Şirk dininin samimî dindarı ve koruyucusu, aynı zamanda laik bir demokrat olan Mısır’ın kralı Fir’avun, laik, demokratik, parlamenter bir şirk devleti olan düzenini korumak için, Allah’ın Rasulü Musa (a.s.)’ın kendilerini davet ettiği İslâm dinine karşı savaş açmıştı... Şirk ve küfürden ibaret olan dinini, yani devlet ve toplumsal düzenini, Rasulullah Musa (a.s.)’ın Tevhid dini olan İslâm’dan korumak için, hak dinin temsilcisi ve davetçisi olan Allah’ın Rasulü Musa (a.s.)’ı öldürmek istemişti... Bu isteğinin yerine gelebilmesi için Millet Meclisini oluşturan milletin vekillerinden izin istiyor ve böyle bir olayı gerçekleştirecek bir yasanın gündeme gelmesi talebinde bulunuyordu...
Hayat Kitabımız Kur’ân-ı Kerim’de bu olay şöyle beyân edilir:
“Andolsun Biz, Musa’yı ayetlerimizle ve apaçık bir delille gönderdik.
Firavun’a, Haman’a ve Karun’a. Amma onlar: ‘(Bu,) yalan söyleyen bir büyücüdür’ dediler.
Böylece O, katımızdan kendilerine bir hak ile geldiği zaman dediler ki: ‘O’nunla birlikte iman edenlerin erkek çocuklarını öldürün, kadınlarını ise sağ bırakın.’ Ancak kâfirlerin hileli düzeni boşa çıkmakta olandan başkası değildir.
Firavun dedi ki: ‘Bırakın beni, Musa’yı öldüreyim de O (gitsin) Rabbine yalvarıp yakarsın. Çünkü ben, sizin dininizi değiştirmesinden ya da yeryüzünde fesâd çıkarmasından korkuyorum.’
Musa dedi ki: ‘Gerçekten ben, hesap gününe iman etmeyen her müstekbirden, benim de Rabbim, sizin de Rabbinize sığınırım.”1
Egemen olduğu şirk toplumunda kendisini, yönettiği, yönettiği vatandaşlarına rab ve ilâh olarak sanan, vatandaşlar tarafından onun bu sunuşunun kabul edildiği Firavun şöyle diyordu:
“Sonunda (yardımcı güçlerini) topladı seslendi.
Dedi ki: ‘Sizin en yüce rabbiniz benim.”2
“Firavun dedi ki: ‘Ey önde gelenler, sizin için benden başka ilâh olduğunu bilmiyorum.”3
Halkına, yönetim, yani kanun koyup icrâ etme konusunda rablik ve ilâhlığını kabul ettiren Firavun, sahte rablik ve ilâhlığını kabul ettiren Firavun, sahte rablik ve ilâhlığını reddedip onu, halkıyla beraber Âlemlerin Rabbi, Meliki ve İlâhı Allah Teâlâ’ya iman etmeye davet eden Rasulullah Musa (a.s.)’a karşı şunu söylüyordu:
“Andolsun, benim dışımda bir ilâh edinecek olursan, seni mutlaka hapse atacağım.”4
Rasulullah Musa (a.s.), müşrik ve cahiliye toplumu tarafından kanun koyucu rab ve ilâh kabul edilen Firavun’un bu durumunun bâtıl olduğunu beyânla birlikte kökten reddettiğini sözleriyle, hareketleriyle beyân edince, Firavun çok öfkelenmiş, dolayısıyla yetkili meclisten izin istemişti:
“Bırakın beni, Musa’yı öldüreyim!”
Meşhur müfessirlerden Elmalılı M. Hamdi Yazır (rh.a.), “Hak Dini Kur’ân Dili” adlı Türkçe tefsirinde, bu konu hakkında şunları kaydeder:
“Anlaşılıyor ki, Hz. Musa’nın mucizeleri karşısında Firavun’un istibdatı, baskısı kırılmış, dilediğini yapamaz olmuş ve şaşırmıştı. A’râf Sûresi’nde geçtiği üzere5 mesele, cemiyetin yalnız görüşüne müracaattan, başvurmaktan ibaret kalmamış, bir müdahale mahiyetini almış olmalı ki, ‘bırakın beni’ diye bağırıyor. Demek ki o cebbar, zorba Firavun, zorlamasını yürütemez olmuş ve şaşırmış idi. Şaşkınlığından saçma sapan konuşuyordu. Bir taraftan ‘O, Rabbine duâ etsin’ diye Allah’ı inkâr etmek veya hafife almak istiyor, bir taraftan da ‘dininizi değiştirecek’ diye dindarlık gösteriyor. Belki onun, Allah dediği kendi saltanatıdır.”6
“Ebu Hayyân (rh.a.) şöyle der:
Açık olan şudur ki, Allah’ın lânet ettiği Firavun, Musa (a.s.)’ın Peygamber olduğunu, getirdiklerinin apaçık mucizeler olduğunu ve sihir olmadığını kesin olarak anlamıştı. Fakat tabiatında pislik ve zorbalık vardı. En basit bir şeyden dolayı çok insan öldürür, çok kan dökerdi. Tahtını yıkacağını ve mülkünü yok edeceğini hissettiği kimseyi nasıl öldürmez? Fakat o, Musa (a.s.)’ı öldürmeye kalkıştığı takdirde çabucak helâk olacağından korktu. Onun bu sözleri, kavmini aldatmak ve onlara, Musa (a.s.)’ı öldürmesine engel olanların onlar olduğunu vehmettirmek içindi. Oysa ona engel olan, sadece şiddetli bir korku ve endişeydi.”7
O günkü Mısır’da uygulanan demokrasi dininin temsilcisi ve koruyucusu devlet başkanı Firavun, Rasulullah Musa (a.s.)’ın, demokrasinin yerine İslâm dinini ikame edeceğinin korkusunu taşıdığından dolayı, dinlerini değiştirmek istemedikleri için O’nu öldürmek istemiştir... Yetkililerden izin isteyen laik ve demokratik şirk devleti olan Mısır’ın devlet başkanı Firavun’un bu ciddî isteğinin şahidi olan ve o âna kadar iman ettiğini gizleyen sarayda bulunan bir mü’min Müslüman şahsiyet, gizlediği imanını açığa vurup bu cinayeti önlemek için ortaya atılmıştı!..
Olay, hayat kitabımız Kur’ân-ı Kerim’de şöyle beyân edilir;
“Firavun ailesinden imanını gizlemekte olan mü’min bir adam dedi ki: ‘Siz, benim Rabbim Allah’tır diyen bir adamı öldürüyor musunuz? Yoksa O, size Rabbinizden apaçık belgelerle gelmiş bulunuyor. Buna rağmen O, eğer bir yalancı ise, yalanı kendi aleyhinedir ve eğer doğru sözlü ise, (o zaman da) size vadettiklerinin bir kısmı size isâbet eder. Şüphesiz Allah, ölçüyü taşıran ve çok yalan söyleyen kimseyi hidayete erdirmez.
Ey kavmim, bugün mülk sizindir, yeryüzünde hüküm sahibi kimselersiniz. Fakat bize Allah’tan dayanılmaz bir azap gelecek olursa bize kim yardımcı olabilecek? Firavun dedi ki: ‘ Ben, size yalnızca gördüğümü (kendi görüşümü) gösteriyorum ve ben, sizi doğru yoldan da başkasına yöneltmiyorum.”8
İmam İbn Kesîr (rh.a.), “Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azim” adlı meşhur tefsirinde bu konuda şu bilgileri kaydeder:
“Meşhur olan kanaat, bu mü’min adamın Firavun hanedanından Kıptî birisi olduğudur. Süddî:
- Firavun’un amcasının oğlu idi, demiştir.
Musa (a.s.) ile birlikte kurtulan kişi olduğu da söylenmiştir. İbn Cerîr de bunu tercih etmiş ve bu kişinin İsrailoğullarından birisi olduğu kanaatini kabul edenlerin görüşlerini reddetmiştir. Çünkü Firavun, onun söylediği sözden etkilenmiş ve onu dinlemiş, Musa (a.s.)’ı öldürmekten vazgeçmişti. Şayet bu kişi, İsrailoğullarından birisi olsaydı, bu kişi onlardandır diye cezâlandırmakta elini çabuk tutabilirdi.
İbn Cureyc de, İbn Abbas’tan şöyle dediğini nakletmektedir:
Firavun hanedanından bu adam ile Firavun’un karısı ve ‘Ey Musa, ileri gelenler, seni öldürmek için danışıyorlar.’ (Kasas, 28/20) diyen kişiden başka iman etmemiştir.
Bunu, İbn Ebî Hâtim rivayet etmiştir.
Bu iman eden adam, kavmi olan Kıptîlerden iman ettiğini gizliyordu. İmanını, ancak Firavun’un: ‘Bırakın beni Musa’yı öldüreyim’ dediği gün açığa çıkarmıştı. Bundan dolayı adam, yüce Allah için gazablanmış idi.”9
Fahruddîn er-Râzî (rh.a.), “Tefsir-i Kebîr-Mefâtihu’l-Gayb” adlı ünlü tefsirinde şunları beyân eder:
“Bil ki Allah Teâlâ, Hz. Musa (a.s.)’ın, Firavun’un kötülüğü ve şerrini savuşturma hususunda, kendisine sığınmaktan başka bir şey yapmadığını nakledince, Hz. Musa (a.s.)’dan başka bir kimseyi, bu konuda (yardımcı olarak) bahşedip lütfettiğini, böylece de en güzel bir biçimde Hz. Musa (a.s.)’ı müdafaa edip o fitneyi yatıştırma hususunda çaba sarfettiğini ve o şerri bertaraf etme hususunda gayret gösterdiğini beyân buyurmuştur.
Daha sonra bu mü’min zat, Hz. Musa (a.s.)’ı öldürmeye teşebbüs etmenin câiz olmadığına dair bir hüccet öne sürmüştür ki, bu da meseleyi taksime tâbi tutmak suretiyle ifâde etmiştir. İşte bu sebeple bu zat: ‘Eğer bu adam (yani Musa, a.s.), yalan söylüyorsa, O’nun yalanının günahı ve sorumluluğu kendisinedir. Binaenaleyh O’nun yakasını bırakınız. Yoksa eğer doğru söylüyor ise, sizi uyarageldiği o şeylerin bazısı sizi mutlaka bulacaktır! Böylece her iki durumda da, evlâ olan hareket tarzının O’nu öldürmemek olduğu sabit olmuş olur’ demiştir.”10
Ehl-i Sünnet’in meşhur İmamı Ebu Mansûr el-Mâturîdî (rh.a.), “Te’vîlâtü’l-Kur’ân” adlı eserinde bu konuyu şöyle açıklar:
“Firavun ailesinden, bir kişi şöyle dedi.’ Bu cümlenin iki manâya gelmesi muhtemeldir.
Birincisi: Adam, görünüşte Firavun’un ailesinden idi, çünkü imanını gizliyordu. Onlara göre, zâhirde onun ailesindendi. Ancak o adam, hakikatte Firavun’un ailesinden değildi, ancak Musa (a.s.)’ın ailesindendi ve O’na tâbi idi. Çünkü Musa (a.s.)’a tâbi olmuş ve Firavun’a tâbi olmaktan vazgeçmişti.
İkincisi: Adam, Firavun’un ailesinden idi, yani nesep itibariyle onun soyundandı. Çünkü onun, Firavun’un amcasının oğlu olduğuna dair bir rivayet vardır.
‘İmanını gizliyordu.’ Çünkü canından korkuyordu. Buna göre kendi milletinin yaptıklarına muhalif olduğu için öldürülmekten endişe eden biri, canından korktuğu için bu düşüncesini gizleyebilir. Onların yaptıklarını uygun gördüğünü açıklamadan durumunu gizlemeye gücü yeterse, yaptıklarını uygun gördüğünü de açıklamaz.
Küfrünü açıklamaya zorlanan insanın durumu da böyledir. Kendisinden istenen inkâr sözünü (küfür kelimesini) telaffuz etmemeye gücü yeterse ve bunu yapmadığı takdirde öldürülmez ise, küfür sözünü telaffuz etmesi câiz değildir. Eğer buna gücü yetmezse, o zaman küfür sözünü telaffuz edebilir. Açıklamaya çalıştığımız ayet-i kerime de bunun gibidir.
‘Rabbim Allah’tır dediği için onu öldürecek misiniz?’ Bu İlâhî Kelâm, o kişinin canından korktuğu için imanını gizlediğini haber vermektedir. Allah’ın elçisi Musa (a.s.)’ın öldürülmesinden korktuğu zaman, içinde gizlediği endişeyi açıklamıştı. Her ne kadar içindekini açıklamakta kendi hayatının tehlikeye girme riski bulunsa da, peygamberlerden birisinin kurtuluş ümidinden hareketle bunu açıklamıştı. Aynı şekilde içindekini açıklamakta can tehlikesi bulunsa dahi, onu açıkladığı takdirde Allah’ın elçilerinden birinin hayatını kurtarma ümidi, birtakım delillerle bu cinayeti önleme ve o peygamberi ölümden kurtarma ihtimali varsa, gizlediği endişeyi gizlemeye devam etmesi câiz değildir.
Bundan dolayıdır ki Mekkeliler, Rasulullah (s.a.s.)’i öldürmek istediklerinde, Hz. Ebu Bekr (r.a.) kendini ortaya attı ve daha önce imanını gizleyen adamın söylediği, ‘Rabbim Allah’tır dediği için O’nu öldürecek misiniz?’ sözünü söyledi.11
‘Oysa O, size Rabbinizden apaçık belgelerle gelmiş bulunuyor.’ Yani size onu, Musa (a.s.)’ın kendisinin uydurmadığını, aksine Allah’tan gelen ayetler olduğunu gösteren birtakım açıklamalar getirmiştir. Bu ayetler, O’nun söylediklerinin ve dâvâsının doğru olduğunu göstermektedir.
‘Buna rağmen O, eğer bir yalancı ise, yalanı kendi aleyhinedir ve eğer doğru sözlü ise, (o zaman da) size vadettiklerinin bir kısmı size isâbet eder.’ Yani, eğer O, sizi inanmaya davet ettiği peygamberlik dâvâsında yalan söylüyorsa, yalanı kendi aleyhinedir, yalanının günahını siz değil, kendisi yüklenecektir. Fakat söyledikleri ve iddiası doğru ise, o zaman sizi uyardığı tehditlerin bir kısmı mutlaka başınıza gelir. Hiç şüphesiz o mü’min adam, Hz. Musa (a.s.)’ın söylediklerinin doğru ve hak olduğunu biliyordu, ancak o milletin içinde bulunduğundan dolayı, Hz. Musa’nın öldürülmesine engel olmak için onların iddialarını da dikkate alarak böyle söylemişti.”12
Yegâne hak din ve hayat nizâmı İslâm’ın kıymetli âlimlerinden müfessirimiz böyle diyorlar ve elbette doğrusunu söylüyorlar!..
İslâm’ın Peygamberlerinden Rasulullah Musa (a.s.)’ın Firavun tarafından öldürülmesi isteği zamanına kadar sarayda bulunan ve çağının zalim tağutu Firavun’un yakını olup imanını gizleyen o muvahhid mü’min şahsiyet, bu korkunç cinayeti önlemek için ortaya çıkıp gizlediği imanını açığa çıkararak, taraftar olduğu iman safını belli etmiştir...
Laik-demokratik bir şirk devleti olan o günkü Mısır devletinin devlet başkanı tağut Firavun, millet meclisinden izin istemekte ve bu izinle onların var olan şirk düzenlerini, Tevhid nizamıyla değiştirmek isteyen Rasulullah Musa (a.s.)’ı öldürmek arzusundadır...
Haman’ın başbakanlık yaptığı, Bel’âm’ın diyanet işleri başkanı olduğu ve malî işlerinde Karun’un bulunduğu laik-demokratik şirk devleti olan Mısır’da, yönetim merkezi Firavun’un sarayında imanını gizleyen muvahhid mü’min şahsiyet, imanını apaçık belli ettikten sonra, iman ettiği peygamberi Rasulullah Musa (a.s.)’ı ve İslâm dinini onlara karşı savunmakla beraber, kendilerine hakkı tebliğ edip onları buna davet etmeye başlar...
Ve şöyle der muvahhid mü’min şahsiyet:
“İman eden (adam) dedi ki: ‘Ey kavmim, ben, o fırkaların gününe benzer (bir günün felâketine uğrarsanız) diye korkuyorum.
Nuh kavmi, Âd, Semud ve onlardan sonra gelenlerin durumuna benzer (bir gün). Allah, kullar için zulüm istemez.
Ve ey kavmim, doğrusu ben sizin için o feryâd (edeceğiniz kıyamet) gününden korkuyorum.
Arkanızı dönüp kaçacağınız gün, sizi Allah’tan koruyacak yoktur. Allah, kimi saptırırsa, artık onu doğruya yöneltecek bulunmaz.
Andolsun, daha önce Yusuf da size apaçık belgeler getirmişti. O zaman size getirdikleri hakkında kuşkuya kapılıp durmuştunuz. Sonunda O, vefat edince, demiştiniz ki: ‘Allah, O’ndan sonra kesin olarak bir elçi göndermez.’ İşte Allah, ölçüyü taşıran, şüpheci kimseyi böyle saptırır.
Ki onlar, Allah’ın ayetleri konusunda kendilerine gelmiş bir delil bulunmaksızın mücadele edip dururlar. (Bu,) Allah katında da, iman edenler katında da büyük bir öfke (sebebi)dir. İşte Allah, her mütekebbir zorbanın kalbini böyle mühürler.’
Firavun (alayla) dedi ki: ‘Ey Haman, bana yüksek bir kule bina et, belki o yollara ulaşabilirim.
Göklerin yollarına. Böylelikle Musa’nın İlâh’ına çıkabilirim. Çünkü ben, O’nun yalancı olduğunu sanıyorum.’ İşte Firavun’a kötü amel böyle çekici kılındı ve yoldan alıkonuldu. Firavun’un hileli düzeni yıkım ve kayıpta olmaktan başka (bir şey) olmadı.
İman eden (adam) dedi ki: ‘Ey kavmim, siz bana tâbi olun. Ben sizi doğru yola iletip yönelteyim.
Ey kavmim, gerçekten bu dünya hayatı, yalnızca bir meta (kısa süreli bir yararlanma)dır. Şüphesiz âhiret, (asıl) karar kılınan yurt odur.
Kim bir kötülük işlerse, kendi mislinden başkasıyla cezâ görmez, kim de –erkek olsun, dişi olsun- bir mü’min olarak salih bir amelde bulunursa, işte onlar, içinde hesapsız olarak rızıklandırılmak üzere cennete girerler.
Ey kavmim, ne oluyor ki ben, sizi kurtuluşa çağırıyorken, siz beni ateşe çağırıyorsunuz.
Siz beni, Allah’a (karşı) inkâr etmeye ve hakkında bilgim olmayan şeyleri O’na şirk koşmaya çağırıyorsunuz. Ben ise sizi, üstün ve güçlü olan, bağışlayan (Allah)a çağırıyorum.
İmkânı yok, gerekten sizin beni çağırmakta olduğunuz şeyin dünyada da, âhirette de çağrıda bulunma (yetkisi, gücü, değeri ve bağışlama)sı yoktur. Şüphesiz, bizim dönüşümüz Allah’adır. Ölçüyü taşıranlar, onlar ateşin halkıdırlar.
İşte size söylediklerimi yakında hatırlayacaksınız. Ben de işimi Allah’a bırakıyorum. Şüphesiz Allah, kullarını pek iyi görendir.’
Sonunda Allah, onların kurdukları hileli düzenlerinin kötülüklerinden O’nu korudu ve Firavun’un çevresini de azabın en kötüsü kuşatıverdi.”13
Âlemlerin Rabbi Allah’a, O’nun Rasulü olan Musa (a.s.)’a ve Allah’tan alıp tebliğ ettiği vahye katıksız iman eden “saraydaki mü’min”, Peygamberlerin vârislerinden bir şahsiyet olarak Allah’ın insan kullarından birisi olan Firavun’u rab ve ilâh edinen laik-demokratik putperest kavmini, hakikî Rab ve İlâh Allah Teâlâ’yı tevhid etmeye davet etmiş, Rasulullah Musa (a.s.)’dan duyduğu gerçekleri tebliğ ederek onları İslâm dinine girmeye, şirk düzenlerini terk etmeye ve Müslüman olmaya çağırmıştı... Laik-demokratik putperest kavmi, o mü’minin davetini reddedip O’na kötülük yapmak için hileli tuzaklar kurmuşlardı...
“Sonunda Allah, onların kurdukları hileli düzenlerinin kötülüklerinden O’nu korudu.’ buyruğuna gelince, dünyada da, âhirette de O’nu bu tuzaklardan korudu demektir. Dünyadan Allah O’nu, Musa (a.s.) ile birlikte kurtardı, âhirette de O’nu cennete koyarak kurtaracaktır.”14
İmam Ebu Mansûr el-Mâturîdî (rh.a.), bu konuda şunları kaydetmiştir:
“Bu beyân onların, o mü’min kişiye tuzaklar kurduklarına işaret etmektedir. Çünkü Cenâb-ı Hak, onların kurdukları tuzaklardan o kişiyi koruduğunu haber vermektedir. Belki adamı öldüreceklerdi veya başka bir kötülük yapacaklardı. Sonra şu manâ da muhtemeldir: Allah Musa’yı Firavun’un ordusunu helâk edip şerlerinden kurtardığı vakit O’nu koruması gibi, bu mü’mini korumuştur.
Bizim ancak şunu bilmeye ihtiyacımız vardır: Her kim kendini Allah için fedaya hazır olur ve durumunu O’na havale ederse, şanı yüce Allah, mutlaka onu koruyacak ve muhafaza edecektir.”15
Katâde (rh.a.) şöyle demiştir:
- O kişi, Kıptî idi. Musa (a.s.) ve İsrailoğulları kurtulduğunda o da onlarla beraber kurtuldu.16
“Saraydaki mü’min”, gizlediği imanını apaçık beyân edip kavmini, şirkin her türlüsünü terk edip Allah’a iman etmeye davet edip onlar tarafından reddedilince, o putperest laik-demokratik kavminden ve olanların ilâhlaştırdıkları Firavun ile demokrasi düzeninden tamamen uzaklaşmış, bir daha onların parlamentosu, yani millet meclisi konumundaki saraya dönmemiştir. Böylece tağutu, kurum ve kuruluşlarıyla tamamen reddederek, Allah’a iman edip sapasağlam kulpa yapışan “saraydaki mü’min” yegâne Rabbimiz ve İlâhımız Allah Teâlâ tarafından korunmuş ve kurtuluşa erdirilmiştir...
Allah Teâlâ’nın kendilerine verdiği akıl nimetini kullanabilen hiçbir zeki kulun asla reddedemediği ve muvahhid mü’min Müslümanların iman edip kabul ettiği “saraydaki mü’min”in kıssası budur!..
Hakikat bu iken nasıl oluyor ki, bugünün laik- demokratik sistemlerinde anayasaları gereği, “demokratik siyasî hayatın vazgeçilmez unsurları” olan partileşerek, inançlarıyla, görüşleriyle, hâl ve hareketleriyle apaçık olan ve hiçbir gizli yönleri bulunmayan millet vekillerini, “saraydaki mü’min”e benzetilmekte ve O’nunla kıyaslanmakta!..
Laik-demokratik “Türkiye Cumhuriyeti Anayasası”nın 68. Maddesi:
“Siyasî partiler, demokratik siyasî hayatın vazgeçilmez unsurlarıdır.
Siyasî partiler, önceden izin almadan kurulurlar ve Anayasa ve kanun hükümleri içinde faaliyetlerini sürdürürler.
Siyasî partilerin tüzük ve programları, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, insan haklarına, millet egemenliğine, demokratik ve laik cumhuriyet ilkelerine aykırı olamaz.
Gerekçe: Demokratik partiler, demokrasi kuralları içinde muhalefet ve iktidar partisi rolünü oynarlar.”17
Madde 80 – Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, seçildikleri bölgesi veya kendilerini seçenleri değil, bütün milleti temsil ederler.
Madde 81 – Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri, göreve başlarken aşağıdaki şekilde and içerler:
“Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma, hukukun üstünlüğüne, demokratik ve laik cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlı kalacağıma, toplumun huzur ve refahı, millî dayanışma ve adâlet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasaya sadakatten ayrılmayacağıma, büyük Türk Milleti önünde namusum ve şerefim üzerine and içerim.”
Madde 87 – Türkiye Büyük Millet Meclisinin görev ve yetkileri, kanun koymak, değiştirmek ve kaldırmak............”
Aklı dumura uğramamış, akıl tutulması hastalığına yakalanmamış, aşırı sevgiden dolayı kör ve sağır olmamış her insan, bu inkâr edilemez gerçeği idrak eder ve durumları “Anayasa” maddeleriyle apaçık beyân edilen “Büyük Millet Meclisi Üyeleri” olan millet vekillerini ve demokrasi kuralları içinde muhalefet ve iktidar partisi rolünü oynayan demokratik partileri, “saraydaki mü’min”e ne benzetebilir, ne de kıyaslayabilir!.. Hele hele “İslâm Fıkıh Usûlü”nü okumuş ve ilkelerini biliyorsa!..
Yegâne Rabbimiz, Melikimiz, İlâhımız ve kendisinden başka insan kulları üzerinde kanun koyucu hak ilâh olmayan Allah Teâlâ:
“Hakkı bâtıl ile karıştırmayın ve hakkı gizlemeyin. (Kaldı ki) siz (gerçeği) biliyorsunuz.”18 buyurmaktadır..
“Artık ey basiret sahipleri ibret alın!”19
- Mü’min, 40/23-27.
- Naziat, 79/23-24.
- Kasas, 28/38.
- Şuara, 26/29.
- A’râf Suresi’nde bu konu şöyle beyân buyrulur:
“(Firavun) dedi ki: ‘Eğer gerçekten bir ayet getirmişsen ve doğru sözlülerden isen, bu durumda onu getir (bakalım).’
Böylelikle (Musa) âsâsını fırlatınca, ânında apaçık bir ejderha oluverdi.
Bir de elini sıyırdı, o da ânında bakanlara bembeyaz (görünüverdi).
Firavun kavminin önde gelenleri dediler ki: ‘Bu, gerçekten bilgin bir büyücüdür.
Sizi topraklarınızdan sürüp çıkarmak istiyor. Bu durumda ne buyuruyorsunuz.’
Dediler ki: ‘O’nu ve kardeşini şimdilik bekletiver (vereceğin cezâyı ertele), şehirlere de toplayıcılar yolla.
Bütün bilgin büyücüleri sana getirsinler.”
A’râf, 7/106-112.
- Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, İst. 2001, c. 6, sh. 525 (Yenda Yayınları)
Sadeleşmiş nüsha, c. 6, sh. 518 (Azim Yayınları)
- Muhammed Ali es-Sâbûnî, Safvetü’t-Tefâsir, çev. Prof. Dr. Sadreddin Gümüş-Dr. Nedim Yılmaz, İst. 2016, c. 5, sh. 353.
- Mü’min, 40/28-29.
- İmam Hafız İbn Kesîr, İbn Kesîr Tefsiri, çev. M. Beşir Eryarsoy, İst. 2011, c. 9, sh. 472.
Ayrıca bkz. Fahruddin er-Râzî, Tefsir-i Kebîr-Mefâtihu’l-Gayb, çev. Prof. Dr. Suat Yıldırım, vdğ. Ank. 1995, c. 19, sh. 285-286.
- Fahruddin er-Râzî, Tefsir-i Kebîr, c. 19, sh. 285-287.
- Urve ibnu’z-Zubeyr (rh.a.) anlatıyor:
Ben, Abdullah b. Amr b. el-Âs’a:
-Müşriklerin, Rasulullah’a yaptıkları kötülüklerin en şiddetlisini bana haber ver, dedim.
Abdullah b. Amr şöyle dedi:
-Rasulullah (s.a.s.), Ka’be’nin avlusunda namaz kılıyordu. Bunun üzerine Ukbe b. Ebî Muayt çıkageldi. Ukbe, Rasulullah’ın omzundan tuttu da ridâsını boynundan dürüp toparladı (ve onunla) Rasulullah’ı şiddetli bir şekilde boğmaya başlamıştı ki, tam bu sırada Ebu Bekr, karşıdan yönelip geldi, hemen Ukbe’nin omzunu tuttu ve onun saldırısını Rasulullah’dan def’ etti ve:
“Siz, Rabbim Allah’dır diyen bir adamı öldürüyor musunuz? Oysa O, size Rabbinizden apaçık belgelerle gelmiş bulunuyor.” (Mü’min, 40/28) kelâmını okudu.
Sahih-i Buhârî, Kitabu’t-Tefsir, Hbr. 337.
Kitabu Fedâili Ashabu’n-Nebî, B. 5, Hbr. 27.
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, çev. Hüseyin Yıldız, vdğ. İst. 2014, c. 17, sh. 292, Hds. 24945-24946.
İmam Nesâî, es-Sünenü’l-Kübrâ, çev. Zekeriya Yıldız, İst. 2011, c. 10, sh. 425. Hds. 11398.
İbn Hibbân, Sahih-el-İhsân fî Takrîbi Sahih-i İbn Hibbân, çev. Hüseyin Yıldız, vdğ. İst. 2022, c. 7, sh. 656, Hds. 6567.
- Ebu Mansûr el-Mâturîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân Tercümesi, çev. Prof. Dr. S. Kemal Sandıkçı, İst. 2018, c. 13, sh. 48-50.
- Mü’min, 40/30-45.
- İmam Hafız İbn Kesîr, İbn Kesîr Tefsiri, c. 9, sh. 483.
Zemahşerî, Keşşâf Tefsiri, çev. Ahmet Alim, vdğ. İst. 2018, c. 5, sh. 1052.
- Ebu Mansûr el-Mâturîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân Tercümesi, c. 13, sh. 67.
Fahruddin er-Râzî, Tefsir-i Kebîr, c. 19, sh. 309.
- Abdurrezzâk b. Hemmâm es-San’ânî, Tefsiru’l-Kur’ân, çev. Kasım Koç-Mükerrem Ayhan, İst. 2023, c. 4, sh. 496.
Ebu Muhammed Muhyissünne el-Hüseyin b. Mes’ud b. Muhammed el-Ferrâ el-Beğavî, Beğavî Tefsiri-Meâlimu’t-Tenzîl, çev. A. Alpaslan Tunçer, İst. 2018, c. 7, sh. 18.
Celâleddin es-Suyutî, ed-Dürrü’l-Mensûr fi’t-Tefsir bi’l-Me’sûr, çev. Hüseyin Yıldız, İst. 2012, c. 13, sh. 53.
- Dr. İsmet Polatcan, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası-Gerekçeler, Anayasa Mahkemesi Kararları, Bilimsel Görüşler, İst. 1989, sh. 210.
- Bakara, 2/42. Âl-i İmrân, 3/71.
- Haşr, 59/2.