
Haberlerin Ağında İslam (Covering Islam) Filistinli yazar Edward Said'in Batı medyasını tarayarak İslam imajını nasıl çarpıttıklarını ortaya koyduğu hala tazeliğini koruyan eseridir. 1981 tarihli bir kitabıdır. Said, kitabı İslam dünyası, Araplar, Doğu ve Batı, Fransa, İngiltere ve Birleşik Devletler arasındaki ilişkileri analiz ettiği bir kitap serisinin (ilk ikisi Oryantalizm ve Filistin Sorunu idi) üçüncü ve sonuncusu olarak tanımlıyor. Bu kitap İslam ile basın münasebeti konusunda çekilmiş küresel bir fotoğraftır. Bunun yerel düzeyleri de vardır. Bu düzeylerden birisi de ilk numunelerin yaşandığı Osmanlı dönemidir. Fransız Devrimi’nden itibaren İslam referansı yerine Batı referansının yerleştiği bir süreçte artık eskiyi temsil eden her şey irtica damgasıyla damgalanıyor, vasfıyla anılıyordu. İrtica vasfıyla işlem görmektedir.
Yerel düzeyde de Haberlerin Ağında İslam kitabına benzer tarama kitapları yayınlanmalı ve belgesel tadında ürünlere imza atılmalıdır. Orada burada dağınık verilerin bir araya getirilmesi yerinde olur.
İlericilik ve gericilik kamplaşmasında söz ve milat Fransız Devrimi’dir. Onun umdelerini benimseyenler ilerici geçinirken, reddedenler ise gerici olarak yaftalanmış ve damgalanmıştır. Yine sağ sol akımlarının menşei veya çıkış noktası Fransız Devrimi’dir. Musullu tarihçi İmadüddin Halil bazı kitaplarında (Lu’betü’l Yemini ve’l Yesar/Sağ ve Sol Oyunu) sağ sol kutuplaştırmasının Fransız Devrimi’yle birlikte ortaya çıktığını ifade eder. Elbette geleneksel anlamda İslam literatürde de siyasi değil ama dini ve ontolojik olarak sağın bir yeri ve kıymeti vardır. Sağdan başlamak sünnet adabına uygun sayılmıştır. Şule Yüksel Şenler’in “Sağ El” kitabı belki dini anlam içerse de doğrudan siyaset odaklı ve kaynaklı değildir.
Nitekim bu ezberi bozan gelişmelerden birisi Lübnan’da yaşanmıştır. Kemal Canbolat veya oğlu Velit Canbolat’ın güçleri solcu sayılırken Hıristiyan unsurlara dayanan Flanjist Parti (Ketaib) sağcı sayılmıştır. Türkiye Müslümanları radyodan veya gazetelerden ‘sağcı Hıristiyanlar, solcu Müslümanlar’ terkibini duyduğunda irkilmiş ve şaşkınlığını gizleyememiştir. Nitekim Batı’da da solcu veya Marksist partilere karşı sağda yer alanlar genellikle muhafazakar eğilimli Hıristiyanlık değerlerine yaslanan partiler olmuştur. Bu itibarla sağ sol kavramı süreçle birlikte zaman zaman anakronik eğilimler kazanmıştır. Sağın dünyadaki yeri ile yerel düzeydeki yeri zaman zaman birbirine karışmıştır. Karmaşaya neden olmuştur. Muhafazakar kitleler geleneksel tasnifi de göz ardı etmeyerek küresel sağ eğilimle birlikte yerel sağı harmanlamıştır.
Fransız Devrimi’yle birlikte başlayan küresel sağ ve sol akımlar Komünizm veya Bolşevik devrimle birlikte yeniden tanımlanmıştır. Yeniden tasnife tabi tutulmuştur. İşçi sınıfı ile ilgilenen ve sınıf mücadelesini esas alan partiler solda kalırken buna karşı çıkan muhafazakar akımlar ise sağda yer almıştır. Sol partiler ilerici olarak kabul görürken veya tasnif edilirken sağ ve muhafazakar partiler ve akımlar gerici olarak yaftalanmıştır. Onun ötesinde paralel bir tanımlama da çağdaşlık ve çağ dışılık yaklaşımıdır. Osmanlı’nın son döneminde yeni ile eski kadim ile cedit arasında mücadele kıyasıya bir zemin kazanmıştır. Eski sağ ile Fransız Devrimi’nden mülhem yeni sağ birbirinden farklı olmasına rağmen sağ genel olarak ayrıma tabi tutulmadan güncellik kazanmıştır. Yine de Batı mukallidi veya Batıcı basını dikkate almayan yerel basın ve yayın organları kendi gök kubbesinin tercümanı olmaya devam eder.
Taha Hüseyin ve ondan önce Arnold Joseph Toynbee medeniyetin birleşik kaplar gibi olduğunu ve ürünlerinin hepsini birden almak lazım geldiğini vazetmişler, seçmece bir muameleye tabi tutulamayacağını ileri sürmüşlerdir. Paradigma olarak medeniyetin bir değerler bütününü temsil ettiğini savunurlar. Medeniyet araçlarının kullanma kılavuzunun kendisine has olduğunu ve kendinden olmayanları da kendisine benzettiğini ileri sürerler. Hâlbuki medeniyetler bir nöbet devrini temsil eder ve bazı yönleri öne çıksa bile eski medeniyetlerden izler taşır. İmam Rabbani’nin telahuku efkar/ fikirlerin birbirine eklemlenmesi tezi de bunu gösterir.
Batı’dan gelmeden evvel İslam dünyasında sistematik bir basın türü yoktur. Bununla birlikte Mustafa Özel’in dediği gibi “İhtiyaç en büyük muallimdir ve yeni kurumları da belirler.” Bu anlamda Mustafa Özel’in ifade ettiği gibi megazi edebiyatı savaş haberleri demektir. Dolayısıyla cephe haberleri cephe gerisine megazi yoluyla intikal ederdi. Megazi, Batı’ya geçerek magazin kavramı haline gelmiştir.
Bir de Yusuf Suresi’nde bir ayette değinildiği gibi “bizim metaımız ve malımız bize geri verildi ve döndürüldü.” Medeniyet bütün insanlığın malı ve birikimlerinin bir sonucudur. Onu sadece bir zümreyle hasr ve tahsis etmek diğer sahiplerine karşı haksızlık etmektir. Şeyhülislam Musa Kazım’ın dediği gibi hakikat menşeinden müstakildir. Yani sadır olduğu şahıslara zimmetlenemez.
Ayetler de bize bu hususta rehberlik yapmaktadır. ‘Bidaatuna rudddet ileyna/malımız bize iade edildi ’
Fransız Devrimi bir bütün olarak almamız da gerekmez. Onun rüzgarlarının getirdiği referans zincirini dikkate almaksızın yoluna devam eder. Bu itibarla Batı medeniyetinin tecezzi etmez bir bütün olduğunu varsaymak veya hepsini al ya da hepsini bırak seçeneklerine zorlanmak haksızlıktır. Bu Bush’un ’ya bizimlesin ya da karşımızdasın’ yaklaşımına çıkar.
Osmanlı’nın son dönemlerinde Fransa Devrimi’nden mülhem çizgi giderek vüs’at kazanırken ve genişlerken ve kadim çizgi körelmeye başlamıştır. Tanzimat’la içimize giren Batı virüsü, cumhuriyet devrimleriyle birlikte bünyeye hakim olmuştur. Bu devrelerde İslami değerler genelde irtica çığırı olarak görülmüş ve ele alınmıştır.
İslami geleneğe irtica ile yaftalamanın sonuçta iki temel nedeni vardır. Bunlardan birisi basının tutumudur. Basın Frenk meşrep bir çizgiyi benimsediğinden dolayı kendi değerlerine yabancılaşmış ve onları reddi miras ile birlikte aforoz etmiştir. Batıcı pozitivist çizgi Kemalist inkılaplarla birlikte yerelleşmiştir. Hatta kimi zaman çıkış çizgisine rağmen kendisini sözel olarak Batıcılığa karşı mevzilendirmiştir. Halbuki çıkış noktası ve nefes aldığı zemin Batıdır.
İrtica söyleminin arkasındaki ikinci odak ise siyasetçiler ya da ricali devlettir. Devlet adamlarıdır. Osmanlı sonrası bu devlet ricali dinle bağlarını büyük ölçüde yitirmişler ve kaybetmişlerdir. Mustafa Kemal, İsmet İnönü gibi zevat bunları temsil ederler. Tanzimat’la birlikte bu akımın öncüleri ortaya çıkmıştır. Mustafa Reşit Paşa ile Mithat Paşa cumhuriyet ricalinin öncüleri arasında yer alırlar. Kendisine yönelik irtica yaftaları altında İslami veya milli basın yeteri kadar yeşerememiştir. Volkan veya Derviş Vahdeti sürekli olarak suçlanmış ve İngiliz işbirlikçisi sayılmıştır. Bir sonraki dönemde Kanlı Pazar olayları yaşanmış ve İslami basın bu olayla ilgili olarak suçlanmıştır. Bu süreçte Babıali'de Sabah ve Şevket Eygi ismi öne çıkmıştır. Komunistlere karşı çıkış yapmak irticai kalkışma sayılmıştır. Her darbenin ardından irtica avazları yeniden nüksetmiş ve yükselmiştir. 1952’den sonra Necip Fazıl Kısakürek hapisle tecziye edilmiştir. 1971 yılında ise Kadir Mısıroğlu sıkıyönetim nedeniyle yargılanmış ve mahkum olmuştur. Bu süreçte Eskişehir ve havalisinde sıkıyönetim komutanı olan İrfan Özaydınlı efsanevi bir isim haline gelmiştir. İslami kesimlere göz açtırmamıştır.
İrtica söyleminin ve kampanyalarının arkasında küresel ve yerel zeminde iki grup vardır. Devlet adamları ve basın. Bu kampanyaları iki grup körüklemektedir. Bazen siyasetçiler hem dindar kesimlerden oy devşiriyor hem de yüzlerine baka baka onları potansiyel irtica odakları olarak takbih ediyorlar. İrticai suçlamalarda bulunuyorlardı. Sözgelimi Süleyman Demirel irtica yerine kitlelere karşı teokrasi ifadesini kullanıyordu. Kitlesel konuşmalarında en önemli gündem maddelerinden birisi olarak teokrasinin gelmesine izin vermeyeceklerini tekrarlıyordu. Bülent Ecevit ise ‘gerici odaklar’ ifadesini yeğlemekteydi. Bazen de Fahri Korutürk misalinde olduğu gibi ittihad-ı İslam nazara verilerek ümmetçilik tehlikesinden söz edilmekteydi. Kenan Evren de darbe sonrasında kendisinin bu talepleri dile getirenler tarafından bir an halife yapıldığını düşleyerek şöyle demektedir: “Benim başa geçip namaz kıldırmamı bekliyorlar!” Bu suretle kendisini zoraki imamlığa yakıştırıyordu. İrtica her dönemin vazgeçilmez temel tezi idi.
Bununla birlikte son dönemlerde basının el değiştirmesiyle birlikte basın odaklı irtica söyleminde bir gerileme yaşanmıştır. Daha ziyade eskiden beri bu çizgiyi devam ettiren Cumhuriyet Gazetesi gibi gazeteler varlığını ve bu yöndeki misyonunu sürdürmektedir. Daha önce aynı hatta olan Milliyet ile Hürriyet Gazetesi ise satılmak suretiyle el değiştirmeleri sonrasında bu yöndeki söylemlerine veda etmiştir. Siyaset aleminde de ideolojik keskinlik yerini itidale bırakmıştır. Bu çerçevede başörtüsü üzerinden yapılan irtica vurgusu da etkisini kaybetmiştir.
Bununla birlikte bütün bu kazanımlar fırtına öncesi sessizlik de olabilir.