Doç. Dr. Abdulvehhab GÖZÜN
Âhiretin varlığı, tüm mü’minlerin üzerinde icmâ ettiği iman esaslarından biridir. Ancak hiç şüphe yok ki; bu âlemin içeriği tek düze bir olgudan ibaret değildir. Bilakis o, muhasebe ve muhakeme, Cennet ve Cehennem gibi çok farklı boyutları olan bir hayat yeridir. Müslümanların tüm bu merhaleler hakkında fikir birliği içinde olduklarını söylemek ise mümkün değildir. Cennet ve cehennemin varlığında görüş birliğine sahip olsalar da rü’yetüllah gibi bazı konularda ihtilâf etmektedirler. Bu tür meselelerden biri de Cehennem’in üzerine kurulacak olan sırat köprüsünün varlığı ve özellikleridir.
Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’ın başını çektiği çoğunluk buna inanmaktadır. Çünkü onlara göre gaybî haberlerin tek dayanağı Kur’ân ve sahîh sünnettir. Birincisinde bu köprünün varlığına dair zımnî bazı ifadelerin dışında sarîh bir beyan yer almasa da ikincisinde bu hakikat Hz. Peygamber (s.a.v.) tarafından birçok hadiste açıkça dile getirilmiştir. Onlara göre bu husus iman edilmesi gereken gaybî konulardan olduğu için mezkûr deliller yeterlidir.[1] Mu‘tezilenin çoğunluğu, [2] Cehmiyye, Zeydiyye, ve İbazıyye’nin bir kısmı,[3] ayrıca bazı çağdaş araştırmacılar[4] ise böyle bir köprünün varlığını kabul etmemektedirler.
Tarihte bunu inkâr edenler araştırmalara göre daha çok sıratla ilgili, kıldan daha ince, kılıçtan daha keskin olduğunu ifade eden rivâyetlerden[5] yola çıkmışlardır. Bunları zâhiri üzere hamlederek böyle bir köprünün varlığının aklen mümkün olmadığını ifade etmişlerdir. Hâlbuki mezkûr özellikleri dile getiren merfû rivâyetler öncelikle araştırmalarımıza göre zayıftır. İbn Mes‘ûd ve Selmân el-Fârisî gibi bazı sahâbîlerden nakledilen mevkûf rivâyetler ise sened yönünden sahîh olsa da metin açısından problemli gözükebilir. Ancak bu rivâyetleri mecâzî anlama yorarak problem olmaktan çıkarmak mümkün iken bunlardan yola çıkarak sırat körüsünün varlığını kökten inkâr edici bir tutum sergilemek sathî bir yaklaşım olsa gerektir. Zira sıratla ilgili bazı kesimlerce de çokça dillendirilen kıldan daha ince, kılıçtan da daha keskin nitelemesi kimi sahâbîler başta olmak üzere bazı İslâm büyüklerinin, sırattan geçmenin kılı kırk yarmak gibi zor olduğuna delâlet eden temsilî bir betimlemesi olduğunu söylemek mümkündür.
Nihayette fizikî olarak Cehennem’in üzerine böyle bir köprü kurulacağı mezkûr rivayetlerden kat’î bir şekilde çıkarılamaz. Dolayısıyla mezkûr kesimlerin, sıratın varlığı ve özellikleriyle ilgili, tespitlerimize göre Kütüb-i Tis‘a’da yer alan, çoğunluğu sahîh, bir kısmı hasen, çok az bir kısmı ise zayıf olan yirmi küsur rivâyet ve benzerleri dururken zikredilen problemli rivâyetin zâhirinden hareket ederek sıratın varlığını inkâr etmeleri doğrusu hiç de tutarlı gözükmemektedir.
Günümüz bazı araştırmacılarının ise Zerdüştlerin kutsal kitabı olan Zend-Avesta’da geçen Chinvat (Çinvat Peretu) köprüsünden yahut yine onların kitaplarından biri olan Ardavifnâme’den alındığını söyleyerek İslâm’daki sırat inancının oradan devşirildiğini iddia etmeleri ise ilmî bir yaklaşımdan çok ötede bir tutumdur. Zira her başka dinde yer alan, Allah’ın (c.c.) varlığı başta olmak üzere İslam’ın kimi itikâdî ve amelî hususlarının inkârı, dinin neredeyse yarısından fazlasını ortadan kaldırma gibi büyük bir tehlikeye yol açmaktadır. Dolayısıyla sıratın inkârı böyle bir gerekçeyle temellendirilemez.
Sıratın varlığını kabul edenlerin bir kısmı ise nitelikleriyle ilgili zayıf, hatta asılsız bazı rivâyetlerden yola çıkarak onu sahîh rivâyetlerde yer almayan bazı vasıflarla nitelemişlerdir. Bin yıl yokuş, bin yıl iniş ve bin yıl düz olması bunlardan bazılarıdır. Hâlbuki özellikle itikâdi konularda sahîh ya da en fazla hasen rivâyetlerle yetinmek doğru olan yaklaşımdır. Üstelik inkârı küfre sebep olan temel inanç konularında ancak mütevatir olan hadisler delil teşkil edebilir. Bilindiği üzere zayıf rivâyetler ise ancak amellerin faziletleri konusunda dikkate alınabilir. Asılsız mevzû rivâyetler ise bu hususta bile itibara alınmaz. İşin teorisi böyle iken pratikte bu şekilde uygulanmaması ise bir çelişkidir.
Sonuç olarak sıratın varlığının manevî tevâtür derecesine yakın rivâyetlerle sabit olduğunu söylemek mümkündür. Niteliklerine gelince sahîh ya da hasen rivâyetlerde vârid olanlarla yetinmek doğru olan yaklaşım olsa gerektir. Öncelikle sırat kelimesinin sözlükteki anlamı ile Kur’ân’daki kullanımına kısaca değinmek faydalı olacaktır.
- Sözlükte ve Kur’ân’da Sırat
Sırât kelimesi lügatte sebîl ve tarîk kelimeleriyle yakın anlamlı olarak açık/kolay yol anlamında veya eşanlamlı olarak sadece yol anlamındadır.[6] Kur’ân’da da eşanlamlısı olan sebîl lafzı gibi, sözlükteki anlamı olan yol manasında kullanılmıştır. Dolayısıyla Kur’ân’da yer alan sırât kelimesinin hiçbir yerde sırat köprüsü anlamına gelmediğini söylemek mümkündür. Bununla birlikte içerisinde sırât sözcüğü geçmediği halde sırat köprüsünün varlığına delâlet eden bazı âyetler[7] olduğu kimileri tarafından dile getirilmektedir. Ancak bu tür çıkarımlar konuyla ilgili kat’i bir delil niteliği taşımamaktadır. Sonuçta Kur’ân’da sırat köprüsünün varlığına yahut yokluğuna dair herhangi bir açık bilgi olmadığını söylemek mümkündür. Bu belirsizlik ise ancak Hz. Peygamber (s.a.v.) tarafından yapılacak bir açıklamayla giderilebilir. Gaybî bir mesele olduğu için başka bir yol gözükmemektedir. Binâenaleyh bu hususta vârid olan belli başlı rivayetleri incelemek yerinde olacaktır.
- Hadislerde Sırat ve Özellikleri
Konuyla ilgili rivâyetler incelendiğinde mezkûr köprü için hadislerde üç sözcük kullanıldığı anlaşılmaktadır. Bunlar; sırât, cisr ve kantara kelimeleridir. En çok birinci kelime kullanıldığı için daha çok bu kelimeyle ifade edilmiştir. Bundan ötürü Türkçemize de sırat köprüsü olarak geçmiştir. Kütüb-i Tis‘a üzerinden yapılan araştırmalar sonucunda bu hususta on bir sahâbînin rivâyetinin olduğu tespit edilmiştir. Ancak makalenin sınırlarına aşmamak düşüncesiyle konu, sırat köprüsüyle ilgili en çok hadis kendilerinden nakledilen Ebû Hüreyre ve Ebû Saîd el-Hudrî’nin Sahîhayn’daki rivayetleri üzerinden ele alınıp incelecektir.
- Ebû Hüreyre (ö. 58/678) Rivâyetleri
Buhârî (öl. 256/870) bu konuda, sadece mezkûr iki sahâbîden rivâyette bulunmuştur. Öncelikle Ebû Hüreyre’den naklettiği bir hadisi Sahîh’de üç bâbda biraz metin farklılıklarıyla beraber aynen nakletmiştir. “Sırat Cehennemin Köprüsüdür.” başlığı altında Ebû Hüreyre’den rivâyet ettiği, rü’yetüllah konusuyla başlayan uzun bir hadiste Hz. Peygamber (s.a.v.) şunu da dile getirmiştir: “…Ve cehennemin köprüsü (cisr) kurulur. Ben (üzerinden) geçenlerin ilki olurum. O gün peygamberlerin duası şu dur: ‘Allahım! Selâmet ver, selâmet ver!’ Onda Se‘dân dikeni gibi çengeller/kancalar vardır. Se‘dân dikenini gördünüz mü? (Onlar, ‘Evet, ya Rasûlullah!’ dediler.) İşte onlar, kuşkusuz Se‘dân dikeni gibidirler. Ancak büyüklüklerini sadece Allah (c.c.) bilir. İnsanları amelleriyle kapıverirler. Onlardan ameli sebebiyle helâk edilen de vardır. Yaralanıp sonra kurtulan da vardır. ..”[8] Görüldüğü gibi bu metinde sırat kelimesi değil sözlükte de köprü anlamında olan cisr sözcüğü yer almaktadır.
Buhârî bu hadisi, muhtemelen Allah’ın (c.c.) bedendeki secde yerlerini yakmayı cehenneme haram kıldığını ifade eden cümlelerinden ötürü “Secdenin Fazileti” başlığı altında yine Ebû Hüreyre’den nakletmiştir. Ancak oradaki metinde biraz farklılık bulunmaktadır. Nitekim şöyle denilmektedir: “…Ardından cehennemin iki sırtı arasında sırat (yol) vurulur. Ben peygamberlerden ümmetiyle geçenlerin ilki olurum. O gün peygamberlerden başka hiç kimse konuşmaz. O gün peygamberlerin sözü ise şudur: ‘Allahım! Selâmet ver, selâmet ver!’ Cehennemde Se‘dân dikeni gibi çengeller/kancalar vardır….”[9]
Ayrıca, “Allah’ın (c.c.) , ‘O gün birtakım yüzler aydındır. Rablerine bakıcıdır.’ Sözü” başlığı altında yine bu hadisi son metniyle aktarmıştır. Sadece son cümlesi şöyledir: “Onlardan ameli sebebiyle geri kalıp helâk edilen (el-mûbak) veya ameli sebebiyle bağlı tutulan (el-mûsak) da vardır. Yaralanıp veya cezalandırılıp sonra açılan da/çözülen de vardır.”[10] Her iki metinde de yol anlamındaki sırât kelimesi geçmektedir. Bunda sözlük anlamı açısından bir problem gözükmemektedir. Zira her yol köprü değildir. Ancak her köprü aynı zamanda bir yoldur.
Müslim de hadisi bir yerde son olarak zikredilen metniyle Ebû Hüreyre’den rivâyet etmiştir.[11] Başka bir yerde yine bu sahâbîden naklettiği metin ise şöyledir: “…Emânet ve rahim (akrabalık bağı) gönderilir. Sıratın sağ ve sol iki tarafında dururlar. İlkleriniz şimşek gibi geçerler. Ben, ‘Anam babam sana feda olsun! Hangi şey, şimşeğin geçişi gibidir?’ dedim. Şimşeği görmediniz mi? Nasıl göz kırpma süresinde gidip gelir? Sonra rüzgârın geçişi gibi, sonra kuşların geçişi ve adamların koşuşu gibi geçerler. Amelleri onları yürütür. Peygamberiniz ise sıratın üzerinde durup ‘Rabbim! Selâmet ver, selâmet ver!’ der. Ta ki kulların amelleri âciz kalır. Öyle ki adamın biri gelir. Ancak sürünerek ilerleyebilir. Sıratın iki kenarında asılı, emrolunan kişileri yakalamakla memur çengeller vardır. Tırmalanıp kurtulan da vardır. Ateşe itilen de vardır…”[12] Bu metinde diğerlerinden farklı olarak emânet ve akrabalık bağının gönderilip sıratın iki tarafında duracağından söz edilmiştir. Nevevî gibi bazıları bu cümleyi yorumlarken sahip oldukları konumun büyüklüğünden ötürü Allah’ın (c.c.) dilediği şekilde müşahhas olarak tasvîr edilip sırata gönderileceklerini söylemiştir.[13] Bazı şârihlere göre ise onların adına görevli meleklerin gönderilmesi kastedilmiştir.[14] Ebû Hüreyre’den konuyla ilgili başka rivayetler de nakledilmiştir. [15]
- Ebû Saîd el-Hudrî (ö. 74/693-94) Rivâyetleri
Buhârî, Ebû Saîd el-Hudrî’den ise öncelikle Ebû Hüreyre rivâyetinin benzerini “Allah’ın (c.c.), ‘O gün birtakım yüzler aydındır. Rablerine bakıcıdır.’ Sözü” başlığı altında nakletmiştir. Hadisin köprüyle ilgili olan kısmı şu şekildedir: “…Sonra köprü (cisr) getirilir ve cehennemin iki sırtı arasında kurulur. Biz, “Ya Resûlellah! Cisr nedir?” dedik. O şöyle tarif etti: “Kaygan, ayakların kayabileceği bir yerdir. Üzerinde kancalar, çengeller, Necid’de bulunan ve Se‘dân denilen olta gibi eğri dikenleri olan enli kılçıklar vardır. Mümin onun üzerinde göz kırpması gibi, şimşek gibi, rüzgâr gibi, atların ve bineklerin asilleri gibidir. Sağ sâlim kurtulan, tırmalanıp kurtulan ve cehennem ateşine yüzü koyun itilen vardır. Ta ki sonuncuları sürüklenerek geçer…”[16] Bu rivâyette görüldüğü gibi sırât sözcüğü değil cisr kelimesi yer almaktadır. Ayrıca Hz. Peygamber’e (s.a.v.) bunun mahiyetinin ne olduğu sorulmuştur.
Müslim de mezkûr sahâbîden bu rivâyeti benzer bir metinle nakletmiştir. Ancak onun metninin sonunda Buhârî’de yer almayan şöyle bir ilave söz konusudur: “Ebû Saîd, ‘Kuşkusuz köprünün kıldan daha ince, kılıçtan daha keskin olduğu bana ulaştı.’ demiştir.”[17] Araştırmalara göre sıratla ilgili mezkûr ve meşhur nitelendirmenin kaynağı öncelikle Müslim’in bu ifadesidir. Ancak bu sözün sahibi başka kaynaklarda sahâbî olan Ebû Saîd değil tebe-i tâbiînden olan Saîd b. Ebû Hilâl’dir.[18] İbn Hacer ve Vellevî de buna işaret etmişlerdir.[19] Üstelik Abdullah b. el-Mübârek ve İbn Ebü’d-Dünyâ’nın bu kişiden naklettiği biraz farklı bir rivâyet de şu şekildedir: “Muhakkak sıratın bazı insanlar için kıldan ince, bazı insanlar için ise geniş bir vâdi gibi olduğu bize ulaşmıştır.”[20]
Bu durum Müslim’in metnindeki أَبُو kelimesinin nâsih ilavesi olabileceğini akla getirmektedir. Şayet böyle ise rivâyet mevkûf olamayacağı gibi maktû‘ da olamaz. Zira Saîd b. Ebû Hilâl sahâbî olmadığı gibi tâbiî de değildir. Ancak böyle değilse durum farklıdır. Zira sözün sahibi Ebû Saîd olursa rivâyet sahabî mürseli olur. Gaybî bir mesele olduğu için de hükmen merfû vasfını alır. Senedine gelince Müslim şârihlerinden Hererî’nin ifadesine göre yukarıdaki hadisin senediyle aynıdır.[21] Ancak bu net değildir.
SONUÇ
Neticede konuyla ilgili kısaca şunları söylemek mümkündür: Sıratın mesafesi ve yokuş, iniş ve düz gibi vasıflarıyla ilgili nakledilen kimi rivâyetler asılsızdır. Dolayısıyla bunlara itibar edilemez. Kıldan daha ince, kılıçtan ise daha keskin olduğuna dair merfû olarak zikredilen rivâyetler ise zayıftır. Sadece Müslim’in Ebû Saîd’den naklettiği sahabî mürseli ve hükmî merfû olan rivâyet sahîh olabilir. Ancak daha önce de ifade edildiği gibi bu, Saîd b. Ebû Hilâl’den nakledilen senedsiz mu‘dal bir rivâyet de olabilir. Dolayısıyla sened açısından kesin olarak sıhhatine hükmetmek mümkün değildir. Buna rağmen bu rivâyetin sahîh rivâyetlerden daha yaygın olarak dile getirilmesi doğrusu manidardır. Hatta daha önce de ifade edildiği gibi sıratı inkâr edenlerin bir kısmı daha çok bu rivâyeti ileri sürerek ve hakikati üzere hamlederek sıratı inkâr etmiştir.
Kanaatimizce zayıf olan bu rivâyet, bir akîde konusu olan sıratın mahiyetiyle ilgili hak etmediği bir ilgiyi görmüştür. İzz b. Abdisselâm (ö. 660/1262) ve Karâfî (ö. 684/1285) de muhtemelen rivâyetin sıhhatine kanaat getirmedikleri için sıratın bu özellikte olduğunu kabul etmemişlerdir.[22] Ancak bu konuda vârid olan mütâbi mevkûf rivâyetlerin hükmen merfû olduğundan yola çıkılarak bir şekilde tâli bir kaynak olarak itibara alınacak olsa bile bu rivâyetin hakikî değil mecâzî bir anlatım olduğu söylenebilir. Dolayısıyla en fazla üzerinden geçmenin kâfirler için mümkün olmayacağını, bazı günahkâr müminler için ise çok zor olacağını ifade etmektedir. Aksi halde fizikî anlamda neredeyse gözle bile görünemeyecek olan böyle bir geçidin varlığıyla yokluğu arasında pek bir fark olduğu söylenemez. Dolayısıyla bu durumda cehennemin üzerine çekilmesinin de çok bir anlamı olduğunu söylemek mümkün gözükmemektedir.
Sonuçta sırat köprüsünün varlığını ispat için Kur’andaki bazı işaretlerin yanı sıra sahih hadislerde yeterince kanıt bulunmaktadır. Mahiyeti ve özellikleriyle ilgili de sahîh yahut hasen olan rivayetlerde Hz. Peygamber’in (s.a.v.) bildirdikleriyle yetinmek en doğru olandır. Zayıf rivayetlerde yer alan niteliklere ise ihtiyatlı yaklaşmak gerekmektedir. Meşhur kıldan ince, kılıçtan keskin sözü ise geçişin zorluğuna işaret eden mecâzî bir tasvîr içermektedir.
[1]Sa‘düddîn et-Teftazânî, Şerhu’l-akâidi’n-nesefiyye, thk. Ahmed Hicâzî es-Sekâ (Kahire: Mektebetü’l-Külliyyâti’l-Ezheriyye, 1407/1987), 69; Sadruddîn Muhammed b. Alâiddîn Ali b. Muhammed b. Ebi’l-İzz el-Hanefî es-Sâlihî ed-Dımaşkî, Şerhu’l-akîdeti’t-tahâviyye, thk. Şuayb el-Arnaût- Abdullah b. el-Muhsin et-Türkî (Beyrut: Müessesetü’r-Risâle, 1417/1997), 2/606-607; Cemâlüddîn Ahmed b. Muhammed b. Saîd el-Gaznevî el-Hanefî, Usûlüddîn, thk. Ömer Vefîk ed-Dâ‘ûk (Beyrut: Dâru’l-Beşâiri’l-İslâmiyye, 1419/1988), 238-239; Ebû Hâmid Muhammed b. Muhammed el-Gazzâlî et-Tûsî, el-İktisâd fi’l-i‘tikâd, thk. Abdullah Muhammed el-Halîlî (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, 1424/2004), 119; Ebü’l-Muzaffer Tâhir b. Muhammed el-İsferâyînî, et-Tabsîr fi’d-dîn ve temyîzü’l-firkati’n-nâciye ani’l-firaki’l-hâlikîn, thk. Kemâl Yûsuf el-Hût (Beyrut: Âlemü’l-Kütüb, 1403/1983), 177.
[2] Kâdî Abdülcebbâr b. Ahmed, Şerhu’l-Usûli’l-hamse, thk. Abdülkerîm Osmân (Kahire: Mektebetü Vehbe, 1996), 737-738.
[3] Cehmiyye için bk. Ebû Saîd Osmân b. Saîd b. Hâlid ed-Dârimî es-Sicistânî, Nakzu’l-İmâm Ebî Saîd Osmân b. Saîd ale’l-Merîsî el-Cehmî el-Anîd fîmâ ifterâ ale’llâhi azze ve celle mine’t-tevhîd, thk. Reşîd b. Hasan el-Elma‘î (Beyrut: Mektebetü’r-Rüşd, 1418/1998), 1/61. Zeydiyye için bk. Ahmed b. Muhammed Salâh eş-Şerefî el-Kâsımî, Uddetü’l-ekyâs fî şerhi ma‘âni’l-esâs (San‘â: Dâru’l-Hikmeti’l-Yemâniyye, 1415/1995), 2/352/353. Ibazıyye için bkz. Muhammed b. Yusuf Atfîş el-Mîzâbî el-Mağribî el-Ebâzî, Vefâü’d-damâne bi edâi’l-emâne (b.y.: Matba‘atü’l-Ezhâri’l-Bârûniyye, 1326/1908), 3/258-259.
[4] Bazıları için bkz. Müslim Film, “Sırat Köprüsü”, YouTube (31 Aralık 2016), 10: 30: 40-10: 30: 40; A. Metin Saruhan, “Asr-ı Saadet Sohbetleri”, YouTube (1 Mart 2020), 11: 20: 15-11: 25: 30.
[5] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 6/110.
[6] İbn Manzûr, Lisânü’l-arab, 7/340; Zebîdî, Tâcü’l-arûs, 19/437; Ebû Nasr İsmâîl b. Hammâd el-Cevherî el-Fârâbî, es-Sıhâh: Tâcü’l-lüğa ve sıhâhu’l-arabiyye, thk. Ahmed Abdülkâdir Attâr (Beyrut: Dâru’l-İlm li’l-Melâyîn, 1047/1987), 3/1139; Ebû Hilâl el-Hasan b. Abdillah b. Sehl b. Saîd b. Yahyâ el-Askerî, el-Fürûku’l-luğaviyye, thk. Muhammed İbrâhîm Selîm (Kahire: Dâru’l-İlm ve’s-Sekâfe, ts.), 298.
[7] el-En‘âm, 6/27; Meryem, 19/71.
[8] Buhârî, “Rikâk”, 52.
[9] Buhârî, “Ezân”, 129.
[10] Buhârî, “Tevhîd”, 24.
[11] Müslim, “İmân”, 182.
[12] Müslim, “İmân”, 329.
[13] Nevevî, el-Minhâc, 3/72; Hererî, el-Kevkebü’l-vehhâc, 5/78.
[14] Molla Ali el-Kârî, Mirkâtü’l-mefâtîh, 8/3546.
[15] bkz. Tirmizî, “Cennet”, 20; İbn Mâce, “Zühd”, 38; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/259.
[16] Buhârî, “Tevhîd”, 24.
[17] Müslim, “İmân”, 183.
[18] Ebü’l-Hasan Ali b. Ömer b. Ahmed ed-Dârekutnî, Rü’yetüllah, thk. İbrâhîm Muhammed el-Alî – Ahmed Fahrî er-Rifâ‘î (Zerkâ: Mektebetü’l-Menâr, 1411), 99; Ebû Abdillah Muhammed b. İshâk b. Muhammed İbn Mende el-Abdî, el-Îmân, thk. Alî b. Muhammed b. Nâsır el-Fakîhî (Beyrut: Müessesetü’r-Risâle, 1406), 2/800.
[19] İbn Hacer, Fethu’l-bârî, 11/454; Vellevî, el-Bahru’l-muhît, 5/196.
[20] Ebû Bekir Abdullah b. uhammed b. Ubeyd İbn Ebi’d-Dünya el-Kuraşî el-Bağdâdî, el-Evliyâ, thk. Muhammed es-Saîd b. Besyûnî Zağlûl (Beyrut: Müessesetü’l-Kütübi’s-Sekâfiyye, 1413), 17; Ebû Abdirrahmân Abdullah b. el-Mübârek b. Vâdıh el-Hanzalî el-Mervezî, ez-Zühd ve’r-rekâik, thk. Habîburrahmân el-Azamî (Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye, ts.), 122.
[21] Hererî, el-Kevkebü’l-vehhâc, 4/317.
[22] Ebü’l-Avn Şemsüddîn Muhammed b. Ahmed b. Sâlim es-Sefârînî, Levâmi‘u’l-envâri’l-behiyye ve sevâtı‘u’l-esrâri’l-eseriyye (Dımaşk: Müessesetü’l-Hâfikîn, 1402/1982), 2/193.