“Gerçekten sizin bu ümmetiniz tek bir ümmettir. Ben de sizin Rabbinizim, öyleyse Bana ibadet edin.”1 diye buyuran yegâne Rabbimiz ve İlâhımız Allah azze ve celle, katıksız iman edip Allah’ı Rab, İslâm’ı din, Rasulullah Muhammed (s.a.s.)’i önder kabul ederek razı olan muvahhid mü’min kullarının birlik ve beraberlik içinde, yani vahdeti sağlamış olarak bulunmalarını, böyle bir durumda kendisine ibadet etmelerini emrediyor!..
Rableri bir, dinleri bir, kitapları bir, peygamberleri bir, kıbleleri bir olan bir ümmet!.. Bu birlik içinde asla kopmamalı olan iman bağıyla birbirlerine bağlanmış, iman dolu kalpleri uzlaşıp kaynaşmış, milyarlarca bedende bir ruh hâline gelmişlerdir... Ümmetin bütünü bir vücûd olmuş, hiçbir organı, bütünden ayrı durmak istemeyen bir tek vücûd!.. Dillerinin ve renklerinin ayrı ayrı olmasının, Rableri Allah’ın bir ayeti olduğunun şuurunda ve inancında olan ümmet2, birbirlerinin kardeşleri3 ve velîlerinin olduğuna4 kesin inanmıştır. Bu inançla üzerlerine düşen kulluk görevlerini hakkıyla yapmaya gayret etmişlerdir...
Tarih boyu görülen hakikat odur ki, vasat, şahid ve insanlar için çıkarılmış hayırlı ümmet5, kendisine düşen kulluk görevi olan ümmet şuuruyla vahdetini sağlayınca, yegâne Rab ve ilâh Allah Teâlâ, onu üstün kılmış, düşmanlarını yenmiş, zaferler elde etmiş ve İslâm’ı egemen kılıp Allah’ın hükmüyle hükmederek yönetecekleri ülkeler fethetmişlerdir...6 Allah Teâlâ’nın indirdiği Kitap, mizân ve demiri birbirinden asla ayırmadan hepsinin hakkını gerektiği şekilde yerine getirmiştir... Demiri, cihad şuuruyla kullanmış, Kitabı uygulamış ve mizanı adâletle tutmuştur...
Allah’a ve Rasulü (s.a.s.)’e iman eden ümmet, imanın asla vazgeçilmezi olan Allah ve Rasulü’ne tam teslimiyet ile itaati gündeme getirmiş, iman ve itaat bir arada olunca, birlik ve beraberlik, yani vahdet oluşmuştur...
Katıksız bir imanla inandığımız Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ’nın emri, kendisine iman eden muvahhid mü’min kullarının birlik ve beraberliğidir...
“Allah’a ve Rasulü’ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir.”7 diye buyurur Rabbimiz Allah!..
Allah’a ve Rasulü’ne katıksız iman edenler, aynı şekilde itaat etmekle mükelleftirler... İtaat gündeme gelince herhangi bir itiraz ve çekişme kalmaz, Allah ve Rasulü (s.a.s.), bir işte hüküm verince hemen teslim olunur... Samimi bir imanın gereği budur...
İşte Rabbimiz Allah’ın buyruğu: “Allah ve Rasulü, bir işe hükmettiği zaman, mü’min bir erkek ve mü’min bir kadın için o işte kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Kim Allah’a ve Rasulü’ne isyan ederse, artık gerçekten o, apaçık bir sapıklıkla sapmıştır.”8
Katıksız iman edilen Allah ve Rasulü’nün hükmü gündeme gelince, erkek olsun, kadın olsun hiçbir mü’min Müslümanın kendi kanaatini, arzusunu ve bencesini, sencesini gündeme getirmeden teslim olup itaat ederek gereği ne ise onu yapması imanî bir kulluk vazifesidir... Yüz yılı aşkın bir zamandan beridir, topraklarının parça parça edilip işgal edildiği gibi, kalpleri de parçalanıp işgal edilen ümmetin her ferdi, önce kalplerinin vahdetini gerçekleştirmeli, sonra parçalanmış topraklarındaki yapay sınırları kaldırıp ümmetin vahdetini sağlamalıdır... Bu hayrın, iyiliğin ve güzelliğin gerçekleşmesi için de, kendisinden başka kanun koyucu hak ilâh olmayan Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ’nın emrinin noksansız yerine gelmesi gerekir!..
Şöyle buyurur Allah Teâlâ:
“Ey iman edenler, Allah’a itaat edin, Rasul’e itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de (itaat edin). Eğer bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, artık onu Allah’a ve Rasulü’ne döndürün. Şayet Allah’a ve âhiret gününe iman ediyorsanız. Bu, hayırlı ve sonuç bakımından daha güzeldir.”9
Bu ayet-i kerime ile bütün imkânlar kullanılarak amel edildiği takdirde, İslâm düşmanları tarafından parçalanmış olan ümmet, yeniden bir araya gelir ve böylece yeryüzünde yakın çevreden en uzağa kadar birlik ve beraberlik kurulur, yani ümmetin vahdeti sağlam bir şekilde oluşur...
Erkek olsun, kadın olsun şirksiz bir iman ile inandıktan sonra, yani “ey iman edenler!” hitabına muhatap olduktan sonra Allah’a ve Rasulü (s.a.s.)’e itaat etmekle mükelleftir... Bu, onun üzerine farz bir kulluk görevidir... Bu demektir ki o kul, Allah’ın Kitabı Kur’ân-ı Kerim’e ve Rasulullah (s.a.s.)’in Sünneti’ne tâbi olup itaat edecek, akîdesiyle, ameliyle tam teslim olmuş bir şekilde imkânların el verdiği ölçüde hayatı düzenleyecek... Şirksiz bir iman ve salih bir amel ile kulluk vazifesini devam ettirirken, mutlaka birlik ve beraberliklerini sağlayacak ve aralarından kendileri gibi muvahhid mü’minleri derecelerine göre “emir sahipleri”, yani Kur’ân ve Sünnet ile kendilerini yönetecek âdil yöneticiler seçecek, onlar Allah’a ve Rasulü’ne itaat ettikçe, onlara itaat edeceklerdir... Seçilen imam, Allah’a ve Rasulü’ne itaat ettiği için mü’min Müslümanlar, ona itaat ederler!..
“Sizden olan emir sahipleri”nin kimler olduğu konusunda Ebu Hüreyre (r.a.):
- Bu kimselerin, emirler ile onların atadıkları diğer sorumlular olduğunu, söyler.
İmam Ali b. Ebî Talib (r.a.) da şöyle der:
- İmamın sorumluluğu, Allah’ın indirdiği ile hükmetmek ve emanetin gereğini yerine getirmektir. O, bunu yaptığı takdirde tebaanın sorumluluğu onu dinlemeleri ve ona itaat etmeleri olur.10
“Sizden olan emir sahiblerine de itaat edin” emr-i İlâhîsi, var olan ya da var olması imkân dahilinde olan için gündeme gelmiştir... Olmayan, olmayacak ve olamayacak bir şey için emir verilmez...
Rabbimiz Allah şöyle buyurur:
“Allah, size kolaylık diler, zorluk dilemez.”11
“Allah, size güçlük çıkarmak istemez.”12
“O (Allah), sizleri seçmiş ve din konusunda size bir güçlük yüklememiştir.”13
“Hiç kimseye güç yetireceğinden fazlasını yüklemeyiz.”14
“Allah, hiç bir nefse ona verdiğinden başkasıyla yükümlülük koymaz.”15
Rabbimiz Allah Teâlâ:
“Ey iman edenler, Allah’a itaat edin, Rasul’e itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de (itaat edin)” emrini verdiğine göre, itaat edileceklere itaati farz kılıp itaat edeceklere de itaat edecek güç, kuvvet ve imkânı vermiş ki, bunu emir buyurmuştur... Allah’a ve Rasul (s.a.s.)’e itaat malum... Emir sahipleri, yani ümmeti, ya bütün olarak ya da ümmetten bir bölüm olarak yönetecek olanların önce varlıkları şarttır... Olmayan bir makam sahibine de itaat edin emrinin durumu belli... Demek ki önce, o makam ve o makamın sahibi ya da sahipleri var olacak, kendilerinde gerekli özellikler ve şartlar bulunduğu hâlde ortada olacak ki, onlara itaat edilmesi emir buyrulsun!..
Mü’min Müslümanlar, bulundukları beldelerde birlik ve beraberliklerini, yani ümmet vahdetini gereği olan şartları oluşturarak gerçekleştirecekler ki, ihtiyaç duyulan “sizden olan emir sahipleri” gündeme gelsin, makama geçsin, Allah’ın indirdikleriyle âdil bir şekilde hükmetsin, Allah’a ve Rasulü’ne itaat ettiği için ona itaat edilsin... Bu makamı ve makam sahibi olan âdil imamı gündeme getirmek, hangi beldede olursa olsunlar, o beldedeki Müslümanlar için ânın vâcibidir... Müslümanlar, İslâm ölçüsünde şartların oluşmasıyla bu vazifelerini hakkıyla yerine getirmekle yükümlüdürler...
Abdullah b. Amr (r.a.) rivayet eder.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur: “Dünyanın ücra bir köşesinde bile olsa, üç kişinin içlerinden birini kendilerine emir tayin etmeden yaşamaları helâl olmaz.”16
Yegâne hayat nizâmı ve Allah katında hak din İslâm, nerede olursa olsun, kendisini din olarak kabul edip inanan ve ona göre hayatı düzenleyen mü’min Müslümanların birlik ve beraberlik içinde olmalarını ister... Bu isteği fıtrî olup gerçekleştiği takdirde, dünya ve âhiret saadeti gerçekleşir...
İşgal edilen İslâm topraklarında esaret hayatı yaşamaya mahkum edilen Müslümanlar, egemen kılınan bâtıl dinleri, yani ideolojileri her yönüyle reddedip Allah’ın dini İslâm’a tam sarıldıkları ve kardeş olup velâyet hakkına riâyet ettikleri zaman, ümmet vahdetini sağlarlar... Maddî ve manevî güç ve imkânlarını bir araya getirdikleri vakit, Allah’ın izni ve yardımıyla birçok olmazı olur hâle getirir, imkânsız görüneni imkân dairesine sokar, nice güç olanı kolaylaştırır, böylece kurtuluş yolu açılır, esaretten hürriyete kapı aralanarak başarı elde edilir...
Bu zaferin elde edilebilmesi için:
“Allah’ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp ısındırdı ve siz, O’nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini böyle açıklar.”17
“İbn Abbas (r.anhuma), buradaki mânanın, “Allah’ın dinine sarılın” şeklinde olduğunu belirtir.
İbn Mes’ud (r.a.), bununla “Cemaat”in kasdedildiğini söyler ve şöyle der:
- Cemaate sarılın, zira o, Allah’ın kendisine tutulmasını emrettiği ipidir. Cemaatte ve itaatte var olup da hoşlanmadığınız şey, ayrılıkta var olup da hoşlandığınız şeyden hayırlıdır.
Mücahid ve Atâ, Allah’ın ipinden kastın, Allah’ın ahdi (O’nun emirleri ve yüklediği sorumluluklar) olduğunu söyler.
Katâde ve Süddî ise bunun, Kur’ân olduğunu belirtirler.
İbn Mes’ud (r.a.)’dan, Nebî (s.a.s.)’in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
“Kuşku yok ki şu Kur’ân, Allah’ın ipidir. O, aydınlatan nûrdur, şifâdır. Ona sarılan için bir korunma, ona tâbi olanlar için bir kurtuluştur.”18
Mukatil b. Hayyan, Allah’ın ipinden kasdın, O’na itaat olduğunu söyler.”19
Ebu Hüreyre (r.a.)’dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur: “Şüphesiz Allah, sizin için üç şeye razı olur ve sizin için üç şeyi yapmanızdan da hoşlanmaz.
Sizin kendisine ibadet etmenize,
O’na hiçbir şeyi ortak koşmamanıza,
Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılıp dağılmamanıza razı olur.
Sizin dedi-kodu yapmanızdan,
Çokça soru sormanızdan,
Malı, boşu boşuna kaybetmenizden de hoşlanmaz.”20
İmam Muhyiddin en-Nevevî (rh.a.), “el-Minhâc” adlı Sahih-i Müslim Şerhinde şunları kaydeder:
“İlim adamları der ki: Yüce Allah için hoşnutluk, gazap etme ve hoşgörmemek ile kastedilen, O’nun, emri, nehyi (yasaklaması), sevabı ve gazabıdır. Ya da bazı kulları için sevap olanı, bazıları için de cezâyı murad etmesidir.
Allah’ın ipine sımsıkı sarılmak ise, Allah’ın ahdine sıkı sıkı yapışmaktır. O da, O’nun Aziz Kitabına uymak, sınırlarına riâyet etmek, onun edebi ile edeplenmektir. İp, ahid, antlaşma, eman, bağlantı kurma ve sebep anlamlarında kullanılır.
Bunun asıl anlamı ise, Arapların ipi, bu gibi hususlar hakkında kullanmalarıdır. Çünkü onlar, zorlu ve sıkıntılı hâllerinde ipe sımsıkı sarılırlar ve ip ile ayrılmış olanı birbirine bağlarlar. Bundan dolayı ip, bu hususlar hakkında istiâre yolu ile kullanılmıştır.
Rasulullah (s.a.s.)’in: “Ayrılmayın” buyruğu, Müslüman cemaat ile birlikte kalmayı ve onların birbirleri ile kaynaşmasını emretmektedir. Bu ise, İslâm’ın temel dayanaklarından biridir. Şunu bilelim ki, Allah’ın razı olduğu üç husustan birisi, kendisine ibadet etmeleri, ikincisi, O’na hiçbir şeyi ortak koşmamaları, üçüncüsü ise Allah’ın ipine sımsıkı sarılıp dağılmamalarıdır.”21
Yegâne Rabbimiz Allah azze ve celle’nin:
“Allah’ın ipine sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın.” buyruğunu, emrolundukları gibi dosdoğru davranıp gerçekleştirenlerden Allah, razı olur ve kendilerini sever... Allah Teâlâ, sevdiklerini dünyada da, âhirette de kurtuluşa erdirir, mutlu eder ve huzurlu kılar... Bunlar, yaratılmışların en hayırlıları olup, Allah’ın kendilerinden razı olduğu ve kendilerinin de Allah’tan razı olan kulların makamında bulunduğu, ebedî kalıcı olmak üzere cennet ehlindendirler...22
Rabbimiz Allah’ın, kendi ipine sımsıkı sarılmaları emir buyurduğu kulların özellikleri nedir? sorusunun cevabı, bu emrin buyrulduğu ayet-i kerimeden bir önceki ayette beyân edilmiştir...
Şöyle buyurur Allah Teâlâ: “Ey iman edenler, Allah’tan nasıl korkup sakınmak gerekiyorsa, öylece korkup sakının ve siz, ancak Müslüman olmaktan başka (bir din ve tutum üzerinde) ölmeyin.”23
Kendisinden başka kanun koyucu hak ilâh olmayan Allah Teâlâ, kendisine katıksız iman eden mü’min Müslüman kullarına sesleniyor ki, Allah azze ve celle’nin hitabına muhatap olan inanmış kullar ancak O’nun emrini yerine getirir ve itaat edişlerinde kusur işlememeye gayret ederler...
Demek ki, her şeyden önce katıksız iman!..
Sonra imanın gereği olan Rasulullah (s.a.s.)’in Sünneti üzere salih amel, yani takva!..
Ondan sonra da hayatı boyunca tam teslimiyet!.. Bu teslimiyet ile yaşayıp ölmek... Müslüman yaşayıp Müslüman ölmek!..
“İnsan, nasıl yaşarsa öyle ölür, nasıl ölürse, öyle dirilir!”
İşte iman, takva ve teslimiyeti bir arada hayata hakim kılan muvahhid mü’minler, Allah’ın emrini yerine getirir, kardeşlik ahkâmına riâyet eder, birbirlerine velî oldukları inancı ve şuuruyla vahdeti sağlar, bu hayırlı hâlde “Allah’ın ipine sımsıkı sarılır, dağılıp ayrılmazlar...”
Allah’ı Rab, İslâm’ı din, Kur’ân’ı düstûr ve Rasulullah (s.a.s.)’i önder kabul edip iman ederek teslimiyeti gerçekleştirenler, ümmetin vahdetini sağlayabilirler...
Âlemlerin Rabbi Allah’ı Rab, Melik ve İlâh kabul edip iman edenler, yalnız O’nun indirdikleriyle amel eder, O’nun dışında kim olursa olsun kanun koyucuları reddeder, O’nun hükümleriyle hükmetmeyen egemenleri asla kabul etmezler...
Allah’ın, mü’min Müslüman kulları için seçip razı olduğu İslâm’a razı olur, hayat nizâmı olarak benimser, İslâm dışı bütün beşerî ideolojileri reddedip, birer din hâline getirilen bu düzenleri: “Sizin dininiz size, benim dinim bana”24 deyip asla değişmeyen kesin bir karar ile kısmen de olsa kabul etmediğini ve edemeyeceğini ilân eder!..
Hayat Kitabı Kur’ân-ı Kerim’den başka hiçbir düstûr kabul etmez ve yegâne hayat önderi olarak Rasulullah Muhammed (s.a.s.)’e iman edip, hayatın her sahasında örnek edinip itaat ederek tâbi olur...
İşte, Allah’ın ipine sımsıkı sarılacak ancak bunlardır... Bu muvahhid mü’minler, ümmetin birlik ve beraberliğini sağlar, bu vahdetten asla ayrılmaz ve dağılmayı gündeme getirmezler...
Önderimiz Rasulullah (s.a.s.), birbirlerinin kardeşleri ve velîleri olan ümmetinin muvahhid mü’min Müslümanlarına nasihatleri!..
1- Enes b. Mâlik (r.a.) rivayet eder.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur: “Hiçbiriniz kendiniz için arzu ettiğini kardeşiniz için arzu etmedikçe (kemâliyle) iman etmiş olmaz.”25
Bedreddin el-Aynî (rh.a.), “Umdetu’l-Kârî” adı Sahih-i Buhârî Şerhinde şunları nakleder:
“Kadı İyaz şöyle demiştir:
- Hz. Peygamber (s.a.s.)’in: ‘Kendisi için sevdiğini (arzu ettiğini, Müslüman) kardeşi için de sevmedikçe’ sözünden kastedilen, kendisinde bulunan ibadet ve mubah türünden olan şeylerin Müslüman kardeşinde bulunmasını arzulamasıdır. Bu sözün zahiri eşitliği, hakikati ise diğerinden üstün olmayı gerektirir. Zira herkes insanların en iyisi olmak ister, kardeşi için kendisinde bulunan şeyin benzerini arzuladığında, üstün kılınan kişiler arasına girmiş olur. Aynı şekilde insan, kendi hakkını ve başına gelen haksızlığı paylaşmak ister. Kardeşinin başına bir haksızlık ya da hak geldiğinde hemen onu paylaşmak ister.
Bu mâna Fudayl b. İyâz’dan nakledilmiştir. Kendisi, Süfyân b. Uyeyne’ye şöyle demiştir:
- Bütün insanların senin gibi olmasını istersen, kerem sahibi Allah’a karşı samimiyetin gereğini yerine getirmemiş olursun. Onların senden düşük olmasını arzu ettiğinde nasıl Allah’a karşı samimi olacaksın?
Ben (Bedreddin el-Aynî) derim ki: Sevgi, sözlükte kalbin kendisinde olgunluk tasavvur ettiği şeye meyletmesidir. Öyle ki kendisini ona yaklaştıran şeye yönelir.”26
2- Abdullah b. Ömer (r.anhuma)’dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur: “Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Müslüman, Müslümana zulmetmez. Müslüman, Müslümanı (tehlike ve musibette) terk de etmez. Her kim Müslüman kardeşinin hacetinde bulunursa, Allah da onun hacetini yerine getirir. Her kim bir Müslümandan bir keder (bir darlık) giderip onu ferahlatırsa, Allah da onun, kıyamet gününde kederlerinden bir kederi giderip ferahlatır. Her kim bir Müslümanı (dünyadaki ayıbından) örterse, Allah da onu, kıyamet gününde örter.”27
3- Ebu Hüreyre (r.a.) rivayet eder.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur: “Birbirinize hasedlik çekmeyin! Müşteri kızıştırmayın. Birbirinize buğz etmeyin! Birbirinize sırt çevirmeyin!
Kardeş olun ey Allah’ın kulları!
Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu yardımsız bırakmaz, onu tahkir etmez.”
(Üç defa kalbine işaret ederek)
“Takva şuradadır. Kişiye kötülük namına Müslüman kardeşini tahkir etmesi kâfidir. Müslümanın her şeyi, kanı, canı, malı ve ırzı Müslümana haramdır.”28
Yegâne önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’in bu beyânları ümmetin vahdetinin gerçekleştirilmesi üzerlerine ânın vâcibi olan erkek olsun, kadın olsun her mü’min Müslümanın ahlâkî yapısıdır... Katıksız iman etmiş olanlar, önderleri Rasulullah (s.a.s.)’in bu emir niteliğindeki tavsiyelerine uyacak olurlarsa –ki uymaları, onların kulluk vazifesidir, ötelenmez ve ertelenmez- aralarındaki iman ve kardeşlik bağları çok daha sağlamlaşır, kalpler uzlaşır, ihtilaflar en aza inip yok olur, muhabbet artar, hürmet çoğalır, birbirlerinin kıymetini bilir, takdir ederler... Böylece, Allah’ın izni ve yardımıyla büyük bir arzuyla arzulanan ümmetin vahdeti, noksansız bir şekilde meydana gelir... Zaman içinde gündeme gelecek olan ihtilafları, Allah ve Rasulü’ne havale edip çözümü için beyân edilen hükme, imandan kaynaklanan teslimiyet ile razı olunur ve ihtilaflar giderilip uyum sağlanır... İşte o zaman aziz İslâm Milleti’nin birlik ve beraberliği oluşur, sağlamlaşıp perçinlenir!..
Bir vücûdun organları29 ve parçaları birbirine bağlanıp sağlamlaşan bir bina gibi olan mü’min Müslümanlar30, gerçek bir vahdet gündeme gelmedikçe, içine düştükleri bu esaret ve zilletten kurtulamayacaklarının şuuruna ermelidir...
İslâm düşmanları olan kitaplı ve kitapsız gayr-i müslimler ile onların yerli uşakları tarafından parçalanan, İslâm toprakları üzerinde kurdurulan gayr-i İslâmî devletçiklerin esaretinde yaşamaya çalışan Müslümanların, tekrar izzetli bir hayata kavuşmaları, birbirlerinin kardeşleri ve birbirlerinin velîleri olduklarını idrak ederek, emrolundukları vahdeti sağlamakla mümkündür... Bütün nefsânî isteklerden arınıp yalnız Allah rızasına yönelerek, İslâmî ölçüye riâyet ederek bir araya gelecek mü’min Müslümanlar “Tevhid cephesi”ni oluşturup şirk cephesine karşı cihad sancağını yükselttikleri vakit, zafere ulaşacak, asırlık esaret ve zilletten kurtulacak, özgür ve bağımsız olacaklardır...
Her muvahhid mü’min şahsiyet, bu mukaddes vazifeyi kuşanmalı ve sabırla vahdete doğru yürümeli, diğer mü’min kardeşleriyle gönül gönüle, kol kola kenetlenmelidir...
“Ey iman edenler, sabırla ve namazla yardım dileyin. Gerçekten Allah, sabredenlerle beraberdir.”31
- Enbiya, 21/92. Mü’minun, 23/52.
- Rabbimiz Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Göklerin ve yerin yaratılması ile dillerinizin ve renklerinizin ayrı olması, O’nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, âlimler için gerçekten ayetler vardır.” Rum, 30/22.
- Ayet-i kerimede şöyle buyurur Allah Teâlâ:
“Mü’minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını bulup düzeltin ve Allah’dan korkup sakının, umulur ki esirgenirsiniz.” Hucurat, 49/10.
- Allah azze ve celle, hayat Kitabımız Kur’ân’da şöyle buyuruyor:
“Mü’min erkekler, mü’min kadınlar birbirlerinin velîleridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah’a ve Rasulü’ne itaat ederler. İşte Allah’ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz, Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.” Tevbe, 9/71.
- Bkz. Bakara, 2/143. Âl-i İmrân, 3/110.
- Şöyle buyurdu Rabbimiz Allah Teâlâ:
“Andolsun, Biz Rasullerimizi apaçık belgelerle gönderdik ve insanlar adâleti ayakta tutsunlar diye, onlarla birlikte Kitabı ve mizanı indirdik. Ve kendisinde çetin bir sertlik ve insanlar için (çeşitli) yararlar bulunan demiri de indirdik. Öyle ki Allah, kendisine ve Rasullerine gayb ile (görmedikleri hâlde) kimlerin yardım edeceğini bilsin (ortaya çıkarsın). Şübhesiz Allah, büyük kuvvet sahibidir, üstün olandır.” Hadid, 57/ 25.
- Enfal, 8/46.
- Ahzab, 33/36.
- Nisa, 4/59.
- Ebu Muhammed Muhyissünne el-Huseyn b. Mes’ud b. Muhammed el-Ferrâ el-Beğavî, Beğavî Tefsiri- Meâlimu’t-Tenzîl, çev. Nurgül Özdemir- Ayşegül Özdemir, İst.2018, c.2, sh.237.
- Bakara, 2/185.
- Mâide, 5/6.
- Hacc, 22/78.
- Mü’minun, 23/62.
- Talak, 65/7.
- İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, çev. Hüseyin Yıldız, vdğ.İst.2014, c.11, sh.89, Hds.15589, c.12, sh.366, Hds.17739.
Nûreddin el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, çev. Mahmut Bilici- Yaşar Güngör, İst.2015, c.6, sh.503, Hds.6362. Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebîr’den.
- Âl-i İmrân, 3/103.
- Sünen-i Tirmizî, Kitabu Fedâilu’l-Kur’ân, B.14, Hds.3069.
Sünen-i Dârimî, Kitabu Fedâilu’l-Kur’ân, B.1, Hds.3334.
Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek Ale’s-Sahihayn, çev. M. Beşir Eryarsoy, İst.2013, c.3, sh.519, Hds.2084.
- el-Beğavî, Beğavî Tefsiri, c.2, sh.8.
- Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Akdiye, B.5, Hds.10.
İmam Buhârî, el-Edebü’l-Müfred, B.207, Hds.442.
- İmam Muhyiddin en-Nevevî, Sahih-i Müslim Şerhi- el-Minhac, çev. M. Beşir Eryarsoy, İst.2013, c.8, sh.100.
- Bkz. Beyyine, 98/7-8.
- Âl-i İmrân, 3/102.
- Kâfirun, 109/6.
- Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-İman, B.6, Hds.6.
Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İman, B.17, Hds.71-72.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu Sıfatu’l-Kıyame, B.22, Hds.2634.
Sünen-i Nesâî, Kitabu’l-İman, B.19, Hds.4983.
Sünen-i İbn Mace, Mukaddime, B.9, sh.66.
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.1, sh.228, Hds.243-244.
- Bedreddin el-Aynî, Muhtasar Umdetu’l-Kârî- Sahih-i Buhârî Şerhi, çev. Yaşar Güngör- Faruk Uslu, İst.2019, c.1, sh.234.
- Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Mezâlim ve’l-Gasb, B.3, Hds.3.
Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Birri ve’s-Sılâ, B.15, Hds.58.
Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Edeb, B.38-39, Hds.4893.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Hudud, B.3, Hds.1450.
Sünen-i İbn Mace, Mukaddime, B.17, Hds.225.
Beyhakî, Şuabu’l-İman, çev. Hüseyin Yıldız, vdğ.İst.2015, c.7, sh.306, Hds.7208.
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.15, sh.536, Hds.22493.
Kuzâî, Şihâbu’l-Ahbâr Tecümesi, çev. Prof. Dr. Ali Yardım, İst.1999, sh.59, Hds.117. sh.108, Hds.330.
- Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Birri ve’s-Sılâ, B.10, Hds.32.
Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Edeb, B.57, Hds.94.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Birri ve’s-Sılâ, B.18, Hds.1992.
Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Edeb, B.35, Hds.4882.
Sünen-i İbn Mace, Kitabü’z-Zühd, B.23, Hds.4213.
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.11, sh.65, Hds.15521-15523.
İmam Ebu Muhammed Abdulhamid b. Humeyd b. Nasr el-Kissî, el-Müntehab- Abd b. Humeyd Müsnedi, çev. Serdar Ünal, Konya, 2015, sh.680, Hds.1442.
- Nu’man b. Beşîr (r.a.)’ın rivayetiyle şöyle buyurur Rasulullah (s.a.s.):
“Bütün mü’minleri birbirine merhamette, lûtufta, mahabbette ve yardımlaşma hususlarında sanki bir vücûdun misali görürsün!
O vücûdun bir organı hastalanınca, vücûdun diğer kısımları birbirini hasta organın elemine –uykusuzlukla hararete- ortak olmaya çağırır.”
Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Edeb, B.27, Hds.41.
Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Birri ve’s-Sılâ, B.17, Hds.66.
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.15, sh.537-540, Hds.22496-22504.
Beyhakî, Şuabu’l-İman, c.7, sh.303-304, Hds.7202-7204.
- Ebu Musa (r.a.)’dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“Mü’minin mü’mine dayanışması, parçaları birbirine bağlayıp kuvvetlendiren bina gibidir!”
Ve (bu dayanışmayı göstermek için) parmaklarını birbirine geçirdi.
Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Mezâlim, B.6, Hds.7.
Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Birri ve’s-Sılâ, B.17, Hds.65.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Birri ve’s-Sılâ, B.18, Hds.1993.
Sünen-i Nesâî, Kitabu’z-Zekat, B.67, Hds.2550.
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.15, sh.541, Hds.22506-22507.
- Bakara, 2/153.