02 Aralık 2024 - Pazartesi

Son Sayı Başlıkları
Şu anda buradasınız: / İSLÂM DİYARINDA SİYASİ OTORİTE VE YETKİ SINIRLARI
İSLÂM DİYARINDA SİYASİ OTORİTE VE YETKİ SINIRLARI

İSLÂM DİYARINDA SİYASİ OTORİTE VE YETKİ SINIRLARI HANİF İBRAHİMOĞLU

İslâm’da yöneticilere verilen otorite ve yetkilerin sınırlarını ele almadan önce insanın hangi amaçla yaratıldığı sorusuna cevap niteliğindeki Ayet-i kerimelere bakmak gerekir. Kur'an’da insanın yaratılma amacını ele alan ayetleri incelediğimizde, Allah Teâlâ bütün kâinatı yaratmasının amacının sadece kendisine yapılacak kulluk olduğunu belirtmektedir.[1] Bu amaç doğrultusunda insan imtihan edilmekte ve kendisine Allah’ın (c.c) hükümlerini icrâ etmek üzere halife olma görevi verilmektedir. Siyâsi otoriteden önce bu hususlara kısaca değinmek konunun daha iyi anlaşılması için uygun olacaktır.

 

Allah Teâlâ, Ahzab Suresi’nin 72. ayetinde; “Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu (eğer hakkıyla bu emaneti yüklenemez ise) o çok zalim, çok cahildir.” buyurmaktadır.

 

Ayetteki “emanet” lafzı müfessirler tarafından “Allah'ın kendi hakları ve mahlûkatının hakları ile ilgili emir ve yasaklarını ihtiva eden hükümler.” olarak açıklanmış ve bu hükümlerin uygulanması görevini insanoğlu yüklenmeyi kabul etmiştir. Ancak insan cehaleti sebebiyle bu sorumluluğun önemi ve ağırlığını unutup kendine zulmetmektedir. İşte bu yüzden Kur'an, insanın yaratılma amacı olan bu sorumluluğu tekrar tekrar hatırlatmaktadır. Allah (c.c) bu emaneti yüklenme görevini Kur'an-ı Kerim’de aynı zamanda “Halife” unvanı ile bildirmektedir.

 

“Halife” kelime olarak başkasının yerine geçen, başkasının yerini alan kimseye denilir.[2] Kur'an’da ise, Allah’ın (c.c) iradesini ve hükümranlığını temsil etme ve yeryüzünde tatbik etme manasında insan için kullanılmıştır. Allah Teâlâ, yeryüzünde bir halife yaratacağını buyurduğu ayeti[3] M. Hamdi Yazır şöyle tefsir eder: “Kendi irademden, kudret ve sıfatımdan insana bazı özellikler vereceğim ve o da bana bağlanıp bana vekil olarak yarattıklarım üzerinde bazı yetkilerime sahip olacaktır. Benim adıma hükümlerimi icra edip yürütecek, iradesiyle benim irade ve emirlerimi, benim kanunlarımı tatbik edecektir. Arkasından gelenler de ona halef olarak aynı görevi icra edeceklerdir.’’[4]

 

İnsanın bu dünya hayatındaki yaratılma amacı olan yalnızca Allah’a (c.c) kulluk ve bu kulluğun gereklerini yerine getirmek için kendisine verilen yetkinin kaynağının ne olması gerektiği de Kur’an-ı Kerim’de Nisa Suresi 59. Ayeti Kerime’de ifade edilmiştir.

 

“Ey iman edenler. Allah’a itaat edin, Rasule itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de.”[5] Ayet-i Kerime’de geçen ulu’l-emr ile kimlerin kastedildiğine dair alimlerin görüşleri şöyledir:

a. İdareciler, sultanlar ve (ayetin bağlamı dolayısıyla) komutanlardır.

b. Alimler, fakihler veya sahabelerdir. Hatta sadece Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer olduğunu söyleyenler de vardır.[6]

Bu Ayet-i Kerime’de, ‘Allah ve Rasulüne itaat edin’ emri sonrasında ‘minkum’ ‘sizden olan emir sahiplerine de’ buyrulmuş fakat ‘Allah ve Rasulüne itaat edin’ emri sonrasında hemen eklenen “itaat edin” emri ‘emir sahiplerine de’ cümlesinden sonrasında zikredilmemiştir. Müfessirlere göre bundaki mana; İtaatin Allah ve Rasulü’ne kayıtsız şartsız olması, emir sahiplerine ise ‘eğer Allah ve Rasulü’ne itaat ediyorlarsa onlara da itaat edinilmesi’ şartına bağlanmış olmasındandır. Burada “sizden” olan yöneticiler, Allah ve Rasulü’ne itaat eden ve şeriat kanunlarını tatbik eden yöneticilerdir. Allah’a (c.c) itaatten kasıt Kur’an-ı Kerim’in hükümlerine uymak; peygambere itaatten kasıt ise sünnete riayet etmektir. Ulu’l-emr’e itaatten kastedilen ise şeriat hükümleri doğrultusunda halkını yönetenlerdir.

 

Ayet-i Kerime’nin tefsirinde Elmalılı M. Hamdi Yazır şunları kaydeder:

“Dikkat etmek gerekir ki Allah ve Rasulü hakkında mutlak itaat açıkça söylendiği halde, emir sahipleri (idareciler) hakkında mutlak buyrulmamıştır. Yöneticilere itaat etmek Peygambere itaat etme şartına bağlanmış ve isyan edilen şeyler bu hükmün dışında bırakılmıştır. Zira hadis-i şerifte beyan olunduğu gibi: "Allah'a isyan hususunda hiçbir mahlûkata itaat edilmez". Aynı şekilde "İyi ve faydalı şeylerde itaat edilir."[7] hadis-i şerifi de bunu açıklamaktadır. Dikkate değer kayıtlardan birisi de mü’minlere hitap edilerek "sizden" kaydıdır ki, manası apaçıktır. Mü’minlerden olmayan idarecilere itaat etmek dinen vacip kılınmamıştır.’’[8]

 

Diyanet İşleri Başkanlığı’nca hazırlanmış Kur’an tefsirinde ise aynı ifadeler geçmektedir:

"Allah ve Rasulü için belirtilen "İtaat ediniz" emrinin yöneticiler için tekrarlanmadan "ulu'l-emre de..." diye bitirilmesi, bunların itaat yükümlülüğü bakımından Allah ve Rasulü gibi olmadıklarına, emirleri meşrû (Allah ve Rasul’ünün talimatına uygun) olmadıkça kendilerine itaat edilmeyeceğine işaret etmektedir. "Hiçbir mahlûka, Allah emrine uymadığı takdirde itaat edilemez", "Ancak maruf (meşrû) olan emre itaat edilir", "Allah'a itaatsizlik sayılan emre itaat edilmez[9]" mealindeki hadisler bu kaideyi açıkça ifade etmektedir.”[10]

 

Tefsirlerinde beyan ettiği üzere Ayet-i Kerime’de "İtaat ediniz" diye tarif edilen idareciler hukûki, iktisadi, siyâsi ve sosyal hükümlerde laik, demokratik, sosyalist vb. yasalara göre değil, Allah’ın (c.c) ahkâmı ve Rasulü’nün (s.a.v) sünnetine göre idare eden yöneticilerdir.

 

İmam Fahreddin Râzi (r.aleyh) Tefsir-i Kebir adlı eserinde Ayet-i Kerime için şunları söyler:

"Bu kimselere Allah'ın emri ile itaat edilmektedir. Bizlerin emir sahiplerine itaatimiz, onların Allah'ın hududlarını çiğnemelerine rağmen devam ederse bu itaat "ibadet" anlamına gelir." İşte o zaman ibadet Allah'a değil, emir sahiplerine yapılmış olur ki bu da şirkin ta kendisidir."[11]

 

Yüce Allah’a c.c (Kur’an’a) ve Hz. Peygamber’e (Sünnete) aykırı olmayan konularda yöneticilere itaat etmek Müslümanların asli görevi olarak telakki edilmiştir. Zira âlimlere göre ulu’l-emr’e ancak Kur’an ve Sünnet’in sınırları içerisinde itaat etmek şarttır. Bunun en belirgin göstergesi ayetin sonunda eğer anlaşmazlığa düşülürse Yüce Allah’ın ve Hz. Peygamber’in hakem kılınmış olmasıdır.[12] Dolayısıyla insanlara itaat prensibi büsbütün kayıtsız ve şartsız değildir. Ancak İslâmî hükümlerle hükmetmek şartıyla yöneticilere itaat etmek farz kılınmıştır.

 

Nitekim Hz. Ebubekir’de (r.a) mü’minlerin emiri seçildiğinde yaptığı ilk konuşmasında:

“Ben Allah’a ve Resulüne itaat ettikçe, siz de bana itaat ediniz. Ben Allah’a ve Peygambere isyan edersem bana itaatiniz lâzım gelmez. Allah cümlenizi rahmetine lâyık eylesin."[13] diyerek bu konudaki değişmez ölçüyü ortaya koymuş, yine sonrasında halife seçilen Hz. Ömer’de (r.a) ilk hutbesinde:

 

“Ey insanlar! Ben haktan, adâletten ayrılırsam ne yaparsınız?” diye sormuş, ashabtan biri: “Ya Ömer! Sen eğrilir, haktan inhiraf edersen, seni kılıcımızla doğrulturuz!” cevabını verince Hazret-i Ömer (r.a): “Elhamdülillâh! Eğrilirsem beni kılıçları ile doğrultacak arkadaşlarım var!..” diyerek bu durumdan hoşnut olduğunu dile getirmiştir.

 

Bu sebepten eğer ulu’l-emr siyâsi, hukuki, ticari, iktisadi ve sosyal hayatın her alanında idare ettiği insanları Allah’ın (c.c) hükümleri ile yönetiyor, muhakemelerinde Allah’ın (c.c) ahkâmını icra ettiriyor, Rasulü’nün (s.a.v) sünnetini ve İslâmi yaşam tarzını tatbik ediyorsa o Ulu’l-emr yani yönetici, Allah’ın (c.c) istediği bir yöneticidir. İnananların da ona itaati farzdır. Fakat idarecilerin yönettiği yasalar ve anayasal düzende Allah’ın (c.c) ahkâmı yoksa ve bu yönetim şekli Kur’an’a aykırı bir idare tarzı ise, yukarıda zikredilen Hadis-i Şerif’te de beyan edildiği üzere “Allah’a isyan içeren yasalar ile hükmeden bu yöneticilere itaat yoktur.” ve Müslümanlar o idare şekline ve idareciye itaat ile yükümlü değildir.

 

Bu yöneticiler Kur’an’a ve Peygambere inandığını iddia etse de, Kur’an ahkâmını tatbik etmediği ve beşerî kanunlar ile hükmettiği için tağut olmuştur ve onlara itaat değil isyan vacip olmuştur. Çünkü tağutları ve yasalarını reddetmek Allah’ın (c.c) iman etmezden evvel emrettiği bir hakikattir.[14] Bu yüzden onlar itaat edilmeye değil isyan edilmeye layıktır.

 

İslâm Devleti’nin teşekkülü hiçbir ideologyanın yönetim şekline benzemez. Çünkü şer’i nizam olan İslâm yönetimi ölçüsünü Allah’ın (c.c) mutlak hâkimiyetinden alır ve “Onların (Müslümanların) işleri aralarında meşveret (danışma, şura) iledir.’’[15] mealindeki ayete dayanır ve İslâm Devleti’nin teşekkülü, Allah’ın (c.c) koyduğu kanunları insanların tatbikleri ile ortaya çıkar. İnsanların uygulamaları Allah’ın (c.c) yasaları ile kayıtlıdır ve insanlar ne kadar çoğunlukta olurlarsa olsunlar Allah’a (c.c) rağmen kendi istediklerini kanunlaştıramaz.

 

“Ey iman edenler! Allah'a, Peygamber'e ve sizden olan ulu'lemr’e (idarecilere) itaat edin…” diye buyrulan ayeti kerimede bir takım temel ilkeler ortaya konmuştur. Bu yöneticilerin en önemli görevi hâkim olduğu beldede şer’i hükümlerin uygulanmasını sağlamaktır.[16]

 

İslâm toplumunda, içinde bulunulan durum, zaman, mekân ne olursa olsun Allah’ın (c.c) indirdiği yasalar ile hükmedilmesi şarttır. Bunu tesis etmenin yolu da devletin anayasasının şer’i hükümlerden yani Kur’an anayasasından oluşmasıdır. İkinci olarak İslâm Devletinin, bulunulan zamana ve hayat şartlarına uygun olarak şeriat yasalarına aykırı düşmeyen düzenlemeler yapar.[17] “Sizden olan emir sahiplerine (idarecilere) itaat edin!” emriyle Müslümanlardan bir topluluk kastedilmektedir. Yani Müslümanlar laik ve demokratik bir anayasa ile değil, Allah’ın (c.c) indirdiği hükümler ile idare eden ve Müslüman olan idarecilere itaat etmekle mes’uldür ve şeriatın uygun gördüğü yollarla seçilmiş şer’i idareye itaat etmek dinî gereklilik olarak hükme bağlanmıştır.

 

(Rasulüm! sen) aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet, onların arzularına uyma! Allah’ın sana indirdiği şeylerin bir kısmından (İslâm dışı/tağuti grupların seni) caydırmalarına (şaşırtmalarına/saptırmalarına) karşı onlardan çekin. Eğer (onlar, İslâm dışı arzularına uymamandan dolayı) yüz çevirip dönerlerse, bil ki Allah, (bu) günahlarının (daha) bir kısmıyla onları (kanunu gereği dünyada veya ahirette) musibete/azaba uğratmak ister. Şüphe yok ki insanlardan çoğu (Allah’ın hükümlerinin kendi arzularına göre olmasını istemelerinden dolayı) fâsık (yoldan çıkmış)tırlar.”[18]

 

Ayet-i kerimede beyan edildiği üzere ideolojik fikirleri tercih ederek Hz. Peygamber (s.a.v)'in verdiği hükümden yüz çevirmek demek adaleti kabul etmeyip haksızlığa ve zulme yönelmek demektir. Adaletin saptırılması ise toplumu felâketlere sürükler. Yüce Allah (c.c) bu ayet-i kerimede olup bitenlerden ibret almayan insanların birçoğunun fâsık olduğunu yani O'nun (c.c) hükmünü kabul etmeyip kanunlarının dışına çıktığını haber vermektedir.[19]

 

Kur’an ve Sünnet bilgisinden yoksun şüphe ehli olan ve hak ile batılı birbirine bulamak isteyen kimseler “İslâm’da de seçim vardır, demokraside de seçim vardır, bu yüzden İslâm ile demokrasi çelişmez’’ derler. Bu apaçık bir saptırmadır. İslâm nizamında halkı yöneten devlet başkanı yani halife, Allah’a (c.c) rağmen yasa koymak için değil, Allah’ın (c.c) indirdiği yasalar ile hükmetmek üzere ilim ve liyakat sahibi olan ehl-i hal ve’l akd şurası tarafından seçilir. Devlet reisinin yetkisi kayıtsız şartsız değil şer’i kanunlar ile kayıtlıdır. Kur’an ahkâmı dışında kendi hevâsına göre ne kendisi ne de şûrası yoktan kanun ihdas etme hakkına sahip değildir.

 

Oysa demokratik seçimlerde halkın çoğunluğunun oyunu alarak seçilen yönetici, İslâm ahkâmını bir kenara bırakarak kendisi ve seçtiği yöneticiler ile birlikte kanun koymak üzere seçilirler. İslâm’daki halife seçimi ile demokratik sistemlerdeki yönetici seçimi arasında doğu ile batı arasındaki gibi fark vardır. Bu yüzden İslâm dini, toplumu aldatan laik ve demokratların bahsettiği gibi asla beşerî ideolojiler ile bağdaşmaz. Ve yine bu seküler düşüncelerin iddia ettiği gibi İslâm sadece ruha değil, sosyal ve siyâsal hayata da şekil/nizam veren bir hayat programıdır. Dolayısıyla bedeni (namaz, oruç) ve mâli (hac, zekât) ibadetleri emreden ve bu alanda manevi/rûhi gelişime yön veren İslâm; hukuk, ticaret, ekonomi, eğitim ve benzeri sahalarda da insanlara müreffeh bir hayat vadeden alemlerin Rabbi Allah tarafından indirilmiş tek adil nizamdır. 

 

Merhum Elmalılı Hamdi Yazır Hak Dini Kur’an Dili tefsirinde ilâhî kanun ile beşerî kanun arasındaki farkı şu şekilde ifade eder:

"İlâhî kanunun, kanun koyucusu Allah olduğundan, sağlamdır, doğrudur. Beşerî kanunlar, yani insanların yaptığı kanunlar ne ilim ne de din açısında hiçbiri sağlıklı olamazlar. Bunlar ilim yönünden batıl, din yönünden şer teşkil ederler ve doğru değildirler. Bunun için beşerin hakkı, gerek ilimde gerek dinde kanun koymak değil, Allah'ın kanunlarını arayıp bulmak ve keşfedip ortaya çıkarmaktır."[20]

 

İlahi ve beşerî yasalar arasındaki bu belirgin ayrılığı fark ederek kâmil bir imana sahip olmak, yeryüzündeki bu ifsadı ortadan kaldırmak ve sosyal, siyâsal, hukuksal hayatta yalnız Allah’ın (c.c) kanunları yürürlükte olana kadar çalışmak mü’minler üzerinde farz-ı ayn bir ameldir. Bu hususta ideolojik düzenler ile orta yol bulmak veya siyâsi parti yoluyla bu düzenlere entegre olmak Allah’ın (c.c) hükümlerinden tamamen veya kısmî olarak vazgeçerek taviz vermektir. Buna hiçbir mü’minin hakkı ve selâhiyeti yoktur. Çünkü vazgeçilmek istenen veya kendisinden taviz verilen hususlar Allah’ın (c.c) ayetleri, kanunları ve nizamıdır. Böyle bir tavizi vermek hiçbir Müslümanın hakkı değildir ve böyle bâtıl metotlar ile hareket etmek ne Kur’an’a ne de Rasulullah (s.a.v)’in mücadele metoduna uygun değildir.

 

 


[1] Zariyat/56

[2] Razi, a.g.e., 2/244

[3] Bakara/30

[4] Elmalılı, a.g.e., 1/258

[5] Nisa/59

[6] Taberî, a.g.e., 5/147,148

[7] Buhârî, "Ahkâm", 4, "Megazî", 59; Müslim, "İmâre", 39

[8] Nisa/59 tefsiri, Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak dini Kur’an dili tefsiri

[9] Buhârî, "Ahkâm", 4, "Megazî", 59; Müslim, "İmâre", 39

[10] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kâfi Dönmez, Prof. Dr. Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: II/6566

[11] Fahreddin er-Râzî, Tefsir-i Kebir c. 7 sh. 103-104

[12] el-Maturidî, Te’vilat, 2005, 3, s. 264.

[13] İbn Hişam, es-Siretu'n-Nebeviyye, IV 311.

[14] Bakara, 256; Nisa, 60.

[15] Şûra, 38.

[16] Muhammed Esed, İslâm’da Yönetim Biçimi, s.48.

[17] Muhammed Esed, İslâm’da Yönetim Biçimi, s.49.

[18] Mâide, 49.

[19] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Mustafa Çağrıcı, Prof. Dr. İbrahim Kâfi Dönmez, Prof. Dr. Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları: II/230-231.

[20] Elmalılı, Hak Dini, 1/126-127.

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul