışır oldu!..
Göze batan o kadar olumsuz örnek var ki, mesela eskiden orta halli insanlar banka kredisi kullanarak ev-araba almaya çalışırlardı, günümüzde ise fakir kesimler kendilerini zengin gösterecek tatil, pahalı cep telefonu, TV ünitesi, marka eşya alımı için banka kredisi kullanıp yetişemeyecekleri konformist bir hayat uğrunda ömürlerini boşa geçirir oldular. Dünya metaına gönlünü kaptıran, lüks yaşam özlemiyle gözleri kamaşan bu insanlar, ‘ömür boyu’ taksit ödemeye mahkum olarak, bir tür uyuşukluk haliyle gönüllü köleye dönüşmüş durumdadırlar!
İnsanlık günümüzde, post-modern sapkınlıklara, sanal aldanışlara, dijital çılgınlıkların büyüsüne kapılarak bu zamana kadar ürettiği ne kadar olumlu “inanç/erdem/değer” varsa hepsini bir kenara fırlatıp en sorumsuz şekilde “dünyevileşerek”, kendi elleriyle dünyamızı uçuruma sürüklemektedir. İnsanlık için bir umut, bir kurtuluş limanı olması gereken Müslümanlar ise, inançları gereği insanlığa el atma imkânlarına fazlasıyla sahipken, maalesef bu dünyevileşme fırtınasına kapılarak uçuruma gidişi hızlandırdılar/hızlandırıyorlar.
Zenginiyle fakiriyle hızla dünyevileşen bir yaşam tarzına kapılan Müslümanlar, aslında inanç ve geleneklerine aykırı bir durum sergilemektedirler. İnancımız bize helal kazanmayı, helale harcamayı, israftan uzak durmayı, vermeyi-yardımlaşmayı ve takvalı bir yaşamı emrederken, geleneklerimiz kanaati, tevazuyu, bölüşmeyi, muvazeneli bir yaşamı tavsiye ederken; Müslümanlar olarak bugün tuttuğumuz “dünyevileşme” yolu belki de “sonumuzu getirecek” kadar yanlış ve tehlikelidir. Bu gidişle yaşam tarzı olarak, ülkemizdeki Batıcılardan, seküler/laik kesimden, miadını doldurmuş Kemalistlerden, her zaman seküler sistemin sadık hizmetkârları olan sağcılardan ve solculardan bir farkımız kalmayacak! Oysa bizler tam tersini yapmakla emrolunmuştuk: “Onların malları ve çocukları seni imrendirmesin. Çünkü Allah, bunlarla (zenginlikleriyle) ancak dünyada onların azaplarını çoğaltmayı ve onların kâfir olarak canlarının güçlükle çıkmasını istiyor.” (Tevbe 85, Hicr 88, Tâhâ 131)
Makam ve mevkisini kötüye kullanan, kendi menfaati için adalet ve eşitlik duygusunu yitiren, kazanırken ve harcarken helal-haram sınırı gözetmeyen, durmadan mal/para yığan ve bunun için her yolu mubah sayan, lükse ve konformizme kendini kaptırmış, seküler/kapitalist bir yaşam karşısında inanç ve geleneklerine dayalı olması gereken en kaba çizgileri (helal-haram sınırlarını) bile kaybetmiş bir camianın İslam ile bağı gerçekten kopmak üzeredir! İslam ile, Müslümanlık ile, Anadolu irfanı ile ilgisi olmayan bu çılgın yaşam tarzı, bu ülke için, İslam alemi için, hatta dünyamız için büyük, çok büyük bir tehdittir. Geleneğin mesajını, ölümü hatırlatarak güçlü bir şekilde bugüne taşıyan iki şairimizin muhteşem mısraları gönüllerimizi titretmelidir:
Mevla'm kanat vermiş uçamıyorsun/Bu nefsin elinden kaçamıyorsun
Ruhsati dünyadan geçemiyorsun/Topraklar başına vay deli gönül
Aşık Ruhsatî
Yunus gerçek aşık isen mülke suret bezemegil
Mülke suret bezeyenler kara toprak olmuş yatur.
Yunus Emre
Kazanma ve harcama şekillerini, servetlerin meşruiyeti tartışmasını dışarda bırakarak, zenginlik/zenginler açısından “dünyevileşmenin” önünü açan bazı önemli konulara temas etmeden geçmek olmaz.
Dünya malına, zenginliklerine tamah etmek Müslümana bir erdem yahut ayrıcalık kazandırmaz/kazandırmayacaktır! Lüks ve konfor içinde bir yaşam tarzı Müslümana cenneti garantilemediği gibi, Kur’an’da vadedildiği şekilde cehennemin yollarını aralayacaktır! Kale duvarlarının arkasındaki villalarda, gökdelenlerde yahut rezidanslarda sürdürülen lüks yaşamlar; sadece zenginlerimizi -tabi istenen bu ise- orta halli yahut fakir Müslümanlardan ayırmaya, hatta Müslümanlar arasında bir tür "kast sistemi" inşa etmeye yarayacaktır. Gelinen noktada bırakın ticari münasebeti, arada kız alıp vermeyi, oluşan sınıf farkından dolayı camide aynı safta durmak imkânı bile neredeyse ortadan kalkmıştır. Sadece oturulan muhitler değil, maddi gücün yüksekliğine göre aynı zamanda gidilen okullar, kafeler, lokantalar, Alış Veriş Merkezleri bile farklılaşmıştır! Bu tür yaşam tarzı, herhangi bir İslam şehrine/kasabasına uymayan ve yakışmayan gayrı İslami bir yaşam tarzıdır. Medine toplumunu ideal olarak gaye edinerek yola çıkan Müslümanların vardığı nokta, maalesef Hindistan tipi toplumu iflah olmaz şekilde sınıflara bölen “kast sistemi”ni kabullenmek olmuştur. Ne dindar/muhafazakâr “burjuvazi” kale gibi villalarından, oturdukları gökdelenlerinden ve rezidanslarından; kenar mahallelerde, taşrada, kırsalda oturan fakirin, yoksulun, garibin sesini duyabilir, ne de bu fukara kesim sesini o kalelere, gökdelenlere işittirebilir. Günümüzde camilerin, zaten zengini, fakiri, garibi bir araya getirme, tanıştırma, kaynaştırma gibi bir sorumluluğu ve fonksiyonu maalesef yoktur. Dert dinleme, sorunlara çözüm bulma, tanıştırma-kaynaştırma merkezi olması gereken camilerimiz -itiraf etsek de etmesek de- fonksiyonsuzdur; sadece namaz kılınıp sair zamanlarda kapısı kilitlenen devasa büyüklükte yapılardır ve bu durum Müslümanların üzerinde çok büyük bir vebaldir.
Son yirmi beş yılda öğrenilip icra edilerek ve değişmez bir ilke haline gelen bir gerçeklik var ki, düşman başına; belli bir zenginliğe ulaşan Müslüman iş adamları asla eski evlerinde ve mahallelerinde durmazlar! Mahalle kavramı artık onların yaşam tarzına terstir, sadece ölümlerde ve düğünlerde uğranılan bir yerdir. Yeni ve daha üst düzey muhitlere taşınmak ve en güzel evlerde oturmak gerekir! Yeni muhitin en büyük özelliği, malca zengin ve meslekçe seçkin insanların ikamet etmesidir! Bu prensip, “kast sisteminin” oturmasına ve kusursuz işlemesine hizmet eder! Görüldüğü gibi, her bakımdan seküler elite benzeme çabaları söz konusudur! Bu tercihler, hakikatte insana özünü inkâr ettiren, geldiği yeri unutturan ve yozlaştıran çabalardır. Zenginliğine rağmen İslami duruşundan taviz vermeyen değerli insanları dışarda tutarak -ki böyle insanların var olduğunu biliyoruz-; bu yaşam düzeyinde tevazu, ihlas, ihsan, asalet gibi kavramların yerini, mal sevgisi, görgüsüzlük, kibir, riya, takiye gibi kavramlar almıştır. Bu sorunlu yaşam tarzı da her türlü yozlaşmanın ve dünyevileşmenin yolunu açacak mahiyettedir.
Bugün Müslümanlar arasında vaki olan yaşam tarzı da bundan başka bir şey değildir, dünyevileşme Müslümanlar için uçurum demektir! Allah Resulü kibir yerine tevazuyu salık vererek şöyle buyuruyor; “Hayat şartları sizinkinden daha aşağı olanlara bakınız; sizden daha üstün olanlara bakmayınız. Bu, Allâh’ın üzerinizdeki nimetini hor görmemenize daha uygun bir davranıştır.” (Müslim, Zühd 9; Tirmîzî, Kıyâmet 58)
Dünyevileşmenin farklı bir şekli olarak, son yıllarda İslami kavramlar ve semboller metalaştırılarak dünyevi heva ve heveslere, kazanç ve menfaatlere açıkça alet edilmektedir; Bir kısım arsızlar ve din tüccarları elinde bu kavram ve semboller; hem kazanç kapısı hem de yozlaşmış bir yaşam tarzı haline getirilmiştir.
Ve bu durum her geçen gün daha da kötüye gitmektedir. Haşa Tekbir; giyim markası olurken, Tevhid; emlak dükkânı, Cihad; köfte salonuna isim olabilmektedir. Daha kötüsü bu ülkede, Tekbir adı altında sahneye kadın manken çıkarıp güya tesettür defilesi yapmaya cüret eden din tüccarları bile çıkmaktadır. Kabe maketi yapıp etrafında tavafa kalkan mı dersiniz, Hz Peygamberin güya takunyasını mezata çıkaran mı dersiniz, şebeke suyunu zemzem diye satan mı dersiniz! Ne ararsanız var cahil etraf insanımızın dinî duygularını istismar eden, kutsallarıyla aldatıp saptıran, ticaret metaı yapıp kasasını dolduran sahte sin adamlarıyla, din tüccarlarıyla dolu.
Kur'an bize açıkça rehberlik ederken, bu rehberliğe uymak üzerimize farz iken, İslami yaşam tarzı ilke ve örneklikleriyle önümüzdeyken; Müslümanların dünyevileşme adı altında seküler yaşam tarzlarına yönlenmesi olacak iş değildir. Bu canı ve dini bize bahşeden Allah bunun hesabını bizlere soracaktır!
Kur'an'da ve Sünnet'te dünyevileşme konusunda Müslümanlar açıkça ve defalarca uyarılmışlardır.
“Kim, (yalnız) dünya hayatını ve zînetini istemekteyse, işlerinin karşılığını orada onlara tam olarak veririz ve orada onlar hiçbir zarara uğratılmazlar. İşte onlar, âhirette kendileri için ateşten başka hiçbir şeyleri olmayan kimselerdir; (dünyada) yaptıkları da boşa gitmiştir; yapmakta oldukları şeyler (zaten) bâtıldır.” (Hûd 15-16)
Uçuruma yuvarlanmadan önceki son çıkış hakkını kullanmak için elimizden geleni yapmalıyız. Bir yandan Müslüman servet sahipleri Kur'an ve Sünnete uymanın gereğini yerine getirmek için nefisleriyle ve servetleriyle mücadele ederken, bir yandan da orta ve alt sınıflar girdikleri lüks tüketimin çıkmaz yollarından titreyip kendilerine dönmelidir! Bizler de uyarı/irşad görevimizi yerine getirmeliyiz.
Allah Teala, insanoğlunu yaratıp yaşaması gereken “koordinatlara fırlattığı (hubut)” (Tîn 5) gün, nasıl yaşayacağına ilişkin “prospektüsü (reçeteyi)" de yazılı olarak onun eline vermiştir;
1- İnsanın yaratılışının bir gayesi vardır, öylesine başı-boş (gezip tozup eğlensin diye) yaratılmamıştır:
“İnsan, kendisinin başı-boş bırakılacağını mı sanır?” (Kıyame 36)
“Biz ona (insana) yolu gösterdik. ister şükreder, isterse nankörlük yapar." (İnsan 3)
“Gerçek şu ki, insanı biz yarattık ve nefsinin ona neler fısıldadığını da çok iyi biliyoruz. Çünkü biz ona şah damarından daha yakınız.” (Kehf 16)
2- Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden ibarettir, insanın "halife" olmanın bilinciyle buna aldanarak dünyaya tamah etmemesi, boş işlerle oyalanmaması gerekir:
“Biz göğü, yeri ve ikisi arasındaki varlıkları bir oyun ve eğlence olsun diye yaratmadık.” (Enbiya 16)
“Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Ahiret diyarı ise takva sahipleri (kendini koruyanlar) için daha hayırlıdır. Artık akıl etmeyecek misiniz?” (En’am 32, Câsiye 36, Hadîd 20))
“Bu dünya hayatı bir eğlence ve oyundan başka bir şey değildir. Ahiret yurdu ise işte asıl hayat odur. Keşke bilselerdi.” (Ankebut 64)
"Göğü, yeri ve bu ikisi arasında olanları boşuna yaratmadık." (Sad 27)
3- İnsan, Allah’ı birlemek, O’na ibadet (kulluk) etmek (helallerine ve haramlarına riayet etmek) ve O’ndan başka bütün sahte ilahları (tağutu ve cahiliye düzenlerini) reddetmek üzere yaratılmıştır:
“Hani rabbin meleklere, ‘Ben yeryüzünde bir “halife” yaratacağım.’ demişti.” (Bakara 30)
"Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım." (Zariyat 56)
4- Allah, “başıboş yaratmadığı” insanoğlunu yapıp ettiklerinden dolayı mutlaka hesaba çekecektir:
“O, ‘din (hesap) gününün’ sahibidir.” (Fatiha 4)
“Allah o büyük mahkemede, insanın unuttuğu şeyleri tek tek sayacaktır.” (Mücadele 6)
“Derler ki: 'Eyvah bize, bu kitaba ne oluyor ki, küçük büyük bırakmayıp her şeyi sayıp-döküyor?' Yapıp-ettiklerini (önlerinde) hazır bulmuşlardır.” (Kehf 49)
“O ceza gününde dilleri, elleri ve ayakları, yapıp ettikleri hususlarda aleyhlerine tanıklık edecektir.” (Nur 24)
Rabbimiz insanoğluna, dünyada hayat sürmesi için gereken “yaşam formülünü” açıkça bildirmiştir. Bütün bu ilahî uyarılar ortadayken, çağımız Müslümanlarının da hastalığı olan insanoğlunun mal biriktirmesine/yığmasına gelince, insanın içine işleyecek en sert uyarılar vardır Kur’an’da::
“Öyle ki (mallar ve servet) sizden zengin olanlar arasında dönüp-dolaşan bir devlet (güç) haline gelmesin.” (Haşr 7)
“Altını ve gümüşü biriktirip de onları Allah yolunda harcamayanları acıklı bir azapla müjdele! O gün bunlar (biriktirdikleri) cehennem ateşinde kızdırılarak; alınları, yanları ve sırtları bunlarla dağlanır. Bunlar sizin kendiniz için yığıp sakladıklarınızdır. Şimdi yığıp sakladığınız bu şeyleri tadın bakalım!" (denilecek).” (Tevbe 34-35)
“Mal toplayan ve onu durmadan sayan, insanları arkadan çekiştiren, kaş göz işaretiyle alay eden her kişinin vay haline! O, malının kendisini ebedileştirdiğini sanır. Hayır! Andolsun ki o, Hutâme'ye atılacaktır.” Hümeze 1-4)
“Mal yığma/çoğaltma tutkusu, mezara girene kadar sizi oyalayıp durdu. İş öyle değil, yakında bileceksiniz. Andolsun ki, o çılgınca yanan ateşi muhakkak göreceksiniz. Sonra da o gün size verilen tüm nimetlerden iğneden ipliğe sorguya çekileceksiniz.” (Tekasür 1-8)
“Şüphesiz her ümmetin bir fitnesi vardır. Ümmetimin fitnesi (imtihan vesîlesi) de maldır.” (Tirmîzî, Zühd 26)
İnsanoğlu bunca uyarıya, yazılı ilahî beyanlara rağmen “nefsinin arzularına” yenilir de; Allah’ın kendisine bahşettiği koca bir ömrü mal biriktirmeğe, dünyevi zevkleri tatmağa, bir ömürde yiyeceğinden/barınacağından kat kat fazlasını kazanıp çocuklarına miras bırakmağa harcar. Bankada/kasada milyarlar/mücevherler, fabrikalar/dükkânlar, evler/apartmanlar/villalar, yatlar/arabalar vs. Aslında beyhude geçen bir ömrün kaybedilmiş alametleridir de insanoğlu farkına bile varmaz! Zenginliğe, özel mülkiyete karşı olduğumuz, düşman olduğumuz yahut İslam’a aykırı olduğunu savunduğumuz sanılmasın! Zenginliğin, helalden kazanıp-helale harcayarak, haramlardan sakınarak hakkını veren o muttakilere elbette sözümüz yoktur, olamaz. Bizim sözümüz, uyarımız; dünyevileşmeyi, konforu, debdebeyi kendine amaç edinerek dünya malına aşırı meyleden ve habire mal yığanlaradır!
Allah ve Resulü Müslümanları tam bu noktada bakın nasıl uyarıyor;
“Allah, dilediği kimseye rızkı genişletir de, daraltır da. Onlar ise dünya hayatı ile ferahlanmaktalar. Oysa dünya hayatı ahiret hayatının yanında bir yol azığından ibarettir.” (Ra’d 26)
“Her kim ahiret kazancını isterse, biz onun kazancını artırırız, her kim de dünya kazancını isterse ona da ondan veririz, ama onun ahirette hiçbir nasibi yoktur.” (Şura 20)
“Şüphesiz Allah’ın vaadi gerçektir. O halde dünya hayatı sizi aldatmasın, sakın o çok aldatıcı şeytan da sizi Allah’ın affına güvendirerek aldatmasın.” (Lokman 33, Fatır 5)
“Dünyada malı-mülkü çok olanlar, âhirette sevâbı az olanlardır. Yalnız sağına, soluna ve ardına şöyle, şöyle ve şöyle verenler başka. Fakat onlar da ne kadar azdır!..” (Buhârî, İstikrâz 3, Rikak 14; Müslim, Zekât 32)
“Dünya ve dünyalıklardan yüz çevir, Allah seni sevsin. Halkın elinde olandan yüz çevir, insanlar seni sevsin.” (İbn Mâce, Zühd 1)
“Eğer dünya, Allah katında sivrisineğin kanadı kadar bir değere sahip olsaydı, Allah hiçbir kâfire dünyadan bir yudum su bile içirmezdi.” (Tirmîzî, Zühd, 13; İbn-i Mâce, Zühd, 3)
Görünen o ki, Müslüman camia mal sevgisi/konformizm karşısında zengini ve fakiriyle dirayetini tamamıyla yitirmiş haldedir. Yıllardır toplum olarak peşinden sürüklendiğimiz siyaset ve iktidarın oluşturduğu çıkar alanları, imkânlar ve imajlar, laik-seküler eğitim sistemi ve küresel güçlerin gönüllü borazanı olan medyanın “kültür terörü” sayesinde ne yazık ki; bütün İslami sınırlarımızı kaybetmiş, Müslüman reflekslerimizi köreltmiş ve kadim geleneklerimizi çökertmiş olarak ‘donanımsız’ bir şekilde geleceğin kapısındayız!..
Bu ülkenin inançlı insanları, namuslu ve sağ duyulu aydınları, halâ kalplerinde bir umut taşıyanlar; Lütfen çığlımızı duyun!
Dipnot;
1 İnsanlık için bir umut, bir kurtuluş limanı olması gereken Müslümanlar ise, inançları gereği insanlığa el atma imkânlarına fazlasıyla sahipken, maalesef bu dünyevileşme fırtınasına kapılarak uçuruma gidişi hızlandırdılar/hızlandırıyorlar.
2 Görünen o ki, Müslüman camia mal sevgisi/konformizm karşısında zengini ve fakiriyle dirayetini tamamıyla yitirmiş haldedir. Yıllardır toplum olarak peşinden sürüklendiğimiz siyaset ve iktidarın oluşturduğu çıkar alanları, imkânlar ve imajlar, laik-seküler eğitim sistemi ve küresel güçlerin gönüllü borazanı olan medyanın “kültür terörü” sayesinde ne yazık ki; bütün İslami sınırlarımızı kaybetmiş, Müslüman reflekslerimizi köreltmiş ve kadim geleneklerimizi çökertmiş olarak ‘donanımsız’ bir şekilde geleceğin kapısındayız!..