Dr. Reyhan Çağlayan Altun
Ölüm ötesi düşüncesi tarih boyunca insanoğlunun ilgi odağı olmuştur. İnanan-inanmayan herkes ister istemez bu düşünceyle ilgilenmiştir. Ölüm ötesi hayat semavî dinlerin temel esaslardan birini oluştururken beşerî dinlerin ve felsefenin de merakını celbetmiş, bu bağlamda onların çeşitli teoriler geliştirmesine sebep olmuştur. Bu çalışma konunun Kur’an-ı Kerim’de işlendiği çerçeveyi belirlemeyi hedeflemiştir. Bu yazıda “Cennet ve Cehennem” bahsi genel hatlarıyla incelenip “Rahmetim gazabıma üstün gelmiştir” [1] kudsî hadisine binaen cennet sahneleri merkeze alınmıştır.
Giriş
Ölüm sonrası hayatta salih kulların girmeyi hak edeceği yer cennettir. Dolayısıyla cenneti hak edenler ilahî rızayı kazanmış olan müminlerdir. Onun güzelliklerini anlatan âyetlerin Cehennemi anlatan âyetlerden fazla olması da konuyu bu düzlemde incelemeyi gerektirmektedir. Nitekim türevleriyle beraber bizzat “cennet” kelimesi 147 defa kullanılırken; “cehennem” kelimesi 77 defa geçmiştir.[2]
Cennet örtmek, gizlemek manasındaki ّجن’c-n-n’ kökünden isim olup bitki ve ağaçlarıyla toprağı örten bahçe manasına gelir.[3] Cennet aslen lügatte masdar binâ-i merredir ki "bir örtüş", "bir kerre setr" demektir ve bu maddenin bütün türevlerinde bir nevi "örtme" mânâsı vardır. Nitekim "cin", herkese görünmez gizli bir çeşit yaratık, "cinnet", aklın kaybolması; "cen" kararmak, görülen eşyanın bakıştan gizlenmesi demektir. İkinci olarak "cennet" bir örtü mânâsından hareketle zemini görünmez, gayet girift ağaçlarla örtülmüş bahçe ve bostana söylenmiştir. Üçüncü olarak din dilinde, dünya gözüyle görülemeyen "dâru's-sevab"ın (sevab yurdu) ismi olmuştur.[4]
Âhiret hayatında müminlerin ebedî saadet yurdu olan yerin bu şekilde adlandırılmasının sebebi genel görünümüyle dünya bahçelerine benzemesi veya eşsiz nimetlerinin insan idrakinden gizlenmiş olması yani insanların tasavvur edemediği kadar güzel olmasıdır.[5]
Batı dillerinde Cennet karşılığı olarak kullanılan paradis/paradise kelimesinin aslı Grekçe paradeisos olup Eski Farsça’da etrafı çevrilmiş yer, ağaçlı bahçe anlamındaki pairi-daezandan gelmektedir.[6]
Cennet kelimesi Kur’an’da yirmi beş yerde dünyadaki bağ bahçe, altı yerde Hz. Adem ile Havva’nın iskan edildiği mekan, bir yerde Peygamber Efendimiz (sav)’in yanında Cebrail’i gördüğü sidretü’l-müntehanın civarında bulunan me’va cenneti[7] diğer yüz on yedi yerde[8] de âhiret cenneti manasında kullanılmıştır. Zemininin bir olması, ağaçlarının sarmaş-dolaş olup iç içe bulunmasından dolayı müfred (tekil); eşsiz lezzetleriyle hem ruha hem de bedene hitap etmesi sebebiyle tesniye (ikil); çok geniş olması, değişik bölümlerinin bulunmasından dolayı da cemi (çoğul) olarak kullanılmıştır ki, böylece bu ifadelerin hepsi cenneti övmeye[9] yöneliktir. Yine İbn Abbas’tan gelen bir rivayette cennetlerin cemi olarak kullanılmasının sebebi onların yedi adet olmasındandır.[10] İslam literatüründe ebedî saadetle ilgili vaadler, özendirici anlatım ve tasvirler genellikle cennet ismi etrafında yoğunlaşmış, dil ve edebiyat alanında da daha çok bu kelimeye yer verilmiştir. Cennetin çok sayıdaki ayette çoğul şekliyle yer alması da saadet yurdunun belli bir bölgesinin değil, tamamının adı olduğunu gösterir.
Cehennem ise herhangi bir sözlük anlamı taşmaktan ziyade kafirlerin, münafıkların, zalimlerin, gerçeğe boyun eğmeyenlerin azap görecekleri yer olarak tasavvur edilir.[11]
Âyetlerdeki Üslûp
Söz konusu âhiret olaylarının anlatımı sırasında diğer anlatımlardan farklı bir ifade ve anlatım biçimi kullanıldığı hemen hissedilebilmektedir. Çoğunlukla ilk dönemde gelen vahiylere ait olan bu üslûba ait ifadeler, kısa fakat anlam bakımından yüklü ve gerilimlidir. Kur’an, muhatabı etkileyebilmek, onun dikkatini çekebilmek için yalın ifadeler yerine sanatlı bir üslûbu seçer. Vahiy bu üslûpla muhatapta vicdanî tepkiler uyarır, onun iç hayatında bir hareketlenme meydana getirir.[12]
İşte Kur’an’da âhiretle ilgili manzaralar da bu üslûp ile ele alınmıştır. Haberden inşaya, tavsiften konuşmaya geçilir ve muhatap kendini sanki olayların cereyan ettiği sahne içinde bulur. Kur’an bu dünyada muhataba vaad ettiği âhiret âlemini anlatmıştır. Kur’an dilinde bu âlem sanki bizzat muhatabın gördüğü bir resim, adeta bir canlı, bir şahıs haline gelmiştir. Böylece bu ayetleri okurken, muhatap kâh son derece heyecanlanır, kâh tüyleri ürperir, kâh korkuyla dolar, kâh huzur ve güven duyar, kâh ateşin yalımlarıyla sarılır, kâh cennetin latif rüzgârlarını hisseder. Böylece vaad edilen günün gelmesinden önce, onu bu dünyada tanır. Kur’an’da âhiret için böyle sözünü ettiğimiz türden sanatlı bir üslûbun kullanılmasının başka bir sebebi de; dünya âlemindeyken farklı, henüz bilmediği bir âlemi muhataba anlatma zarureti olabilir. Bilindiği gibi âhiret gerek fizikî gerek sosyal ilişkileri alt üst ederek gelir ve insanın yaşayacağı yeni ortama kendi düzenini getirir. Bu yeni âlem dünya hayatından farklı olarak zaman, mekân gibi boyutları değiştirerek gelecektir. Dünya ötesi ya da olağanüstü şartlarda meydana gelecek olayların, olağan bir ortamda dünyada yaşayan muhataplara anlatılıyor olması, her zamankinden farklı bir anlatım tarzını gerekli kılabilir.
Yine bunun başka bir tezahürü de üslûpta teşbih sanatının sıklıkla kullanılmasıdır. Âhiretteki nimetler dünya nimetine benzetilir. İbn Kuteybe’ye göre âhiret nimetleri dünyadakinden çok farklı olsa da muhatabın bildiği nimetlere benzetilerek anlatılmalıdır.[13] İbn Abbas ise âlemler arasındaki farka ilişkin olarak şunu söyler: “Dünyada sadece cennette olan şeylerin isimleri vardır.”[14]
Kur’an’ın âhiret olaylarını tasvir ederken kullandığı üslûpta dikkati çeken diğer bir husus da olayları mazi (di’li geçmiş zaman) kipiyle anlatmasıdır. Kur’an’ın bu üslûbu kullanmadaki amacı; muhataba âhiretle ilgili meydana gelecek olayların gerçekleşmesinin kesinliğini ifade etmektir. [15]
Cennete Girmeye Vesile Olan Bazı Ameller
Cennete girmenin temel şartı olan iman, Allah ile kul arasında mevcut sevgi bağının kuldaki yansımasından ibaret olup hiçbir şekilde yokluğu düşünülemez. “Faydalı işler” anlamına gelen salih amellere gelince insan hayatı boyunca dinî ölçüler açısından yapılması veya terk edilmesi gereken şeyler olmak üzere iki gruba ayrılır. Bu fiillerin hem sayısı çoktur hem de işleniş biçimleri farklılık arz etmektedir. Bir kişinin bunların tamamını yerine getirmesi fiilen zordur. İbn Kayyım, Cennete girmeye vesile olan amelleri âyetlere dayanarak saydıktan sonra Maun Suresi’nin şu son ayetlerinden de istifade ederek[16] bunları iki noktada özetler: Yaratana kullukta samimiyet, yaratılmışlara şefkat. Bu da nihaî olarak bir noktada yoğunlaşır: Allah ile O’nun sevdiği bütün hususlarda uyum içinde olmak.[17]
Gayesini ve yolunu bu şekilde tanzim edenin şu sonucu elde etmesi de kaçınılmazdır: Güzelliğin karşılığı güzelliktir.[18] Allah’tan korkmanın karşılığı Allah’ın hoşnutluğunu kazanmak; güzel iş yapmanın karşılığı ise cennete girmektir. Âyetlerde cennetlik mü’minlerin özelliklerinden sıklıkla bahsedilmiştir. Bunlardan herhangi bir şüpheye yer vermeden karşılığının doğrudan cennet olduğunu ifade eden âyetlerden çıkarılabilecek özellikleri şöyle sıralayabiliriz; adaklarını yerine getirenler, kıyamet gününden korkanlar, bollukta ve darlıkta Allah için harcayarak yoksula, yetime ve esire Allah rızası için ikramda bulunanlar, sabredenler[19], öfkelerini yutanlar, insanları affedenler, kötülük yaptıklarında Allah’ı hatırlayıp tövbe edenler[20], bile bile yaptıkları hatalarda ısrar etmeyenler, daima tövbe ile Allah’a dönenler, Allah’ın emirlerini koruyanlar, görmediği halde Rahman’a saygı gösterenler, son nefeste Allah’a dönük kalp ile gidenler,[21] inanıp salih amel işleyenler,[22] kötülüğe iyilikle karşılık vererek onu ortadan kaldıranlar, hayırda yarışanlar, Allah yolundan ayrılmayıp bu uğurda malları ve canlarıyla cihat edenler.[23] Bu vasıflar, Kur’an-ı Kerim’de bazen münferit olarak zikredilir bazen de bir arada ortaya konur. Cennetliklerin bazı vasıflarının bir arada zikredilmesine Ra’d Sûresi’ndeki şu âyetler örnek olarak verilebilir:
الَّذِينَ يُوفُونَ بِعَهْدِ اللّهِ وَلاَ يِنقُضُونَ الْمِيثَاق.َ وَالَّذِينَ يَصِلُونَ مَا أَمَرَ اللّهُ بِهِ أَن يُوصَلَ وَيَخْشَوْنَ رَبَّهُمْ وَيَخَافُونَ سُوءَ الحِسَاب.ِ وَالَّذِينَ صَبَرُواْ ابْتِغَاء وَجْهِ رَبِّهِمْ وَأَقَامُواْ الصَّلاَةَ وَأَنفَقُواْ مِمَّا رَزَقْنَاهُمْ سِرّاً وَعَلاَنِيَةً وَيَدْرَؤُونَ بِالْحَسَنَةِ السَّيِّئَةَ أُوْلَئِكَ لَهُمْ عُقْبَى الدَّارِ. جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا وَمَنْ صَلَحَ مِنْ آبَائِهِمْ وَأَزْوَاجِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْ وَالمَلاَئِكَةُ يَدْخُلُونَ عَلَيْهِم مِّن آُلِّ بَاب.ٍ
“Verdikleri sözde duranlar ve misakı bozmayanlar da işte onlardır. Onlar Rabbin tarafından sana gönderilenin hak ve gerçek olduğunu bilip, Allah’ın gözetilmesini emrettiği şeyleri gözetirler. Rableri olan Allah’tan çekinirler ve pek çetin bir hesaptan endişe ederler. Onlar, sırf Rab’lerinin rızasını kazanmak için sabreder, namazı tam gerektiği şekilde kılarlar. Kendilerine ihsan ettiğimiz rızklardan gerek gizli gerek açık bir tarzda bağışta bulunur ve kötülüğe iyilikle mukabele ederler. İşte onlardır dünya diyarının güzel âkıbetini kazananlar! O güzel âkıbet Adn cennetleri olup, onlar babalarından, eşlerinden ve nesillerinden iyi olanlarla birlikte o cennetlere girerler.[24]
Arındırılma
Cennet; iyilikler, güzellikler diyarıdır. Bu ebedî mekânda kötü-kötülük ve çirkin-çirkinlik olmayacaktır. Dünyada, şeytanın insanı hedef aldığı ve onun körüklediği kötü duyguların artık cennette olmadığı bilinmektedir. Kısacası cennette; rekabet,[25] kin, tasa, nefret vs. gibi duygular yoktur.[26] Cennet ehlinin ruhî portreleri konusunda en çok vurgulanan özellik, onların kalplerinde kin ve nefretin bulunmayacağı hususudur. Bu durum iki yerde Kur’an’da zikredilmektedir. Kalplerinden kinin arındırılması sonrası Hicr Sûresi 47. âyette “cennetliklerin kardeşler olarak karşılıklı oturdukları” belirtilmekte, diğer âyette ise bu durum şöyle anlatılmaktadır:
وَنَزَعْنَا مَا فِي صُدُورِهِم مِّنْ غِلٍّ تَجْرِي مِن تَحْتِهِمُ الأَنْهَارُ وَقَالُواْ الْحَمْدُ لِلّهِ الَّذِي هَدَانَا لِهَـذَا وَمَا آُنَّا لِنَهْتَدِيَ لَوْلا أَنْ هَدَانَا اللّهُ لَقَدْ جَاءتْ رُسُلُ رَبِّنَا بِالْحَقِّ وَنُودُواْ أَن تِلْكُمُ الْجَنَّةُ أُورِثْتُمُوهَا بِمَا آُنتُمْ تَعْمَلُون.َ
“Öyle bir halde ki içlerinde kin kabilinden ne varsa hepsini söküp çıkarırız, altlarından ırmaklar akar. “Hamdolsun bizi bu Cennete eriştiren Allah’a! Eğer Allah bizi muvaffak kılmasaydı, biz kendiliğimizden yol bulamazdık. Rabbimizin elçilerinin gerçeği bildirdikleri bir kere daha kesinlikle anlaşılmıştır” derler. Kendilerine de: “İşte güzel işlerinize karşılık, karşınızda duran şu muhteşem cennete vâris kılındınız, buyurun!” diye nida edilir.”[27]
“Ğıll” kin, hıyanet ve düşmanlık manasına gelmektedir.[28] “Ğıll”in sökülüp atılmasını ifade eden bu âyet cennete gireceklerin manevî bir arındırma[29] operasyonuna tabi tutulacağının delilidir. İnsanın gücünün yetmediği bir alan olarak görülen kalpten kinin atılması meselesinde Allah Teala devreye girerek kulunun gönlündeki kini söküp atmaktadır.[30] Dünyada dost, ahbap iken âhirette birbirine düşman olan yalanlayıcı kâfirler cehennemde birbirlerine lanet edip çekişirken iman edip salih amel işleyen müminler ise cennette dost, samimî ve saf bir kardeşlik içindedirler. Kendilerini esenlik ve dostluk okşamaktadır.[31] Adeta bu leziz anlatım insana şunu hayal ettirmektedir: Cennetlikler rahat ve huzur içindedirler. Kafalarında hiçbir dert, hiçbir endişenin ağırlığı yok. İçinde yüzdükleri nimetlerden yana hiçbir kuşku taşımıyorlar. “Bitecek, tükenecek” diye korku yok içlerinde. Karşı karşıya oturmuş “Sonrasında veya arka planında ne olur acaba, sonunda beni yanıltır mı?” demeden sohbet ediyorlar.
Konuşmaları
Cennetliklere ihsan edilen nimetlerden biri de salihlerle bir arada olmaktır. Tatlı ve sevimli cennet sahnesinin atmosferini tamama erdirmek için yüce Allah, aralarında geçen sohbetlerini, geçmişlerini yad etmelerini ve gark oldukları nimet, güzellik, bolluk, rahatlık, hoşnutluk ve emniyetin sebeplerini birbirlerine sıralamalarını yansıtmakta ve canlandırmaktadır. Dünyadaki idrak ve gönüllere bu nimetin sırlarını açıklamakta; onlara bu nimete götüren yolu göstermektedir:
وَأَقْبَلَ بَعْضُهُمْ عَلَى بَعْضٍ يَتَسَاءلُون.َ قَالُوا إِنَّا آُنَّا قَبْلُ فِي أَهْلِنَا مُشْفِقِين.َ فَمَنَّ اللَّهُ عَلَيْنَا وَوَقَانَا عَذَابَ السَّمُوم.ِ إِنَّا آُنَّا مِن قَبْلُ نَدْعُوهُ إِنَّهُ هُوَ الْبَرُّ الرَّحِيم.ُ
“Birbirlerinin yanına gelip şöyle sorup sohbet etmeye başlarlar. Biz dünyada, ailemiz içinde iken sonumuzdan endişe ederdik. Ama şükürler olsun ki Allah bize lütfetti ve bizi, o kavuran ateşten korudu. Çünkü biz daha önce Allah’a dua ve ibadet eder, bizi ateşten korumasını niyaz ederdik. Gerçekten O, berr’dir, rahîmdir (hayırların kaynağıdır, merhamet ve ihsanı boldur).”[32]
O halde bu nimetlerin sırrı, onların ahiret sonrası yaşamın zorluklarından sakınarak hayat sürdürmüş olmaları, Rabblerinin hesaba çekmesinden korkarak yaşamalarıdır. Ve nihayet insana aldatıcı emniyet hissi veren, insanı oyalayıp meşgul eden dünyalıklar arasında var olmakla birlikte bunlara aldanmayıp, onlarla meşgul olmamalarındandır. Böylece nimet diyarında, ikrama eren kurtulmuşlar zümresinin kendi aralarındaki fısıltılı konuşmalarından, oraya ulaşma yollarının sırrı ortaya çıkmış oluyor. İşte o zaman yüce Allah kendilerine lutfetmiş ve kendilerini yakıp kavurucu zehir gibi vücuda sızan “semum” azabından korumuştur. Semum çok sıcak rüzgâr demektir.[33] Bu kelimeyle anlatılmak istenen, vücudun içine işleyen, zehirli, sıcak, samm denilen cehennemden yükselecek olan yakıcı alevlerin sıcak rüzgârlarıdır. Burada zikri geçen azaptan maksat, Cehennem ateşi veya buna benzer korkunç dünya hayatıdır.[34] Yüce Allah kendilerinin takvalarını, korkularını ve huşularını bildiği için kendi katından bir lütuf ve ihsan olmak üzere onları korumuştur. Onlar bunu bilmektedirler. Onlar ulu Allah'ın fazlı ve ihsanı olmadan sadece amelin insanı cennete sokamayacağını bilmektedirler.
Cennetteki kelamın her halükârda güzel, samimi ve dolu dolu olduğu fark edilmektedir. Nitekim cennetlikler boş ve yalan söz söylemedikleri gibi başkalarından da işitmezler: “Orada ne boş bir söz ve ne de yalan işitirler.”[35] “Sadece selam ve selamet sözleri duyarlar.”[36] Diğer sahip oldukları nimetlere ek olarak, kendilerine, vicdanın tadına vardığı ve aklın kavrayabildiği bir atmosfer sağlanmıştır. Orada yaşadıkları hayat, boş sözlerden ve tartışmanın eşlik ettiği inkârcılıktan korunmuş bir hayattır. Çünkü gerçek, üzerinde tartışmaya ve inkâr etmeye ve içinde hiçbir yarar olmayan boş söze yer olmayacak kadar apaçık ortadadır. Bu öyle bir yücelik, öyle bir doyumdur ki tam ebediyet yurduna layıktır.
Öteler ötesi alemden başka bir sebeple farklı bir diyalog da aktarılır. Cennetlikler birbirlerinden dünyada iyi tanıdıkları yakın ve akrabalarını sorarlar:
“Birbirleriyle sohbete girerler. Derken biri der ki: “Sahi, benim de yakın bir arkadaşım vardı. Yanıma gelir, iğneli iğneli “Sen de mi,” derdi, “bu masala inananlar arasında yer alıyorsun? Yani biz ölüp çürümüş kemik, toz toprak haline geldikten sonra, biz mi dirilip hesap vereceğiz, buna da inanılır mı?” “Şimdi ister misiniz onu size göstereyim?” dedi. Onlar da arzu edince, derhal bir tarama yapıp onu Cehennemin tam ortasında buldu. “Vallahi,” dedi “nerdeyse beni de düştüğün o helâke sürükleyecektin! Rabbimin hidayet nimeti yetişmeseydi, eli kolu kelepçeli getirilip o azaba atılanlardan olacaktım!” Sonra Cennetteki arkadaşlarına dönerek: “O ilk ölümümüzden sonra artık bize burada ölüm olmayacak değil mi, o azap bize hiç ulaşmayacak değil mi? Ne güzel! Şükürler olsun! İşte kurtuluş, işte büyük başarı diye buna derler. Çalışanlar, asıl, böyle bir başarı elde etmek için çalışsınlar!”[37]
Yüce Allah’ın âhiret tasvirinde öldükten sonra dirilmeye inanan ve inanmayan iki arkadaşın diyalogunu örnek vermesi manidardır. Bu farklı düşünceye sahip olanların konuşması, âhirete intikal edecek, orada bile söz konusu edilecektir. Yasin Sûresi’nde de benzer bir diyalog aktarılmaktadır.[38] Cennetlik olan arkadaşının, onu Cehennemin ortasında görmesi, cennet ile cehennemin birbirine çok yakın oldukları anlamına gelmektedir. Zaten A’raf Sûresi 44–50. ayetlerine baktığımızda, cennet ile cehennemin arasında bir perdenin olduğu, cennetlikler ile cehennemliklerin birbirleriyle konuşacağı anlaşılmış olacaktır. “Helak edecektin.” ifadesinden anlıyoruz ki, öldükten sonra dirilmeyi ve âhirette ilk sorgulamayı inkâr eden kişi, mümin olanı etkileyip yoldan çıkarmak durumunda idi. Müslüman olan pasif, inkar eden ise aktif olduğu için, onu imana davet etme yerine kendisi ondan etkileniyordu. Diğer taraftan bu âyetler, müminlerin inançlarını korumaları gerektiğini ve bu korumanın bazı ortamlarda çok zor olduğunu göstermektedir. Yemin ile birlikte “neredeyse” ifadesinden bu zorluğu çıkarmaktayız. Demek ki, insan insanı cehenneme götürecek derecede etkileyebilmektedir. Netice olarak diyebiliriz ki, arkadaş grubu bazen akan bir sel durumuna gelebilir; gruptaki kişilerin iradelerini ellerinden alabilir ve o kişiler akıntıya karşı duramazlar. Gruba hâkim olanların inancı ve görüşü, grubun tamamını etkileyebilir. Grubu teşkil eden kişilerin iradeleri küçülüp etkinlikleri arttıkça grup dinî inançlarından daha değerli hale gelebilir. Bu bir dinî grup olabilir; o zaman grup başkanının görüşü her şeyin önüne geçebilir. Böylece onun etrafındaki iradesi ellerinden alınmış olanlar; o kişinin görüşünü din olarak görmeye başlar. Eğer grubun önde geleni, inançsız ise iradesini ona teslim edenleri inkâra doğru sürükleyebilir. İşte âyette bu durum anlatılmaktadır. Cennetlik olan kişinin, bu etkinin ağırlığını yeminle ortaya koyması da buna delil teşkil etmektedir.[39]
Ahiret yurdunda konuşmalar cennetlik ile cehennemliklerin arasında da cereyan eder. Hatta zaman zaman onlara bir de A’raf’takilerin[40] dahil olduğu bir anlatım kullanılır:
“Cennet ehli cehennem ehline, “Biz Rabbimizin bize vaad ettiğini gerçek bulduk; siz de Rabbinizin va’dettiğini gerçek buldunuz mu?” diye seslenirler. Onlar, “Evet” derler. O zaman aralarında bir duyurucu, “Allah’ın lâneti zalimlere!” diye seslenir. Onlar Allah yolundan alıkoyan ve onu, eğri ve çelişkili göstermek isteyenlerdir. Onlar ahireti de inkâr edenlerdir. İkisi (cennet ve cehennem) arasında bir sur, A’râf üzerinde de birtakım adamlar vardır. Cennet ve cehennemliklerin hepsini simalarından tanımaktadırlar. Cennetliklere, “Selâm olsun size!” diye seslenirler. Onlar henüz cennete girmemişlerdir, ama bunu ummaktadırlar. Gözleri cehennemlikler tarafına çevrildiği zaman, “Ey Rabbimiz! Bizi zalim toplumla beraber kılma” derler. A’râftakiler, simalarından tanıdıkları birtakım adamlara da seslenir ve şöyle derler: “Ne çokluğunuz, ne de taslamakta olduğunuz kibir size bir yarar sağladı!” “Sizin, ‘Allah bunları nimete erdirmez’ diye yemin ettikleriniz şunlar mı?” (Sonra cennetliklere dönerek) “Haydi, girin cennete. Size korku yok. Siz üzülecek de değilsiniz” derler. Cehennemlikler de cennetliklere, “Ne olur, sudan veya Allah’ın size verdiği rızıktan biraz da bizim üzerimize akıtın” diye çağrışırlar. Onlar, “Şüphesiz, Allah bunları kâfirlere haram kılmıştır” derler.”
Cehennemi kendilerine dünyada yaptıklarıyla reva görenler belki son bir umutla ya da belki de A’raf ehlinin cennete nail olduğunu görünce heyecanlanarak, yaşadıkları açlık ve susuzluğun da zirvede olduğu bir anda cennet kendilerine hak ve müstehak olmuş kişilerden rızık ve su isterler; ancak Allah’ın bu taleplerden kafirleri mahrum bıraktığını öğrenirler. Meşhur müfessir Râzî’nin de dediği gibi aldıkları bu cevap karşısında dumura uğrayıp yıkılırlar. Çünkü onlar dinlerini oyun ve alay konusu yapmışlar; dünyanın geçici zevklerine aldanarak ahiret hayatını unutmuşlar; uyarı olarak gelen âyetleri de görmezden gelmişlerdir. Böylece Allah da onları “unutmuş”, cehenneme terk edip tüm talep ve feryatlarını cevapsız bırakmıştır.
Devam Eden Haller!
Müminler bu dünya imtihanını başarıyla verdikten sonra cennete girdiklerinde bu dünyada sahip oldukları yüksek seciye örneğini aynen orada da gösterecekler. Cennetliklerin bu kadar badireler atlatıp en güzel nimetlere sahip olduktan sonra muhtemelen dünyada da yaptıkları gibi yapacakları şey hamd etmek olacaktır:
دَعْوَاهُمْ فِيهَا سُبْحَانَكَ اللَّهُمَّ وَتَحِيَّتُهُمْ فِيهَا سَلاَمٌ وَآخِرُ دَعْوَاهُمْ أَنِ الْحَمْدُ لِلّه ِرَبِّ الْعَالَمِين.َ
“Onların orada duaları, “Sübhansın Allah’ım! Her türlü noksandan münezzeh ve yücesin!” demek, birbirlerine iyi dilek ve temennileri ise hep “selam!” dır. Duaları “El-hamdülillahi Rabbi’l-âlemin” (Hamd âlemlerin Rabbi Allah’a mahsustur.) diye sona erer.”[41]
Tıpkı dünya hayatındayken yaptıkları gibi orada da Allah'a hamdedici ve O'nun ismini yüceltici tesbihler söylemekten hoşlanmalarının nedeni budur. En belirgin nitelikleri haline gelen başlıca uğraşları, `dualarıdır.' Bu da başta, Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih etmeleri, işin sonunda Allah'a şükretmeleridir. Bu ikisi arasında ya birbirlerine ya da kendileri ile Rahman'ın melekleri arasında gerçekleşen “selam” yer almaktadır.[42] Onların Cennet'teki en büyük istek ve arzuları, tıpkı dünya hayatındayken toplum içinde yaptıkları gibi birbirilerine selam vermeleridir.[43] Görülüyor ki burada duanın ilki tesbihtir. Yani Allah’ı noksan sıfatlardan uzak tutmaktadır. İkinci kullandıkları söz de tahiyyedir. Tahiyye esenlik dilemek manasına gelir. Esenlik de rahmet dileyerek istenir. Selam kelimesi burada rahmet anlamına gelmektedir. Naim cennetlerindeki kişiler birbirlerine rahmetle esenlik dileyecekler, birbirlerine bu şekilde dua edeceklerdir. Duaların sonunda ise verdiği nimetler için Allah’a hamd gelmektedir. Orada hamd etmelerinin sebebi ise şu ayetlerde açıklanmaktadır:
وَقَالُوا الْحَمْدُ لِلَّهِ الَّذِي أَذْهَبَ عَنَّا الْحَزَنَ إِنَّ رَبَّنَا لَغَفُورٌ شَكُور.ٌ الَّذِي أَحَلَّنَا دَارَ الْمُقَامَةِ مِن فَضْلِهِ لَا يَمَسُّنَا فِيهَا نَصَبٌ وَلَا يَمَسُّنَا فِيهَا لُغُوب.ٌ
“Cennette şöyle derler: Hamdolsun bizden her türlü endişeyi gideren Allah’a. Gerçekten Rabbimiz gafurdur, şekûrdur (çok affedicidir, kullarının amellerini ve şükürlerini kabul edip mükâfatlarını fazlasıyla verir). Çünkü O, lütfu ile bizi devamlı kalınacak olan yerde yerleştirdi. Burada artık bize ne yorgunluk olacak ne de usanç gelecektir.”[44]
Âyetlerden anlaşılıyor ki, Allah’ın tasayı gidermesi, bağışlaması, çok nimet vermesi, cennete yerleştirmesi, kulların ise yorgunluk duymamaları ve usanç hissetmemeleri onlar için Allah’a hamd etme sebebi olmaktadır. Bu âyetlerin yansıttığı hava; konfor, huzur ve mutluluk havasıdır. Seçilen sözcüklerin melodileri ve mesajları bu cana yakın, bu sıcak, bu rahmet saçan hava ile yüklüdürler ve metnin anlamı ile ahenkli bir bütün oluşturmaktadırlar. Öyle ki, "üzüntü" anlamına gelen "hazen" sözcüğünün bile yumuşak okunan kalıbı seçilmiş, "hüzn" biçimindeki sert okunuşlu ve gırtlağı tırmalayıcı kalıbından kaçınılmıştır. Bu arada cennet "istikrar yurdu"dur; "yorgunluk" ile "bıkkınlık" cennetliklere ilişmemektedir bile. Kısacası ayette kullanılan tüm sözcüklerin melodisi yumuşak, tatlı ve sessiz akışlıdır.[45] Aslında onlar sadece cennette değil hem imtihan dünyasını hem de hesabı kazasız belasız atlattıkları için sorgulamanın hemen akabinde de Allah’a hamd etmekteydiler.[46] Onlar, bu güzelim nimetler içinde sonsuza dek kalacaklardır.
Allah Teâla her birimizi rahmet ve mağfiretiyle ebedî saadet yurdunun mukimlerinden kılsın. Nazargâh-ı ilahî olan kalplerimizden razı olmadıklarını çekip onların yerine razı olduklarını ihsan etsin. Cehenneminden ve azabından hepimizi berî kılsın. Dünyamızı da, ahiretimizi de cennet eylesin Yüce Mevla.
KAYNAKÇA
BAYRAKLI, Bayraktar, Yeni bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, İstanbul, 2003.
BEYDÂVÎ, Envaru’t-Tenzil ve Esraru’t-Tevil, Beyrut, ty.
BUHARî, Muhammed b. İsmail, el-Camiu’s-Sahih, İstanbul, ty.
DEMİRCİ, Muhsin, Kur’an’ın Temel Konuları, İstanbul, 2000.
ELMALILI, Hak Dini Kur’an Dili, İstanbul, 1971.
İBN KAYYIM, el-Cevziyye, Hadii’l-Ervah, Kahire, ty.
İBN KUTEYBE, Te’vilü Müşkili’l-Kur’an, Kahire, 1973.
İBN MANZUR, Lisanü’l-Arab, Beyrut, 1980.
İSFEHANÎ, Ragıp, Müfredat, Beyrut, 1992.
KUTUP, Seyyid, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri, Ankara, ty.
MEVDUDÎ, Tefhimü’l-Kur’an, İstanbul, 2001.
MÜSLİM, Ebu’l-Huseyn, b. Haccac, el-Müsnedü’s-Sahih, İstanbul, ty.
ORAL, Osman, 100 Soruda Âhiret Hayatı, İstanbul, 2003, s. 78.
RÂZÎ, Fahreddin, Mefâtihu’l-Gayb, Kahire, ty.
TABERÎ, Camiu’l-Beyan an Te’vili’l-Kur’an, Beyrut, 1986.
TOPALOĞLU, Bekir, “Cehennem”, DİA, İstanbul, 1988.
TOPLAOĞLU, Bekir, “Cennet”, DİA, İstanbul, 1988.
[1] Buhârî, Tevhid, 22.
[2] Bkz. Bekir Topaloğlu, “Cehennem”, DİA, VII, 227, İstanbul, 1988; Bekir Topaloğlu, “Cennet”, DİA, VII, 377.
[3] İbn Manzur, Lisanü’l-Arab, “cnn” madd.
[4] Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, II, 184.
[5] İsfehani, Müfredât, “cnn” madd.
[6] Bekir Topaloğlu, “Cennet”, DİA, VII, 378.
[7] Necm Sûresi, 53/ 13–15.
[8] Muhsin Demirci, Kur’an’ın Temel Konuları, s. 345, İstanbul, 2000.
[9] Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, XXIX, 123, Kahire, ty.
[10] İsfehanî, Müfredat, “cnn” madd; Beydâvî, Envaru’t-Tenzil, I, 184, Beyrut, ty.
[11] Bekir Topaloğlu, “Cehennem”, DİA, VII, 227.
[12] H. Mehmet Soysaldı, İnançla İlgili Temel Kavramlar, s. 172, İstanbul, 1986.
[13] İbn Kuteybe, Te’vilü Müşkili’l-Kur’an, s. 80, Kahire, 1973.
[14] Müslim, Cennet, 2.
[15] H. Mehmet Soysaldı, Age, s. 173.
[16] “İbadetlerini gösteriş için yaparlar, zekât ve diğer yardımlarını esirger, vermezler.” (Mâûn Sûresi , 107/ 6-7)
[17] İbn Kayyım, Hadii’l-Ervah, s. 549-551.
[18] Rahman Sûresi, 55/60.
[19] İnsan Sûresi, 76/6-12.
[20] Âl-i İmrân Sûresi, 3/134-135.
[21] Kaf Sûresi, 50/32-33.
[22] Nisa Sûresi, 4/57.
[23] Ra’d Sûresi, 13/20-24.
[24] Ra’d Sûresi, 13/20-24. Ayrıca bkz., Tevbe Sûresi, 9/72; Meryem Sûresi, 19/60; Fatır Sûresi, 35/32-35; Sa’d Sûresi, 38/49-52; Mü’min Sûresi, 40/7-8; Saf Sûresi, 61/11-12.
[25] Taberî, Camiu’l-Beyan an Te’vili’l-Kur’an, XII, 71, Beyrut, 1986.
[26] Osman Oral, 100 Soruda Âhiret Hayatı, İstanbul, 2003, s. 78.
[27] A’raf Sûresi, 7/43.
[28] İsfehanî, Müfredat, “ğ-l-l” mad.
[29] Bkz. Müslim, Cennet, 16-17.
[30] Bayraktar Bayraklı, Yeni bir Anlayışın Işığında Kur’an Tefsiri, VII, 131, İstanbul, 2003.
[31] Kutup, Seyyid, Kur’an’da Kıyamet Sahneleri, Ankara, ts. s. 141
[32] Tur Sûresi, 52/25-28.
[33] Mevdudî, Tefhimü’l-Kur’an, V, 28, İstanbul, 2001.
[34] Elmalılı, Hak Dini Kur’an Dili, IX, 99, İstanbul, 1971.
[35] Nebe Sûresi, 78/35.
[36] Meryem Suresi, 19/62.
[37] Saffat Sûresi, 37/50–61.
[38] Yasin Sûresi, 36/78.
[39] Bayraktar Bayraklı, Kur’an Tefsiri, XVI, 140.
[40] A’raf, sur, dağ ve tepenin en yüksek kısmı manasındaki urfun çoğuludur. Fî Zılâli’l-Kur’an gibi bazı tefsirlerde a’rafın sırat üzerinde yüksek bir yer veya Cennet ile Cehennem arasında Uhud dağına benzer bir mevki olduğu belirtiliyorsa da tercih edilen görüşe göre a’raf Cennetle Cehennemi birbirinden ayıran bölgedeki surun yüksek kısmının adıdır. Kıyamet sahnelerinden biri olarak Kur’an’da tasvir edilen a’raf olayını hayırla şer arasında mütereddit davranan insanlara tercihlerini hayır yönünde kullanmaları için yapılmış ilahi bir uyarı olarak kabul etmek mümkündür.
[41] Yunus Sûresi, 10/110.
[42] Kutup, Fi Zılali’l-Kur’an, VII, 143.
[43] Mevdudi, Tefhim, III, 132.
[44] Fatır Sûresi, 35/34-35.
[45] Kutup, Fi Zılali’l-Kur’an, XII, 216.
[46] Zümer Suresi, 39/73–74.