Prof. Dr. Talat SAKALLI
Dünyada kurulmuş beş büyük medeniyetten birini teşkil eden İslam medeniyetinin dünya siyasetinden medeniyetlerine, iktisadi yapılarından ilmî ve ahlaki gelişmelerine, felsefe ve düşünce hayatından hukuk ve din anlayışına kadar birçok alanda önemli bir tesiri hatta katkısı olduğu gerçeği günümüzde kabul görmüştür. Şüphesiz bu muazzam medeniyetin ana yapısını sünnet şekillendirmiştir. Sünnetin evrensel boyutu ile paralel, Kur'an ve İslam'ın genel ilkelerine uygun, rasyonel ve dar kalıplardan kurtarılıp, aşırılıklardan uzak yorumlanabildiği ve güncellenebildiği ölçüde Müslüman toplumların önü açılmakla kalmamış, dünya medeniyetlerine de katkı sağlamıştır. Fakat ne zaman taassup ve iç çekişmeler (siyasi, mezhebi, bölgesel ve ırki kaygılar) Müslümanların basiretini bağlamış, yorum ve anlayışta peşin fikir ve baskın düşüncenin etkisi altında kalmışsa, o andan itibaren başka kültür ve medeniyetler lehine kan kaybetmiş ve liderliğini elinden kaçırmıştır.
Biz bu kabulümüzden hareketle, dini kültürün oluşumunda, dünyayı algılamasının kıyamet anlayışına oturmasında hadislerin ne gibi katkısının olduğunu, bir örnekten hareketle irdelemeye çalışacağız. Halk kitlelerinin eskiden beri her hadiseyi; müspet veya menfi gelişmeyi "ahir zaman" ifadesiyle veya "kıyamet alameti" olarak nitelemesi, belli yaştaki insanımızın sürekli bir kıyamet beklentisi içerisinde olması, özellikle hicri olsun, miladi olsun sıfırlı veya beşli rakamlarla ifade edilen senelerde[1] veya büyük felaketlerden sonra kıyamet senaryolarının belli zaman tayini ile gündeme gelmiş olması keyfiyeti, psikolojik ve sosyal sebeplerin yanında rivayetlerimizden ve rivayetlere yüklenen yanlış anlamlardan da kaynaklanmaktadır. Bu anlayışı etkilemesi çerçevesinde hadisler de sözü edilen kıyamet alametlerinden, kâinatın kozmik ve fiziki dengesinin bozulacağına ve yok olacağına işaret eden rivayetler müstesna, kıyamet alametlerinden bahseden hadislerin büyük çoğunluğunun “dinî ve ahlakî yozlaşmayla ortaya çıkabilecek olan toplumsal yok oluş veya çöküş mahkumiyetini ifade ettiğini” ortaya koyan deliller pek çoktur. Çünkü Hz. Peygamber'in bazı kelimelerle ifade ettiği kıyamet merkezli uyarılarının, “kevnî kıyamet: küresel kıyamet” şeklinde anlaşılmasının yerine “toplumsal kıyamet” veya yeni kullanılan bir tabir olarak “kıyamet-i vusta” şeklinde anlaşılmasının, konu hakkındaki hadislere ilişkin birçok problemin çözülmesine yardımcı olacağını düşünüyoruz. Aynı şekilde “gaybı hadisler” etrafında oluşmuş birçok yanlış veya yanlı fikrin de çözülmesine katkı sağlayabileceği kanaatini taşıyoruz. Bu “tezimizi” de Cibril hadisindeki “eşratü's-saat” bağlamında sorgulamaya çalışacağız.
Bu çerçevede şu soruların cevabını tartışmaya açmaya çalışacağız: Kıyametin kopma anı kesinlikle ileri veya geri alınamayacağına göre, kıyamet alametleri olarak ifade edilen hadislerinde Hz. Peygamber'in ferdî ve ictimaî alanlarda ahlakı bozulmaya karşı ümmetini uyarmasının anlamı nedir? İnsanlar bu uyarılara tamamen riayet ettiklerinde kıyameti erteleyebilme iktidarında mıdırlar? Böyle değilse, o zaman Hz. Peygamber'in bu tebliğlerinin kıyametin kopması açısından ne anlamı kalır? Şayet bu uyarılar ahirete hazırlık bağlamında zikredilmiş ise, o zaman her insan için daha yakın olan kendi kıyametine, yani ölümüne hazırlıklı olmanın farkı nerede kalacaktır? Ayrıca kıyamet alametlerine konu olan birçok fenomen dinen yasak olmadığı halde kıyamet alameti olarak zikredilmesinin anlamı nedir ve bu mahiyette zikredildiği için dinî bir yasağı ifade eder mi? (Deve çobanlarının yüksek yüksek binalar yapma hususunda yarışmaları örneğinde olduğu gibi)
Kıyamet veya Sonsuzluk Alemine Açılan Kapı
Semavi bütün dinlerde ahiret inancı mevcuttur. Buna bağlı olarak yine aynı dinlerde ve semavi olmayan kimi dinlerde de ahiretin başlangıcı "kıyamet" inancı ile tamamlanır.[2] İslam dini de ahiretin mutlaka gerçekleşecek bir vakıa olduğunu bir inanç esası olarak kabul ve talim eder. Kıyametin de kesinlikle gerçekleşeceğini[3] hatta yakın olduğunu[4] ve o zamanı muhtelif açılardan nitelendirip betimlemiştir.[5]
Kıyametin ansızın kopacağı da Kur'an-ı Kerim'de açıkça belirtilmiş ancak bu anın bilgisinin sadece Allah'ın nezdinde olduğu da tekitle ve tahsisle bildirilmiştir. Dolayısıyla Hz. Peygamber dahil hiçbir insan veya mahluk bu bilgiye sahip değildir ve kopuş anına kadarda sahip olamayacaktır.[6] Dolayısıyla bu bilgiye hiçbir insanın ne tahmin ne bilgi ne cifir, ne ebced ne matematiksel keşifler, ne de başka vasıtalarla ulaşması asla mümkün değildir.
Kur'an-ı Kerim'de kıyamet alametlerinden açıkça bahsedilmemekte ve “eşratü's-saa” terkip olarak geçmemekte ise de bir ayette[7] eşratın, saatin yerini tutan zamire muzaf olması yoluyla bu terkip dolaylı biçimde oluşturulmuştur.[8] Sözlükte, nişane, işaret ve iki yer arasındaki sınır anlamına gelen “alamet”[9] kelimesinin çoğulu, kıyamete muzaf yapılmak suretiyle, “alamatü'l-kıyame” şeklinde de Kur'an' da yer almamaktadır. “Âyât kelimesinin geçtiği ayette[10] ise, söz konusu kelime kıyamet alametleri olarak anlaşılmıştır. Ancak ilgili ayette ve hadislerde bahsedilen bu "Gün"ün kıyametin bizzat kopmaya başladığı alametlerin son merhalesi olan "Güneş'in batıdan doğması" yani kozmik düzenin bozulduğu o dehşetâmiz an olduğu dikkate alınırsa, bu ayette sözü edilen "ayetlerin" de kıyamet öncesi alametler olduğu anlamına gelmediği söylenebilir.[11]
Nahl suresinde yer alan "alâmât" ise, "Allah’ın kudretinin sonsuzluğunun ve insanlara lütuf olarak yarattığı çeşitli nimetlerin hatırlatıldığı ayetlerden sonra gelen ve insanların yollarını bulsunlar diye nehirler yollar halk ettiği; mesela yıldızlar gibi insanların yollarını bulmaları için varlığa nice “alametler” yerleştirdiği[12] bağlamında geçmekte, ancak burada "yol gösteren işaretler" anlamında zikredilmektedir. Kısacası, hadislerde geçen şekliyle ayetlerde kıyamet alametleri açıkça bahsedilmemektedir.
Yukarıda bahsettiğimiz ayet, "Öyleyse onlar (kalpleri mühürlenmiş olanlar), saati (son saat veya kıyameti) mi bekliyorlar, ansızın gelmesini? Şüphesiz onun işaretleri (şimdiden) gelmiştir. O bir kez başlarına geldikten sonra, geçmiş günahlarını hatırlamalarının onlara ne faydası olacaktır?"[13] şeklindedir. Bu ayette de bazı takdirler yapılarak, ayetteki “işaretler” lafzına “kıyametin geleceğinin haberi veya bilgisi” gibi anlamlar da verilmiştir.[14] Bu ayette sözü edilen izlerin veya belirtilerin kıyametin yaklaştığına delalet ve işaret eden hadiseler olarak anlaşılmış olmakla birlikte, bu ayetin tefsirini farklı anlayan Elmalılı (1361/1942), ayette sözü edilen “alametlerin” Hz. Peygamber'in kendi döneminde gösterdiği mucizeler olduğunu, bu mucizelere rağmen müşriklerin iman etmediklerini; dolayısıyla ayette zikredilen “saat”i, saat-i kübra olarak değerlendirmenin yanlış olduğunu, bu ayeti kendi kıyametlerinin kopması şeklinde anlamanın daha makul ve daha doğru olacağını belirtir. O, esasında "eşrat'' ile kastedilenin; müminlerin ilerlemelerinin ve parlak istikballerinin belirtileri ve müşriklerin şaşkınlıklarını anlatan alametler olduğunu kaydeder.[15]
Kur’an-ı Kerim’de kıyamet için en sık kullanılan kelimelerden biri de Aramca’da geçtiği söylenen[16] sâa(t) kelimesidir. Meraya salınan devenin, dönüş zamanı için kullanılmıştır. Dolaysıyla belirsiz ve mutlak bir zamanı ifade etmektedir. “Hakka, Vakıa” gibi kıyamet için kullanılan kelimeler gerçekliğini ifade ederken, “Azife” kelimesi onun yakınlığını ifade eder. Buna karşılık “Karia, Sahha, Ğaşiye, et-Tammetü'I-Kübra” tabirleri çok güçlü ve ürkütücü nitelikteki büyük bela ve sıkıntılı olduğu gerçeğini ifade eder.[17]
Bazı ayetlerde[18] kıyamet alametlerine işaretlerin olduğu belirtilirken, bu ibareleri yalnızca kinaye olarak algılayanlar da olmuştur. Hadislerde kıyamet alametlerinin geldiği veya geleceği ise açıkça belirtilmektedir. Nitekim Hz. Peygamber’in “Ben ve kıyamet şu ikisi gibiyiz” deyip, işaret ve orta parmağı ile işaret etmesi[19] bizzat mukaddes görevle mücehhez şerefli zatının zuhurunun kıyametin bir alameti olduğunun göstergesi niteliğindedir.
Kıyamet alametlerine ilk dönem Kelam kaynaklarında değinilmezken geç dönem kelam kitaplarında “alamet veya eşratü's-saa” başlığı altında incelenmiştir.[20] Bu konu, genel hadis literatüründe ve özel eserlerde, alametlerin ortaya çıkma zamanı, önemi, mahiyeti göz önünde bulundurularak müelliflere göre farklılık arz etse de sistematik nitelikle incelenmiştir. Söz gelimi, önemine göre alametler küçük ve büyük olmak üzere ikiye ayrıldığı gibi mahiyetine göre de ahlakî olanlar ve fizikî olanlar şeklinde sınıflandırılmıştır. Ortaya çıkış zamanına göre ise geçmiş alametler (Hz. Peygamber’in vefatı), zuhur etmekte olan ve artarak devam eden alametler (çocuğun ebeveynine isyan etmesi) ve yakın alametler (Deccal'ın ve Dabbetü'l-Arz'ın çıkışı) şeklinde üçe taksim edilmiştir.[21]
İlk dönem hadis ve tefsir kitaplarında kıyamet alametlerinden bahsedilmiş, Kur'an-ı Kerim’de geçen “eşrat” veya “alamet” gibi kelimeleri “kıyametin yakın habercisi” gibi anlamlandırılmıştır. Günümüz Kelam araştırmalarına göre ilk dönem Kelam kitaplarına girmeyen/ giremeyen nüzul-i Îsa, Mehdi, Deccal gibi “büyük alametler olarak kabul edilen "kıyamet alametleri" bile, Selefiyye dışında Ehl-i Sünnete göre inanç konularına dahil edilmeyip, bunlara inanmanın zorunlu olmadığı ifade edilmiştir. Zira anlatmaya çalıştığımız sebepler ve diğer epistemolojik tartışmalar sebebiyle alamet kabul edilen bu hadiseler Kur'an ile sabit olmadığı gibi, temellendirilen hadisler de mütevatir seviyesinde kabul edilmemiştir.[22] Ancak gene de başta hadis erbabı olmak üzere önemli bir kesim, alametlere inanmayı haber-i ahadın delil olup olmaması açısından tartışmışlardır. Konu ile alakalı kaynaklarda epeyce malumat olduğuna temas etmekle yetinip burada tartışmayacağız.
Problemi bu şekilde ortaya koyup, genel bir panoramasını çizdikten sonra, iddiamızı ve delillerini şöyle ifade edebiliriz: Naslarda zikredilen fiziki ve kozmolojik düzenin bozulduğunu ifade eden alametler dışında ferdî ve ictimaî yozlaşmaların kıyamet alameti olarak değil, ferdin ölümü veya rivayetin mahiyeti ve siyaksibakına göre içinde yaşanan toplumun, siyasi yapının, sosyal düzenin yok olacağı, tükeneceği, bir başka toplumun hakimiyetine gireceği veya sosyal çözülmeye sebep olacak kargaşa, anarşi veya düzensizliğin ortaya çıkışı anlamında kullanılmış olabileceğini düşünüyoruz. Çalışmamıza konu olan hadisler haliyle hadis usulü kıstaslarına göre sahih kabul edilenler olup, mevzu hadisler veya İsrâiliyât kaynaklı rivayetler konumuz dışındadır.
Bizim iddiamızın naklî ve aklî temellerini şöylece sıralayabiliriz:
- Yukarıda da belirttiğimiz gibi, farklı anlayış ve tefsirlere rağmen, Kur'an-ı Kerim'de kıyamet alametleri olarak zikredilmiş delaleti kesin bir ayet mevcut değildir. Ayetlerde yer alan ve kıyamet alameti olarak anlaşılan ifadeler bile muhtelif tevil ve tefsirlere muhtemeldir.
- Kur’an’da ferdi ve ahlakî çözülmenin kıyamete yakın bir zamanda olacağı bilgisi bulunmamakta ve küresel veya büyük kıyamet olarak adlandırılan kıyametle bu sosyal çözülme arasında ilişki kurulmamaktadır.
- Buna karşılık toplumların helak oluşlarıyla ahlaki çöküntü ve gönderilen peygamberlerin çağrılarına uymama arasında sebep-sonuç ilişkisi ve daha genel anlamda bir ilgi kurulmuştur. Bu konuda Kur'an'da pek çok ayet mevcuttur.[23] Bu ayetlerde fert ve toplumun dünyevi azgınlık, fısk ve fücur, günah ve haddi aşma gibi dini ve ahlakî açıdan çürümüşlük ile o toplumun helak edilmesi veya dünyadan silip süpürecek bir cezaya çarptırılmaları arasında sıkı bir bağ kurulmuştur. Nitekim Hz. Peygamber (s) de “İçimizde Salih kimseler olduğu halde helak olur muyuz?” sorusuna karşılık, “Evet, (ictimaî) kirlilik (habes) çok olursa” buyurmuştur.[24]
- Kıyametin zamanı sadece Allah ilminde bellidir ve başka kimse bilmemektedir. Şu veya bu sebeple öne alınması veya bir müddet geciktirilebilmesi söz konusu değildir. Dolayısıyla kıyamet alametlerinde yapılan uyarılar ve kaçınılması gereken kötülüklere riayet bu "miâd-ı yevm"i değiştiremez. Ancak bu alametleri toplumsal çöküşün habercisi kabul edip önlemler almak toplumun ömrünün uzamasına vesile olabilir. İlahi iradenin tayin ettiği ecelin, öne alınıp geciktirilememesi bir hakikattir. Bununla birlikte hem dünya hem de ahiret saadeti için imanî, ahlakî, sosyal ve siyasal kurallara riâyet, naklen ve aklen bir zorunluluktur. Ancak bu kurallara riayet etmemenin kıyameti çabuklaştıracağı bilgisi bulunmamaktadır.
- Hem Kur'an-ı Kerim'de[25] hem de hadislerde[26] “Kıyamet ne zamandır?” (Saat ne zamandır?) sorusu, insanlar tarafından her sorulduğunda verilen cevaplar hep onun kopacağının gerçekliği ve bilgisinin Allah katında olduğu istikametinde olmuştur. Onun alametlerine yönelik bilgi verilmediği gibi, belli olaylarla da ilgisi kurulmamıştır.
Mesela Hz. Peygamber de çevresindeki sahabe veya diğer kişilerin bu konudaki sorularına karşılık verdiği cevaplarda, kişinin dikkatini veya merakını, zamanı gelince zaten kopacak olan büyük kıyametten, kendisini bizzat ve hemen ilgilendiren kişinin kendi kıyametine yönlendirmeyi tercih etmiştir.[27] Farklı rivayetlerde ise “Kıyamet ne zaman kopacak?”sorusuna Hz. Peygamber tarafından, muhtelif olayların akabinde kopacağı cevabı verilmiştir.[28] Hz. Peygamber bu tür hadislerde “küresel kıyamet”in değil, “toplumsal kıyamet”in alametlerini haber vermektedir. Diğer bir ifade ile bu ve benzeri rivayetlerin amacı, kıyametin vaktini bildirmek için değil, ahlakî ve sosyal çözülmenin zararlarını dile getirmek için olmalıdır. “Hadislerde dini yozlaşmayı ve ahlakî bozuluşu haber veren olayların kainatın kozmik düzeninin yıkılışına işaret eden belirtiler olmaktan çok, ferdi ve toplumu yok oluşa götüren birer alamet olduğunu kabul etmek daha isabetli bir hüküm olmalıdır"[29] şeklindeki bir değerlendirme gerçeğe daha uygun düşmektedir.
- Söz konusu hadislerin tespit edilen şekliyle anlaşılabilmesinin diğer bir delili de Hz. Peygamber'e atfedilen, meşhur olmakla birlikte pek muteber kabul edilmeyen hadis kitaplarında yer alan "Kim ölmüşse, onun kıyameti kopmuştur" hadisidir.[30]
Ölüm veya bitişin, fert bağlamında da olsa, rivayetlerde yer alması, toplumun çöküşünün de kıyamet olarak algılanmasını göstermektedir. Fitnenin[31] veya emanetin zayi olmasının kıyamete bağlanması[32] ise bizce yine sosyolojik temele dayanan bir vecizeyi ifade etmektedir.
- Kozmolojik ve küresel değişimi ifade eden rivayetler dışındaki kıyamet alametleri ile ilgili, ahlakî ve dinî açıdan ferdî, ailevî, sosyal ve siyasal alandaki çözülme, bozulma, yozlaşma veya tükenip yok oluşu ifade eden hadisleri, “Allah’ın toplumlar için koyduğu sosyal kanunları"[33] olarak anlamak mümkündür. Bu nevi olaylar büyük kıyametin yaklaştığı zamanda da vuku bulabilecek olmasıyla birlikte, hadislerde ifade ediliş maksatları bu keyfiyet olmayıp toplumların ölümüne (kıyamet-i vustâ) işaret eden kanunların hatırlatılmasıdır.
- Kıyametin büyük alametlerinden kabul edilen Mehdi, Deccal, Nüzûl-i İsa gibi kozmolojik olmayan konular ise ilk dönemden beri tartışma konuları olmaya devam etmektedir. Ehl-i Sünnet bu ve benzeri alametleri olduğu gibi tartışmasız kabul ederken, özellikle son asırda bu hadislere sosyolojik, psikolojik, akılcılık yaklaşım tarzlarıyla; İsrâilî veya Mesîhî tesir gibi farklı yaklaşımlarla, deyim yerinde ise, bir şekilde aşılmaya veya red yoluyla mesele halledilmeye çalışılmaktadır.[34] Biz bu alametlerin mitoloji ve kelime tahlilleri ile asli merciine indirilebileceği ve ilk kullanılışının sözlük bağlamında iken, zaman içinde mevcut kültürlerin hakimiyetiyle belirli ıstılah hüviyetini kazandığı ve zamanla bir müesseseye ve inanca dönüşmüş olabileceği kanaatini taşıyoruz. Bu konuya verilebilecek en güzel örneklerden biri, Hz. Peygamber'in istikbale yönelik bazı tebşir ve teşvikleridir. Zira bu tür ihbarları, Müslümanlara geniş ve derin ufuk açan bir ülkü, siyasi ve kültürel bir hedef gösterme olarak anlamak belki daha rasyonel olacaktır.
- Hadis kaynaklarımızda kıyamet alametleri, genellikle “Fiten” bölümleri içinde ele alınmaktadır. Mesela İbn Mace'nin el-Fiten bölümü incelenecek olursa, görülecek ki, büyük alametler ve diğer alametler aynı başlık altında ele alınmış ve burada adam öldürme, savaş ve kargaşalar, siyasi istikrarsızlık ve anarşi, ahlaki zafiyet ve cehaletin yaygınlaşması; nüzül-i Îsâ, Ye'cûc ve Me'cûc'ün çıkışı, Deccal ve Mehdi gibi büyük alamet kabul edilen olaylarla birlikte değerlendirilmiştir. Bu tasnif keyfiyeti de meselenin toplumsal çöküşle alakalı olduğu fikri ilk dönemden itibaren zihinlerde mevcut olduğunu göstermektedir. Ancak bu olaylar yine de büyük kıyametin habercisi gibi kabul edilmiş ve hicri ikinci asırdan sonra bu kıyamet beklentisi bu çevrelerde oluşmuş olduğunu da ihsas ettirmektedir.[35]
- Hz. Peygamber'in hitap ve konuşma üslubu, başta muhataplara, ferdî, ictimaî ve kültürel şartlara göre farklılığı ihtiva eden bir esnekliğe, edebi bir mükemmelliğe sahiptir. Zaman ve zemine uygun farklı üsluplarla konuşmuş, muhataplarının seviyelerine ustaca inmeyi başarmıştır.
Sözgelimi Hz. Peygamber “Beni nasıl namaz kılarken görüyorsanız, öylece namaz kılın” diyecek kadar açık ve sade bir üslupla, en cahil insana bile meramını anlatmayı başarmıştır. Bazen de “Ameller niyetlere göredir” diyerek kaideyi koymuş, Sonra da bunu örneklendirmiştir. Bu çerçevede Hz. Peygamber'in bu üslûb-ı hakîm tarzında, konumuzla ilgili fitneye dair verdiği haberlere dair “dil üslubunda” edebi sanatların hâkim olduğu, genellikle günümüz ifadesiyle bu hadislerinde sembolik bir dil kullandığı dikkatimizi çekmektedir. Ancak zaman içinde mecazların hakikat, hakikatlerin mecaz, teşbih ve temsillerin gerçeklik olarak algılanması, bu tür hadisleri içinden çıkılmaz bir hale sokmuştur. Bizim kanaatimize göre mesele bu şekilde vaz edilirse problem kökünden çözülmüş olacaktır. Böylece Hz. Peygamber tarafından kullanılan bazı deyim veya terkiplerin, daha sonraki asırlarda bazı kişilere ve hâdiselere tahsisi, olaylarla özdeşleştirilmesiyle ortaya çıkan derclerle, hadislerin aslı birbirinden ayırt edilebilecektir. Yine altını çiziyoruz mevzu hadisler bizim konumuz dışındadır.
- Bu konuda bizim görüşümüzü destekleyen diğer bir delil de fiten hadislerinde bahsedilen bazı hususların, aynı kelime veya fenomenlerle, bazen ümmetin helâkinin veya ictimaî düzensizliğin ifade edilmiş olması, bazen de kıyamet alameti olarak zikredilme keyfiyetidir. Mesela bir hadiste şöyle buyrulur: “Ahir zamanda öyle bir zümre zuhur edecek ki, bunlar yaşça genç, akılca kıttırlar. Bunlar konuştukları zaman mahlûkatın en hayırlı sözünden bahsederler ...”[36] Diğer hadiste ise, “Ümmetimin helak olması, Kureyş'e mensup (aklı kıt: uğaylime) bir grup çoluk çocuğun elleriyledir” buyrulmuştur.[37] Bizce bu hadisler, Hz. Peygamber'in ümmetini fitnelere karşı bilgilendirmeyi amaçlayan ve bu hususta da uyanık olmayı tavsiye eden hadislerdir. Belirli grup veya zamanı değil genel bir inzar ve tebliğ niteliğindedir. Zaten tamamına yakın bir kısmı kurulu düzeni bozmamayı, sosyal barış ve huzuru amaçlayan mesajlar niteliğindedir. Dolayısıyla, bu tür kargaşa ve iç ihtilaflar tarihte defalarca tekerrür etmiştir. Bugün de vardır, bundan sonra da kıyamete kadar olabileceği ihtimali gözüküyor. O halde büyük kıyametin alametleri olarak zikredilen bu tedbirleri; kıyamet-i vusta şeklinde anlamak bu tenakuzları kaldıracaktır. Zorlama tevillere ve anlamsız yorumlara da ihtiyaç kalmayacaktır.
- Meşhur Cibril hadisi konumuz bağlamında incelendiğine[38] hadiste Hz. Peygamber'in kıyametin ne zaman kopacağı sorusuna karşılık, tevil ve telife, vehim ve hataya sebep olmayacak açıklıkta ve kesinlikte bu zamanı kimsenin bilemeyeceğini veciz bir şekilde beyan ettikten sonra, muhatapları kendileriyle alakalı olan, “kendilerinin toplumsal kıyametleri” addedebileceğimiz uyarılarda bulunmuş ve adeta "Siz büyük kıyametin ne zaman kopacağı konusunu bırakın, sizi ilgilendiren esas yakın kıyametinize yönelik hazırlıklar yapın da, uyardığım bu konularda dikkatli olun ve vebale girmeyin” demek istemiş olabilir. Ancak bu tabir genellikle zahir manasıyla alınarak, birçok teviller yapılmıştır: Bu çerçevede “cariyelerin (köle kadınlar) efendilerini doğurması ifadesi tespit edebildiğimiz kadarıyla; evladın anneye cariye muamelesi yapması, cariye çocuklarının yüksek makamlara gelmesi, İslam’ın yayılıp genişlemesi dolayısıyla cariyelerin çoğalması, cariyelerin kralları doğurması, ümm-i veled hükmündeki kadınların yasağa rağmen satılması, hadiste “rab” kelimesinin terbiye eden manasındaki “mürebbi” kelimesini ifade ediyor olması gibi tevillerle izah edilmeye çalışılmıştır.
- Aynı şekilde “deve çobanlarının yüksek yüksek bina yapımında yarışmalarını” ifade eden cümle de farklı anlayışlara sebep olmuştur. İfadeyi, Hz. Peygamber’in geleceğe dair bir mucizesi olarak, fakir köylü veya bedevilerin idareyi zorla ele geçirmesi,[39] sefillerin başa geçmesi, zelillerin izzetli olmaları, hadisin Batı tipi demokrasileri ve rejimleri haber verdiği[40] şeklinde yorumlayanlar olmuştur.
Bizce, iki cümlenin birbirinden bu kadar farklı yorumlara sebep olmasının temelinde,buhadiste verilmekistenenmesajınsevkedilişinden farklı bir yönde aranmasından kaynaklanmıştır. Nebevî beyan "büyük kıyamet" değil, "toplumun kıyametine" hamledilseydi, yorumlamada bu kadar zorlamaya gerek kalmayabilirdi. Zira hadisin delalet ettiği manayı, israf ve gereksiz harcamanın toplumun çöküşüne sebep olacağı istikametinde tefsir edersek herhangi bir problem kalmayacaktır."Cariyenin efendisini doğurmasını" da ahlaki zafiyet ve toplumdaki değerlerin, değer hiyerarşisinin, kısacası toplumun tutarlı ve yerleşik düzeninin alt üst olmasışeklinde izahedersek, diğerkilü kale gerek kalmayabilirdi.
Sonuç olarak, Hz. Peygamber'in hadislerinin günümüz açısından esas problemi sened ve metin tenkidinden ziyade, hadis metinlerinin sevk ediliş bağlamının tespitini yaparak, zaman içinde eklenen en küçük izah ve katkılardan da arındırarak metin inşasını yapmak ve inşa edilen metni de İslami deliller bütünlüğünde değerlendirmektir. Bunu yapabilirsek, asırlardır devam eden tartışmaları daha müspet yöne sevk edebileceğimizi düşünüyoruz. Örnek olarak ele aldığımız kıyamet alametleri ile ilgili hadislerde de değerlendirmeye çalıştığımız gibi, bu metodun her konudaki hadisler için yapılmasının gerekliliği gün geçtikçe hissedilmektedir. Böylece oluşmakta olan sünnetin güncel yorumuna dair usul ilmi de müspet gelişme yolunda önemli bir merhale kat edebilecektir.
* Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
[1] Mesela, hicri bin yılının hemen öncesinde, 911 yılında vefat eden Süyutî devrinde "ekabir-i ulema" arasında kıyametin bin yılında kopacağına dair büyük bir beklentinin olduğunu ve bu konudaki tartışmaları kendisinden soran kişiye cevap mahiyetinde, "Bu ümmetin bin yılını geçeceğine" dair bir risale yazarak, bu beklentinin boş olduğunu, rivayetlere dayanarak izaha çalışmıştır. Ancak kendisi de çok açık olmamakla birlikte bu müddetin 1200 seneyi geçmeyeceğini ima etmiştir. (Süyutî, el-Keşf an Mücâvezeti Hâzihi'l-Ümmeti el-Elf, (el Hâvî Ii'l-Fetâvî içinde), II. 103- 105, 110, Beyrut, 1414/1994).
[2] Sarıkçıoğlu, Din Fenemolojisi, s.209-214, Isparta, 2002.
[3] Birçok ayette açıklanmıştır. Msl. Bkz. 20/Taha, 15; 40/Ğafir, 59, 51/Zariyat, 6...
[4] 21/Enbiya, 1; 54/Kamer, 1.
[5] Mesela Kamer ve Zilzal sureleri bu sahneleri etkileyici bir şekilde anlatır.
[6] 31/Lokman, 34; 41/Fussılet, 47; 43/Zuhruf, 85.
[7] 47/Muhammed, 18.
[8] Yavuz, Yusuf Şevki, "Kıyamet Alametleri", DİA, XXV, 522.
[9] İbn Manzur, Lisânü'l-Arab, XII. 416 vd., Beyrut, 1994.
[10] 6/En'am, 158.
[11] Muhammed Esed."Hesap gününü bildiren işaretler" olarak tefsir eder.(I. 265).
[12] 16/Nahl, 16.
[13] 47/Muhammed, 18.
[14] Muhammed Esed, s. 1037.
[15] Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dili, VI. 4388. Süleyman Ateş ise, alametlerden kastedilenin ileride vuku bulacak işaretler olmadığını, aksine müşriklerin başına gelecek bela ve azap olduğu şeklinde yorumlar. (Süleyman Ateş, Yüce Kur'an'ın Çağdaş Tefsiri, VIII. 428-9, İstanbul, 1988).
[16] Türcan, Galip, Kur’an’da Ahiret İnancı, s. 181, Ankara, 2006 Geffrey, The Foreign Vocabulary, s.
158'den naklen).
[17] Türcan, Kur’an’da Ahiret İnancı, s. 181-182. (Özetle. İlgili kaynak ve dip notlar için bu esere bakılabilir)
[18] 21/Enbiya, 96; 27/Neml, 82; 44/Duhan, 10-12.
[19] 24 Buharı, Rikak, 39; Müslim, Cum'a, 37....
[20] Seyhan, Hadislerde Kıyamet Alametleri, s. 166, 8 no'lu dipnot.
[21] Konu hakkında Yusuf Şevki Yavuz, DİA'da "Kıyamet Alametleri" maddesinde düzenli ve sistematik bilgi vermiş, burada ilgili kaynak ve çalışmalar ile fikirleri değerlendirmiştir.
[22] Hz. İsa'nın nüzulüne dair rivayetleri Kettanî gibi bazı alimler "mütevatir seviyesinde" görseler de (Nazmü'l-Mütenasir, s. 147, Halep, baskı tarihi yok), Hayri Kırbaşoğlu gibi bazı araştırmacılar bu rivayetleri tenkit ederek, tevatür iddiasının geçerliliğinin mümkün olamayacağını ispata çalışmıştır. ("Hz. İsa'yı Gökten İndiren Hadislerin Tenkidi", İslamiyât, III. sayı, 4, Ankara, 2000). Yine çağdaş araştırmacılardan Şeltııt da bu rivayetlerin inanç esasını belirleyecek bir güçte olmadıklarını belirtir. (el-Fetevâ, s. 65). Konunun klasik anlayışlar aleyhine genel bir değerlendirmesi için ayrıca bkz. Türcan, Kıır'aıı'da Ahiret İnancı, s.183-193 ve 297 nolu dipnot; Seyhan A. Emin, Hadislerde Kıyamet Alametleri, s. 165 vd. ve 40-46. dipnotlarda geçen araştırmalar. Çelebi İlyas, Uzak ve Yakın Gelecekle İlgili Rivayetler, s. 80 vd., İstanbul, 2000.
[23] 17/İsrâ, 16-17; 11/Hud, 117; 7/ A'raf, 137.
[24] Buhârî, Fiten, 2. s. 589; İbn Mâce, Fiten, 9, s. 2713.
[25] 7/ A'raf, 187.
[26] Buhârî, Rikak, 42 (VII. 192), İlim, 2 (I. 21).
[27] Buhârî, Edeb, 95 (VIl. 112); Müslim, Birr, 50, (IIl. 2032).
[28] Bezzâr, Müsned, II. 145-146; Taberânî, Evsat, I. 15-151.
[29] Yavuz, DİA, XXV 524.
[30] Aclunî, Keşfü'l-Hafâ, II. 386, Kahire, tarihsiz (Taberâî bu anlamdaki bir hadisi mevkufen Muğire b. Şu'be ve biraz daha uzun bir sözü de yine mevkufen Hz. Enes'ten rivayet etmiştir)
[31]Müslim, Fiten ve Eşrati's-Sâ’a, bab, 25, hadis no: 2947.
[32]Ahmed, Müsned, II. 361; İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, 1. 169. Buhârî, ilim, 2, (I. 21), Rikâk, 35 (VII. 188 Burada "meta es-sâatü" sorusu yok, sadece cevap var.); İbn Hibban, l. 307, Beyhakî, Sünen, X. 118.
[33] Çelebi, İlyas, İslâm'da İnanç Esasları, s. 280, İst. 1998.
[34] Bkz. Kettânî, Nazmü'l-Mütenâsir, s. 147, Haleb, ts. (Mütevatir iddiası bu eserde mevcuttur). Bu konudaki oldukça farklı yorum değerlendirme ve ilgili kaynaklara dair A. Emin Seyhan'ın Hadislerde Kıyamet Alametleri isimli tezinin 165-234 sayfaları arasına bakılabilir. İlgili eserler de bu çalışmada kaynak olarak kullanılmıştır.
[35] Hz. Peygamber’e nispet edilen bir haberde “Alâmetler, iki yüzden sonradır” denilmektedir. İbn Mâce, Fiten, 28, s. 2721. İbn Mâce, özellikle bu konuları, Müslüman'ı öldürmenin ağır vebalini ifade eden hadislerden sonra "Şiddeti'z-Zaman" başlığı altında ele almış (Fiten, 24) ve daha sonra da “Emanete Riayet Edilmemesi”, "Kur'an ve İlmin Gitmesi (Toplumsal Hafızadan Silinmesi)”, "Beydâ Ordusu” başlıkları altında, başlıkla ilgili hadisleri rivayet etmiştir. Arkasından da büyük alametleri ihtiva eden hadisleri nakletmiştir.
[36] Buhârî", Fedâilü'l-Kur'an, 36; Müslim, Zekât, 154 (r. 1066); Nesâî, Tahrim, 26. Krş. Canan, Kütüb-i Sitte, XIII. 457.
[37] Buhârî, Fiten, 3, Menâkıb, 25. Hadisin devamında hadisi nakleden der ki "Ben, Mervan oğulları iktidar olduğu zaman dedem İbnü'l-As ile birlikte Şam'a gittim. Orada iktidar sahiplerini yeni yetme gençler (ğılman ahdas) görünce, 'Ebu Hüreyre'nin (r.a) kastettiği bunlar olmasın "dedi. Ben de sen daha iyi bilirsin dedim.
[38] Canan, Kütüb-i Sitte, 13, 371.
[39] Nebatlıların (köylü Arapların) kibarlaşıp şehirlerde köşkler edinmeleri dinin yani İslam'ın değerler sisteminin alt üst olması demektir. Kurtûbî bu mucizenin kendi devrinde gerçekleştiğini bildirir.
[40] Canan, Kütüb-i Sitte, II. 222.