Vuslat Dergisi’nin Nisan 2022 sayısında "Müslüman Kadının Tesettür Mücadelesi ve Hint Zulmü" başlıklı bir yazımız yayınlanmıştı. Bu yazımız, Hindistan'daki zulüm rejiminin bazı üst mahkemelerinin Müslüman kadınlara tesettür yasağı getirilmesinin "yasal" olduğuna dair kararlar almasıyla ve tesettürün bir sembol olduğuna dair iddianın geçersizliğiyle ilgiliydi. Ancak İngiliz işgali sonrasında bileği güçlendirilen, son zamanlarda ise iyice azgınlaşan fanatik Hindu ırkçıların Müslümanlara yönelik zulüm uygulamaları genişleyerek ve farklı alanlara uzanarak devam etti. Bu zulümler, zinciri koparan birtakım aşırı fanatiklerin Müslümanların kutsal değerlerine ve peygamberlerine hakaret edecek derecede sınırı aştı. O yüzden bu ayki yazımızda Hindistan'daki ırkçı rejimin Müslümanlara yönelik zulmünün ve savaşının genel bir değerlendirmesini yapmak istiyoruz.
Hindistan aslında tarihte Müslümanların oldukça güçlü ve etkili olduğu topraklardı. Ancak İngiliz emperyalizminin bu bölgede Müslümanları dışlayıcı politikaları, sonrasında da İslam âleminin bölünmesi, Hint Yarımadası’ndaki Müslümanların önemli bir kısmının bağımsızlık elde ederek ana bünyeden ayrılması bir kısmının da bu topraklarda yönetimi ele geçirenlerin dışlayıcı politikalarından kaçarak başka yerlere göç etmesi sebebiyle Müslümanlar zayıf düştü.
Bütün bunlara rağmen bugün yine Hindistan en büyük Müslüman azınlığın yaşadığı ülkedir. Bir buçuk milyara yaklaşan ve Çin'in nüfusunu da aşması sebebiyle dünyanın en fazla nüfusa sahip ülkesi haline gelen Hindistan'da 200 milyon civarında Müslüman yaşadığı tahmin edilmektedir ve bunların büyük çoğunluğu Sünnidir. Bu rakamla, Hindistan Müslümanlarının sayısı Endonezya, Pakistan ve Nijerya dışındaki İslam ülkelerinin nüfusundan fazladır.
Hindistan hükümeti Müslümanları sürekli baskı altında tutuyor. Öte yandan çoğunluğu oluşturan Hinduların Müslümanlara yönelik saldırılarına ve eylemlerine göz yumuyor. Hükümetin bu tutumu Müslümanlarla Hindular arasında zaman zaman kanlı çatışmalar yaşanmasına yol açıyor. Olaylarda polis Hinduların tarafını tuttuğundan hayatını kaybedenlerin veya yaralananların çoğu Müslümanlardan oluyor. Buna rağmen polis olaylardan sonra daha çok Müslümanları tutukluyor.
Hindistan'ın Uttar-Pradeş eyaletinde bulunan Ayota kentinde yer alan ve medya organlarında genellikle Babri Camisi olarak isimlendirilen Babür Şah Camisi konusunda Hindularla Müslümanlar arasında yıllarca süren bir anlaşmazlık vardı. Hindular, Moğol İmparatoru Babür Şah tarafından yaptırılmış olan bu caminin binlerce tanrılarından biri olan Ram'ın doğduğu yer üzerine inşa edildiğini ileri sürüyor ve bu iddialarına dayanarak söz konusu caminin yıkılıp yerine bir Hindu tapınağı inşa edilmesini istiyorlardı.
Aslında inşaatının 1529'da bittiği tahmin edilen Babür Şah Camisi'yle ilgili böyle bir iddianın gündeme getirilmesinin arka planında İngiliz emperyalizminin fitne politikası vardı ve İngiliz emperyalizmi Müslümanlarla Hindular arasında gerginliği artırmak amacıyla bu iddiadan yararlanmak istemişti. Üstelik Hinduların tanrı olduğuna inandıkları ve iki bin yıl önce doğmuş olan Ram'ın, koskoca Ayota şehrinde tam Babür Camisi'nin bulunduğu mevki üzerinde doğduğuna dair hiçbir kanıt yoktu. İddiayı yaymakla görevlendirilenlerin kışkırtmalarıyla galeyana getirilen kalabalık Hindu gruplar zaman zaman bu camiye karşı çeşitli saldırılarda bulundular. Hinduların bu saldırılarında çıkan çatışmalarda çoğunluğu Müslüman olmak üzere çok sayıda insan öldü.
Hindular Babür Camisi'ne yönelik saldırılarını 1992 yılı sonlarına doğru iyice yoğunlaştırdılar. 4 Aralık 1992 Cuma günü 50 bin kadar Hindu bu cami önünde toplanarak büyük bir gösteri yaptı. Ertesi gün de kalabalık gruplarla camiye saldırıda bulunarak 463 yıllık bu tarihi camiyi yerle bir ettiler.
Hinduların bu saldırıları ülkenin değişik bölgelerinde Müslümanlarla Hindular arasında çatışmalara neden oldu ve iki binden fazla insan öldü. Bunların çoğu da olaylara müdahale eden polisin açtığı ateşle canlarını kaybetti. Polis, Hinduların tarafını tuttuğundan saldırılarında özellikle Müslümanları hedef alıyordu.
Polisin saldırılarına rağmen olayların gittikçe yayılması ve büyümesi üzerine, Hindistan yönetimi önünü alabilmek için yıkılan caminin yeniden inşa edileceği sözü verdi. Bunun yanı sıra camiye yönelik saldırılarda suçlu oldukları tespit edilen fanatik Hindu milliyetçisi bir partinin Ayota'daki temsilcilerini tutukladı.
Ama Hindistan, caminin yeniden inşa edileceğine dair Müslümanlara verdiği sözü yerine getirmedi ve Hindistan Yüksek Mahkemesi 19 Kasım 2019'da, caminin arazisinin Hindulara verilmesine, onun yerine cami için başka yerden iki hektar arazi verilmesine karar verdi.
2020 yılında da söz konusu caminin yerine Hindu tapınağı inşa edilmesi için temel atma töreni düzenlendi.
Törene katılan Başbakan Narendra Modi de bu tapınağın temelinin atılmasının Hindistan için duygusal bir an olduğunu, uzun bir bekleyişin sona erdiğini iddia etti. Onun bu açıklaması olayda çok açık bir şekilde saldırgan, gaspçı ve katliamcı kesimin yanında durduğunu ortaya koyduğu halde dünyadaki hakim sistemlerin yöneticilerinden bir ses çıkmadı.
2019'un Ağustos ayında Hindistan hükümeti, anayasanın Müslümanların çoğunlukta olduğu Keşmir’e özel statü veren 370. maddesini iptal ederek bu eyaletin özel statüsünü kaldırdı. Hindistan'ın bu kararı hem Keşmir halkının hem de Pakistan'ın tepkisine neden oldu. Böyle bir kararın asıl amacının ise bölgede etnik tasfiye yaparak Müslüman nüfusu azaltıp Hindu nüfusu artırmak olduğu açıktı. Hindistan hükümeti bölgedeki halkın kitlesel tepkilerine karşı bir tedbir olarak buradaki asker sayısını artırdı ve baskı uygulamalarını daha da şiddetlendirdi. BM Güvenlik Konseyi'nin göstermelik olarak konuyla ilgili bir olağanüstü toplantı yapması ise bir şeyi değiştirmedi.
Hindistan'daki ırkçı fanatik rejim ırkçı tasfiye politikasını uygulamak için Müslümanları göçe zorlama amaçlı bir vatandaşlık yasası çıkardı. Yasaya göre Pakistan, Afganistan ve Bangladeş'te daha önce yaşayan ve Hindistan'a göç eden muhacirlerden Hindu, Budist, Sih, Jainist, Hıristiyan ve Parsi olanlara vatandaşlık verilmesine imkan tanınırken Müslüman olanlara bu imkan tanınmıyor. Yani komşu ülkelerden Hindistan'a göç edenlerden Müslümanların dışında kalan dini azınlıklara Hindistan vatandaşlığına geçme imkânı tanınırken Müslümanlara karşı ayrımcılık uygulanıyor.
Yasayla vatandaşlık hakkından mahrum bırakılan Müslümanlar son yıllarda göç edenler değil. Yüz yıldan fazla süredir Hindistan'da yaşayan Müslüman aileler de buna dahil. Buna izah getirilirken de Müslümanlar dışındaki söz konusu dini unsurların zikredilen ülkelerde azınlık durumunda oldukları dolayısıyla haksızlığa maruz kaldıkları Müslümanların ise bu durumda olmadıkları iddia ediliyor.
Buna ilaveten son dönemde Hindulardan İslam’a geçenlerin sayılarının belirgin bir şekilde artması, radikal Hindu kesimleri ciddi şekilde rahatsız etmeye başladı. Hinduların İslam'a ve Hıristiyanlığa yönelmelerinde Hinduizm’deki kast sisteminin etkili olduğu tahmin ediliyor. Çünkü bu sistem yüzünden alt kastlara mensup olanlar aşırı derecede aşağılanıyor ve dışlanıyorlar. Tabii Hinduizm’in tamamen mitolojik kültüre sahip olmasının da bu dine mensup olanların başka dinlere yönelmelerinde etkisi var. Irkçı düşüncelerle Hinduizm’e aşırı derecede bağlı olanlar ise bu dinin mitolojik yönünü bir atalar kültürü olarak görüyor ve yaşatılması gerektiğini savunuyorlar.
Katı Hinduizm bağlısı kesimler İslam’a geçişlerin önlenmesi için geçenlerin çok ağır bir şekilde cezalandırılması amaçlı yasal düzenlemeler yapılmasını talep etmeye başladılar. Bir yandan da toplumsal baskı oluşturmak için Müslüman olanlara şiddet uyguladılar. Müslüman olan bazı kişilere çok korkunç bir şekilde işkence edilmesi ve bazılarının çok vahşi yöntemlerle öldürülmesi olaylarıyla ilgili haberler ve videolar muhtelif medya organlarında yayınlandı.
Bütün bu saldırıların ve fanatik Hinduların sergilediği vahşetin üstünü örtmek ve suçu Müslümanlara çıkarmak için bir yandan da medyatik savaş yürütmeye ve Müslümanların kutsal değerlerine saldırmaya başladılar.
Liderliğini mevcut Hindistan Başbakanı Narendra Modi'nin yaptığı, “Muhafazakâr Hindu” olarak tanımlanan, Bharatiya Janata Partisi’nin (BJP -Hindistan Halk Partisi) sözcüsü Nupur Sharma isimli kadın bir televizyon kanalında sarf ettiği sözlerinde İslam’ın peygamberi Hz. Muhammed (s.a.s.)’e yönelik çirkin saldırılarda bulundu. Aynı günlerde partinin üst düzey yetkililerinden ve Yeni Delhi Medya Başkanı olduğu söylenen Naveen Kumar Jindal da twitter üzerinden Hz. Peygamber (a.s.)’i aşağılayan mesajlar yayınladı. Gelen tepkiler üzerine de mesajlarını sildi. Daha sonra Sharma’nın parti içindeki görevine son verildiği, Jindal’ın da partiden ihraç edildiği açıklandı.
İslam’ı karalama amaçlı kullandıkları malzemeler ise daha önce Batıda İslamofobinin zeminini oluşturmaya çalışan Müslüman düşmanlarının kullandığı malzemelerin aynısı. Batıda “İslamofobi” diye bir toplumsal olgunun ortaya çıkarılması ve böylece Müslüman düşmanlığının normalleştirilmesine çalışılması da insanların İslam’la tanıştıklarında ve onu öğrendiklerinde ilgi duymaları sebebiyle ortaya çıkan endişenin bir yansımasıydı.
Hindistan’da şimdi İslam’a ve Müslümanlara karşı çok yönlü bir savaş yürütülmektedir. Bu savaşın hedefinde Müslüman kökenli olanların yanı sıra son dönemde İslam’a geçmiş olanlar da yer alıyor.
Bu savaş, dünya kamuoyuna Hindu fanatiklerin resmi kurumlardan bağımsız bir şekilde sürdürdüğü savaş olarak gösteriliyor. Ancak işin gerçeğinde bu savaşta resmi mekanizmayla Hindu fanatizmi tam bir işbirliği halindedir ve savaş da organize bir şekilde yürütülmektedir.
Her şeyden önce yukarıda sözünü ettiğimiz gelişmeler ve bu gelişmelerde hükümetin, güvenlik organlarının sergilediği tavır bu savaşın içinde resmi mekanizmanın da bilfiil yer aldığını çok açık bir şekilde gözler önüne sermektedir. Ancak hakim sistem bu savaşında başarılı olabilmek ve Müslümanları tasfiye etmek ya da zayıf düşürmek amacıyla özellikle aşırı fanatik Hinduları da etkin bir şekilde devreye sokuyor. Onları cüretlendirmek için de Müslümanlara yönelik saldırılarına tamamen göz yumuyor.