“Güneşe ve onun parıltısına andolsun.
Onu izlediği zaman aya.
Onu (güneş) parıldattığı zaman gündüze.
Onu sarıp örttüğü zaman geceye.
Göğe ve onu bina edene.
Yere ve onu yayıp döşeyene.
Nefse ve ona bir düzen içinde biçim verene.
Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilhâm edene (andolsun).
Onu, arındırıp temizleyen, gerçekten felâh bulmuştur.
Ve onu, (isyanla, günahla, bozulmalarla) örtüp saran da elbette yıkıma uğratmıştır.”1
Böyle buyurdu, Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ!.. Yaratmak, yalnız O’na aid ve yaratma konusunda hiçbir ortağı olmadığı gibi, emretmede, yani yasamada hiçbir ortağı yoktur... Kulları üzerinde yalnızca O, yetkilidir... Yalnız ve yalnız O, kanun koyucudur... Ancak O, emir buyurur ve nehyeder, yani haram ve helâl/yasak ve serbest etmek ortaksız olarak O’na aiddir... Yaratmak konusunda hiçbir ortağı olmadığı gibi, yasama konusunda da hiçbir ortağı yoktur... Yerde de İlâh O’dur, göklerde de İlâh O’dur... Yeryüzünde yasama konusunda O’nun gibi olmaya kalkışanlar, Nemrutlardır, Firavunlardır ve Ebu Cehillerdir...
Rabbimiz Allah Teâlâ’nın: “Nefse ve ona bir düzen içinde biçim verene” ayet-i kerimesini tefsir eden İmam Ebu Mansûr el- Mâturîdî (rh.a.), “Te’vîlâtü’l-Kur’ân” adlı meşhur tefsirinde şunları kaydeder:
“Dediler ki: Nefsin tasviye edilmesi, insanların iki elli, iki ayaklı, iki gözlü vb. yaratılmasıdır. Eğer yorum böyle ise o takdirde bu anlamdaki tasviye insan türünün istisnasız her bireyi için değil, geneli için söz konusudur. Manâsı şöyle olur: Genel olarak insanları sözü edildiği şekilde iki elli, iki ayaklı....... yarattı. Böyle bir kullanım dilde mümkündür. Bu, şu İlâhî beyânlarda belirtildiği gibi olur:
“Sabahı aydınlatan O’dur. Ve O, geceyi dinlenme zamanı, güneşi ve ayı birer hesab ölçüsü kılmıştır. İşte bu Azîz ve Alîm Allah’ın takdiridir.”2
“Gündüzü de çalışıp kazanmak için fırsat kıldı.”3
Bu örneklerde belirtilen geceyi dinlenme ve karar kılma zamanı ve gündüzü de geçimi temin için çalışma zamanı kılması, tüm insanlar için değil, geneli içindir.
Denildi ki: Tasviyeden maksad, organların tam olmasıdır. Eğer organlar da noksan olursa, o zaman insan noksan olur.
Bu yorum, birincisinden daha geneldir.
Şöyle bir yorum da muhtemeldir: İhtiyaçları neyi gerektiriyorsa, onları karşılayacak şekilde yarattı. Diğer hayvanlar gibi değil de geçimini kazanabilmek için dönüp dolaşmak, çâreler aramak gibi özellikte yarattı.
Bir başka izah da mümkündür: Sevvâhâ demek, külfet ve sıkıntıya tahammül edebilecek şekilde donattı, demektir. Şu İlâhî beyânda belirtildiği gibi: “Musa yetişip olgunlaşınca, O’na hikmet ve ilim verdik. İşte güzel davrananları, Biz böyle ödüllendiririz.”4
Bu hâliyle artık insan, güzel ve çirkini ayırt edebilecek, işlerin akıbetinin hayır mı, şer mi olacağını öngörebilecek kıvamda olmuştur.”5
Mûcahid (rh.a.): “Nefse ve ona bir düzen içinde biçim verene” ayetini açıklarken şöyle demiştir: “Kişiyi, tastamam bir şekilde yaratan ve kendisinde noksan bir şeyi bırakmayandır.”6
Yegâne Rabbimiz ve İlâhımız Allah Teâlâ:
“Biz ona, iki yol-iki amaç gösterdik”7 buyurarak, insan kullarına, hakkı da, bâtılı da beyân edip hakka sarılmayı ve bâtıldan kaçınmayı emretmiştir...
İnsanı yaratan Allah Teâlâ, bu iki yoldan biri olan fücûru ve kötülüğünü izah edip kullarına yasaklamış, ondan nasıl sakınacaklarının yolunu göstererek kendilerine takvayı emredip öylece davranmalarını ilhâm etmiştir...
Meşhur müfessir ulemadan Elmalılı M. Hamdi Yazır (rh.a.), “Hak Dini Kur’ân Dili” adlı eserinde bu konuda şunları söyler:
“Kuşku yok ki yüce Allah her nefse, bir iyilik, kötülük, kâr ve zarar duygusu vermiştir. Bunun birisi sonuç itibarıyla o nefis hakkında tehlike, birisi de kazanç ve başarıdır. Onun için insan zarardan kaçınır, kâra atılır. Bu toplu manâ ile ilhâm, yaratılıştan her nefiste genellikle cereyan eder. Şu kadar ki insan, sonuç itibarıyla hangi şeyin iyi, hangi şeyin kötü olduğunu her hususta aklıyla her zaman bilemez. Özellikle kişi, ömrünün yeterli olmayacağı derecede uzun tecrübelere bağlı olan şeyleri bir nakil ve duyurma olmadıkça hiç bilemez. Bunlar ilhâm olabilir, kudsî nefislere vahiy ile veya asırlarca süren tecrübelerle bildirilir.”8
Şeyhu’l-İslâm Ebu’s-Suûd Efendi (rh.a.), “İrşâdu’l-Akli’s-Selim” adlı tefsirinde şöyle der:
“Allah, nefse güzellikleri, çirkinlikleri, bunların yollarını ilhâm ve tarif etmiş ve ikisinden de istediğini seçme imkânını da vermiştir.
Nefsini kötülükten arındıran kişi, her arzusuna ermiş ve her fenalıktan da kurtulmuştur.”9
İbn Abbas (r.anhuma), Azîz ve Celîl Allah’ın:
“Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilhâm edene” buyruğu hakkında:
- Günahkârlığı da, takvayı da ondan ayrılmaz olarak var eden (ona öğreten), demiştir.10
Ebu Hüreyre (r.a.) anlatır:
Rasulullah (s.a.s.):
“Sonra ona fücurunu ve ondan sakınmayı ilhâm edene.” (ayetini okur ve:)
“Allah’ım, nefsime takvasını ver ve onu temizle ki, Sen onu temizleyenlerin en hayırlısısın. Sen, onun velîsi ve mevlâsısın.” diye duâ ederdi.11
Katıksız iman ve salih amel, yani şirk ve küfrün her türlüsünden arınmış, yegâne önderimiz Rasulullah (s.a.s.)’in Sünneti üzere yaşamaya gayret ederek nefsini her çeşit kötülükten temizlemiş muvahhid mü’min şahsiyetlerden oluşmuş İslâm toplumu, kadın olsun, erkek olsun birbirlerine iman kardeşleri olarak velâyet hukukuna dikkat eden ve birbirlerinin yardımcıları olup toplumsal dayanışmayı gerçekleştirenlerin huzur toplumudur!..
Maddî ve manevî yönleriyle birbirine destek olup toplumsal dayanışmayı sağlayan mü’min müslümanlar, bir vücudun organları gibi oldukları için, darlıkta ve bollukta, neşeli ânlarında ve hüzünlü vakitlerinde birlikte hareket ederler... Dertlerini paylaşır, yaralarını sarar ve imkânlarını harcarlar... Nimeti paylaşırlar, nimet bereketlenip çoğalır... Külfeti paylaşırlar, külfet dağılıp azalır... “Yaratan Rablerinin adıyla başlayan” eğitim sisteminde iman, ilim, irfân, salih amel ve güzel ahlâkla eğitilip olgunlaştıkları gibi, toplumsal olarak birbirlerini eğitir, iyilikleri yayar, kötülükleri önlemeye çaba harcarlar...
Ebu Said (r.a.)’ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Sizden kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Buna gücü yetmiyorsa, onu diliyle değiştirsin. Buna da gücü yetmezse, o zaman onu kalbiyle değiştirsin (kin güdüp reddetsin). Bu da imanın en zayıfıdır.”12
Kays (rh.a.) anlatıyor:
Ebu Bekr (r.a.), Allah’a hamd ve senâ ettikten sonra şunları söyledi:
- Ey insanlar, şüphesiz siz şu: “Ey iman edenler, üzerinizdeki (yükümlülük) kendi nefislerinizdir. Siz doğru yola erişirseniz, sapan size zarar vermez.” (Mâide, 5/105) ayetini (okuyor ve) yanlış anlıyorsunuz.
Biz, Rasulullah (s.a.s.)’i şöyle buyururken işittik: “Şüphesiz insanlar zulmü (kötü bir şeyi) gördükleri zaman, güçleri yettiği hâlde ona mani olmazlarsa, Allah’ın azabının hepsi üzerine inmesi pek yakındır.”13
Kötülüklere ve işleyenlere yer yoktur İslâm toplumunda... İslâm toplumu, devlet yöneticilerinin Allah’ın indirdikleriyle yönettikleri ve yönetimlerinde âdil oldukları bir faziletliler toplumudur... Ümmetin bütünü, üzerlerinde ânın vâcibi olan “İyiliği emretmek ve kötülükten alıkoymak” vazifelerini hakkıyla yapmaya gayret ederler... Bu, onların insanlar için çıkarılan bir ümmet oluşlarının vazgeçilmez ötelenmez ve olmazsa olmaz bir özelliğidir...14 Bütün ümmetin üzerine vâcib olan bu görevi, kendi içlerinde seçip yetkili kıldıkları bir kurum tarafından da gerçekleştirirler...15
Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ’nın indirdiği hükümlerin, hayat örneğimiz Rasulullah (s.a.s.)’in uygulamasıyla hayata hakim kılındığı, halktan devlete, ekonomiden yargıya, eğitimden sosyal hayata kadar ülkenin her yerinde geçerliliği sağlandığı toplum: İSLÂM TOPLUMU!..
Her hak sahibinin hakkının, yerinde ve zamanında yapıldığı, hiç kimsenin kimseye zulmetmesine asla razı olunmadığı ve müsaade edilmediği âdil İslâm toplumunda, haklar ve emanetler ehline teslim edilir... Kim olursa olsun hak sahibi olan hakkına razı olup hakketmediğine talip olmaz, başkasının hakkına göz dikemez, sahtekârlıklarla, hilelerle diğerini sömüremez!..
Abdullah b. Amr ibni’l-Âs (r.a.) anlatıyor:
Rasulullah (s.a.s.), bana:
“Ya Abdellah, senin gündüzleyin oruç tutar ve geceleyin de namaz kılar olduğun bana haber verilmedi mi?” buyurdu.
Ben de:
- Evet, ya Rasulallah, öyledir, dedim.
Rasulullah: “Öyle yapma! Bâzı günler oruç tut, bâzı günler oruç tutma. Gecenin bir kısmında namaz kıl, bir kısmında yat uyu. Çünkü muhakkak senin üzerinde şu bedenin için bir hak vardır. Muhakkak senin üzerinde gözlerin için bir hak vardır. Muhakkak senin üzerinde eşin için bir hak vardır. Muhakkak senin üzerinde ziyaretçilerin için de bir hak vardır.
Muhakkak (bütün bu hakları edâ etmekle beraber) her ay üç gün oruç tutman sana kâfidir. Çünkü sana her bir haseneye mukâbil on misli sevap muhakkak olduğuna göre, her ayın üç gün orucu, bütün sene orucu demektir.” buyurdu.16
Hak sahibinin hakkını, hak ettiği şekilde veren mü’min müslümanlar, birbirleriyle toplumsal dayanışma içinde olurlar... Onlar, maddî ve mânevî imkânlarını diğerleriyle âdil bir şekilde paylaşan izzet sahibi şahsiyetlerdir...
Ayet-i kerimede şöyle buyrulur: “Allah’ın sana verdiğiyle âhiret yurdunu ara, dünyadan da kendi payını (nâsibini) unutma. Allah’ın sana ihsân ettiği gibi, sen de ihsânda bulun.”17
Yegâne Rabbimiz ve İlâhımız Allah Teâlâ’nın kullarına ihsân buyurduğu helâl rızıklardan kifâyet derecede faydalanan muvahhid mü’minler, bu nimetleri diğer mü’min kardeşleriyle emrolundukları ölçüde paylaşımı gündeme getirir, yardım, destek ve sadaka olarak gerçekleştirir, iş ihtiyacı olanlara iş sahalarını açar, her ferdin imkânı çerçevesinde, çalışmalarını, birbirlerine yük olmamalarını sağlarlar!..
Enes b. Mâlik (r.a.) anlatır:
Ensar’dan bir erkek (bir gün), Rasulullah (s.a.s.)’e gelerek dilencilik etti. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s.), ona:
“Evinde bir şeyin var (mı)?” diye sordu.
Adam:
- Hayır (bir şeyim yok. Yalnız) bir çul var. Bir parçasını giyiyoruz ve bir kısmını da altımıza seriyoruz. Bir de su içtiğimiz bir adet bardak vardır, dedi.
Rasulullah:
“O çul ile bardağı bana getir.” buyurdu.
Adam da gidip getirdi.
Rasulullah, bunları mübarek eline aldı. Sonra:
“Kim bunları satın almak ister?” buyurdu.
Bunun üzerine bir adam:
- Ben, ikisini bir dirheme alırım, dedi.
Rasulullah (s.a.s.) iki veya üç defa:
“Kim bir dirhem üzerine arttırma yapar?” buyurdu.
Bir başka adam:
- Bunları iki dirheme alırım, dedi.
Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s.), bunları (çul ve bardağı) bu adama verdi ve iki dirhemi aldı. Sonra bu parayı, Ensarî kişiye teslim ederek:
“Bundan bir dirhem ile yemek satın al da aile ferdlerine yetiştir. Diğer dirhem ile de bir keser (balta) satın alıp bana getir.” buyurdu.
Ensarî, (buyrulan işi) yaptı. Rasulullah (s.a.s.), (Ensarî’nin getirdiği) keseri (baltayı) alıp mübarek eliyle bana bir sap taktı ve Ensarî’ye:
“Git odun topla! On beş güne kadar seni görmeyeceğim (görmeyeyim).” buyurdu.
Adam, artık odun toplayıp satmaya başladı. (On beş gün sonra) on dirhem biriktirmiş olarak geldi.
Rasulullah (s.a.s.) ona:
“(Biriktirdiğin) paranın bir kısmı ile yiyecek, bir kısmı ile de giyecek al.” buyurdu.
Daha sonra şunu buyurdu:
“Bu (çalışarak geçimini sağlaman), senin için kıyamet gününde, yüzünde dilencilik noktası (çirkin iz) bulunduğu hâlde gelmenden (haşrolunmandan) hayırlıdır.
Dilencilik, şüphesiz ancak şu üç kişi için olabilir: Şiddetli fakirlik çeken, çok ve ağır borç altında bulunan ve can yakıcı kan diyetini ödemeyi yüklenen.”18
Ebu Hüreyre (r.a.) anlatır:
İki kişi, Rasulullah (s.a.s.)’e gelerek ondan dilendiler. Bunun üzerine Rasulullah, onlara:
“Şu ağaçlık bölgeye gidip odun toplayın. Daha sonra da onları satın!” buyurdu.
Bunun üzerine bu iki adam, gidip odun toplayıp bu odunları sattıktan sonra parasıyla yiyecek aldılar. Daha sonra tekrar odun toplayıp satınca, bu defa da kendilerine elbise, daha sonra da iki eşek aldılar.
Sonra şöyle dediler:
-Yüce Allah, Rasulullah’ın tavsiye ettiği işte bizlere bereket ihsân eyledi.19
Adâlet, barış ve huzur toplumu olan İslâm toplumunda asalak yaşamak olmadığı gibi, ihtiyaç sahibi olmayan ve hakketmeyen kişilerin sadaka almasının helâl olmadığını, hayat önderimiz Rasulullah (s.a.s.) söylüyor...
Ebu Hüreyre (r.a.) rivayet eder.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur:
“Ne varlıklı kişi için, ne de kuvvetli ve sağlam kişi için sadaka helâl değildir.”20
Rasulullah (s.a.s.)’in buyurmasına “işittik ve itaat ettik”...21
Allah’ın indirdiği hükümlerle, Rasulullah (s.a.s.)’in uygulamasıyla hükmeden âdil İslâm Devleti’nin yönettiği İslâm toplumunda toplumsal dayanışmaya bütün mü’min müslümanlar imkânları nisbetince katkıda bulunurlar... Özellikle, Allah’ın kendilerine servet verdikleri kişiler, bu servetin tamamının Allah’a aid olduğuna ve kendilerinin bir emanetçi durumunda bulunduğuna ve malın gerçek sahibinin emirleri gereği davranmakla vazifelendirdiklerine katıksız iman edip salih amel hâline getirirler... Allah’ın emrettiği ve önder Rasulullah (s.a.s.)’in gösterdiği şekilde helâl yollardan kazandıkları servetlerinden zekat, infâk ve sadaka vermek, iman ehlinin kulluk görevidir... Bu görevi, malın gerçek sahibi Allah’ın kendisine verdiğinin emanetçisi olarak, asla israf etmeden nasıl harcanması emredilmiş ise öylece yerine getirir...
Rabbimiz Allah azze ve celle şöyle buyurur:
“Allah’a ve Rasulüne iman edin. Size kendilerinde halifeler kılıp harcama yetkisi verdiği şeylerden infâk edin. Artık sizden kim iman edip infâk ederse, onlara büyük bir ecir vardır.”22
“Allah’ın size verdiği malından onlara verin.”23
Muvahhid mü’min kul, Rabbi Allah’ın kendisine verdiği maldan yiyip bitirdiği, giyip eskittiği, infâk ve sadaka edip kendisinden önce âhirete gönderdiğinden başkası yoktur...24 Bu şuurda ve bu inançta olan mü’min müslümanlar, Allah Teâlâ’nın verdiği nimetleri mü’min kardeşleriyle paylaşıp çokça sevab kazanmayı arzular ve salih amel hâline getirirler...
“Hayır olarak her ne infâk ederseniz, kendiniz içindir. Zaten siz ancak Allah’ın hoşnutluğu istemekten başka (bir gaye ile) infâk ederseniz –haksızlığa (zulme) uğratılmaksızın- size noksansızca ödenecektir.”25
“Allah yolunda her ne infâk ederseniz, size noksansız olarak ödenir ve siz haksızlığa uğratılmazsınız.”26 buyuran Rabbimiz Allah Teâlâ, nisâb miktarı helâl mala sahip olup gerekli şartlar müsait olduğu takdirde zengin kullarının üzerine zekat vermeyi farz kılmıştır... Zekat, İslâm toplumunda maddî dayanışmayı en iyi sağlayan bir ibadettir...
Rabbimiz Allah Teâlâ:“Onların mallarından sadaka (zekat) al, bununla onları temizlemiş, arındırmış olursun.”27 buyurur.
İbn Abbas (r.a.) anlatıyor:
Rasulullah (s.a.s.), Muaz b. Cebel’i Yemen’e gönderdiği sırada O’na hitaben şöyle buyurdu:
“(..........) Kendilerine, Allah’ın onlara bir sadaka (zekat) farz kıldığını, bunun, onların zenginlerinden alınıp fakirlerine verileceğini haber ver.”28
İmam Ömer en-Nesefî (rh.a.)’in “Akâid Metni”nde, “Müslümanlar için bir imama (İslâm Devleti’ni yönetecek siyasî lidere) mutlak sûrette ihtiyaç vardır.” hakikatını beyandan sonra, İmamın vazifeleri arasında, “sadakaların (zekatın) toplanması”nın olduğunu kaydeder...29
Allah’ın indirdiği hükümlerle yönetilen İslâm Ülkesi, yani Daru’l-İslâm’da, Müslümanların zenginlerinden alıp fakirlerine verilen zekatlar, İslâm Devleti’nin tayin ettiği zekat memurları tarafından toplanır ve gerekli yerlere dağıtılır... İşgal altındaki İslâm topraklarında İslâm Devleti olmadığından ve çağdaş zalim tağutların şirk düzenlerinin egemen oluşlarından, zekatları toplamak, “İslâm Cemaati”ne düşmektedir... Çağın süper zalim tağutları ve onların yerli uşakları tarafından işgal edilip İslâm’ın yasaklanarak, şirk ve küfür yasalarının egemen kılındığı mazlum İslâm beldelerindeki esaret altında yaşayan Müslümanlar, mutlaka bir araya gelip “İslâm Cemaati”ni oluşturmalıdırlar... Böyle davranmaları, onların üzerindeki ânın vacibidir...30
Âdil İslâm toplumunda, mü’min müslümanlar, İslâm kardeşleri ve birbirlerinin velîleri oluşlarından dolayı, toplumsal dayanışmayı zirvede gündeme getirirler. Merhamet, hürmet ve muhabbette olması gereken seviyede ve ölçüde gerçekleştirirler... Komşu haklarına, işçi haklarına, ana-baba haklarına, yöneten ve yönetilen haklarına, hatta hayvan ve bitki haklarına çok dikkat eder, hakları yerinde öder ve haklara tecavüz edilmekte birbirlerini sakındırırlar... İhtiyaç sahiplerinin ihtiyaçları, meşru ölçüler çerçevesinde giderilir, harcamalar israfa düşmeyecek şekilde yapılır, israf edene ve cimriye yer verilmez!..
“Âlemlere rahmet olarak gönderilen” yegâne önderimiz ve hayat örneğimiz Rasulullah (s.a.s.) uyarıyor!..
Ebu Hüreyre (r.a.) rivayet eder.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur: “Ey Allah’ın kulları, kardeşler olun!
Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu yardımsız bırakmaz, onu küçümsemez –üç defa göğsüne işaret ederek- takva buradadır. Bir kimseye Müslüman kardeşini küçük görmesi, kötülük olarak ona yeter. Müslümanın her şeyi Müslümana haramdır. Kanı, malı ve ırzı.”31
Ebu Hüreyre (r.a.)’dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“Bir kimse, bir mü’minden dünya sıkıntılarından bir sıkıntı giderirse, Allah ondan âhiret sıkıntılarından bir sıkıntı giderir.
Bir kimse, başı sıkılana kolaylık gösterirse, Allah ona dünya ve âhirette kolaylık verir.
Ve bir kimse, bir Müslümanı(n günahını) örtbas ederse, Allah da onu dünya ve âhirette örtbas eder.
Kul, din kardeşinin yardımında oldukça, Allah da kulun yardımındadır.”32
Bu hadisin şerhinde şöyle denmiştir:
“Kul, din kardeşine yardım ettikçe, Allah da o kula yardım eder. Bu suretle kazanmaya gayret gösterdiği bir şeyi kolayca elde ediverir. Vakıâ, her işte Allah kulunun muînidir (yardım edenidir), fakat bu avn ü inâyet, din kardeşine yardım edene daha fazladır. Binâenaleyh Müslümana gereken, din kardeşini kendinden ileri tutmaktır. Zira Allah’ın kemâl-i inâyetlerine nâil olmanın yolu budur.”33
Mü’min müslümanlar, dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar, ister İslâm nizâmının bütün kurum ve kuruluşlarıyla egemen olduğu “Daru’l-İslâm”da olsunlar, isterse zalim tağutların işgal ettiği ve şirk kanunlarının egemen olduğu, ayrıca İslâm’ın hükümlerinin yasaklandığı “Daru’l-Harb”de olsunlar kendi aralarında yardımlaşmayı ve dayanışmayı bütün imkânlarınca gündeme getirir, meşru çerçevede gerçekleştirirler... Bu davranış, katıksız imanlarının bir gereği olup kardeşlik ahkâmının hakkıyla yerine getirilmesidir!..
Her zamanda ve her mekânda!..
- Şems, 91/1-10.
- En’âm, 6/96.
- Nebe’, 78/11.
- Kasas, 28/14.
- Ebu Mansûr el-Mâturîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân Tercümesi, çev. Prof. Dr. Mehmet Erdoğan-Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, İst. 2019, c. 17, sh. 242.
- Celâleddin es-Suyutî, ed-Dürrü’l-Mensûr fi’t-Tefsir bi’l-Me’sûr, çev. Hüseyin Yıldız, İst. 2012, c. 15, sh. 440. Firyabî, Abd b. Humeyd, İbnu’l-Munzîr ve İbn Ebî Hâtim’den.
- Beled, 90/10.
- Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, İst. 1997, c. 9, sh. 93. (Yenda Yayınları)
Sadeleştirilmiş nüsha, c. 9, sh. 242. (Azim Yayınları)
- Şeyhulislâm Ebussuûd Efendi, Ebussuûd Tefsiri, çev. Ali Akın, İst. 2007, c. 12, sh. 5806.
- Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek Ale’s-Sahihayn, çev. M. Beşir Eryarsoy, İst. 2013, c. 5, sh. 692, Hbr. 3994.
Celâleddin es-Suyutî, ed-Dürrü’l-Mensûr, c. 15, sh. 438.
- İbn Ebî Asım, Kitabu’s-Sünne, çev. Ayetullah İslâm Genç, İst. T.y. sh. 116, Hds. 328-329.
Nûreddin el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, çev. Adem Yerinde, İst. 2015, c. 12, sh. 103, Hds. 11495. Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebîr’den.
- Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İman, B. 20, Hds. 78.
Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Melâhim, B. 17, Hds. 4340.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Fiten, B. 10, Hds. 2263.
Sünen-i İbn Mace, Kitabu’l-Fiten, B. 20, Hds. 4013.
Sünen-i Nesâî, Kitabu’l-İman, B. 17, Hds. 4975-4976.
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, çev. Hüseyin Yıldız, vdğ. İst. 2014, c. 16, sh. 210, Hds. 23340.
İbn Hibbân, Sahih-el-İhsân fi Takribi Sahih-i İbn Hİbbân, çev. Hüseyin Yıldız, vdğ. İst. 2022, c. 1, sh. 357, Hds. 306.
- Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Melâhim, B. 17, Hds. 4338.
Sünen-i İbn Mace, Kitabu’l-Fiten, B. 20, Hds. 4005.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Fiten, B. 8, Hds. 2257.
Kitabu Tefsiru’l-Kur’ân, B. 6, Hds. 3249.
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 16, sh. 217, Hds. 23352.
İbn Hibbân, Sahih, c. 1, sh. 355, Hds. 304-305.
İmam Nesâî, es-Sünenü’l-Kübrâ, çev. Zekeriya Yıldız, İst. 2011, c. 10, sh. 164, Hds. 11092.
- Bkz. Âl-i İmrân, 3/110.
- Bkz. Âl-i imrân, 3/104.
- Sahih-i Buhârî, Kitabu’s-Savm, B. 54, Hds. 83.
Sahih-i Müslim, Kitabu’s-Siyâm, B. 35, Hds. 182-193.
Sünen-i Nesâî, Kitabu’s-Siyâm, B. 76, Hds. 2384.
- Kasas, 28/77.
- Sünen-i İbn Mace, Kitabu’t-Ticare, B. 25, Hds. 2198.
Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’z-Zekat, B. 9, Hds. 1641.
- Nûreddin el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, çev. Mahmut Bilici, İst. 2015, c. 5, sh. 112, Hds. 4512. Bezzâr, Müsned’den.
- Sünen-i İbn Mace, Kitabu’z-Zekat, B. 26, Hds. 1839.
Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’z-Zekat, B. 24,Hds. 1634.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu’z-Zekat, B. 23, Hds. 647.
Sünen-i Nesâî, Kitabu’z-Zekat, B. 90, Hds. 2586.
Sünen-i Dârimî, Kitabu’z-Zekat, B. 15, Hds. 1646.
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 7, sh. 139, Hds. 9392-9393.
- Rabbimiz Allah Teâlâ şöyle buyurdu:
“Aralarında hükmetmesi için, Allah’a ve Rasulüne çağrıldıkları zaman mü’min olanların sözü: ‘İşittik ve itaat ettik’ demeleridir. İşte felaha kavuşanlar bunlardır.” Nur, 24/51.
- Hadid, 57/7.
- Nur, 24/33.
- Bkz. Sahih-i Müslim, Kitabü’z-Zühd, Hds. 3-4.
Sünen-i Tirmizî, Kitabü’z-Zühd, B. 22, Hds. 2445.
Sünen-i Nesâî, Kitabu’l-Vesâyâ, B. 1, Hds. 3595.
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 16, sh. 598, Hds. 24213.
- Bakara, 2/272.
- Enfal, 8/60.
- Tevbe, 9/103.
- Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Mağâzî, B. 62, Hds. 345.
Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İman, B. 7, Hds. 29.
Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’z-Zekat, B. 5, Hds. 1584.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu’z-Zekat, B. 6, Hds. 621.
Sünen-i İbn Öace, Kitabu’z-Zekat, B. 1, Hds. 1783.
Sünen-i Nesâî, Kitabu’z-Zekat, B. 1, Hds. 2428.
- Taftazânî, Kelâm İlmi ve İslâm Akâidi-Şerhu’l-Akâid, çev. Süleyman Uludağ, İst. 1991, sh. 326-327. (Arabça metni ile beraber, 3. Baskı)
- Bkz. İbn Âbidin, Reddü’l-Muhtâr Ale’d-Dürrü’l-Muhtâr, çev. Mehmet Savaş, İst. T.y, c. 12, sh. 145.
- Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Birri ve’s-Sılâ, B. 10, Hds. 32.
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 15, sh. 531-535, Hds. 22483-22491.
- Sahih-i Müslim, Kitabu’z-Zikr, B. 11, Hds. 38.
Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Edeb, B. 60, Hds. 4946.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Birri ve’s-Sılâ, B. 19, Hds. 1995.
Sünen-i İbn Mace, Mukaddime, b. 17, Hds. 225.
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 15, sh. 527, Hds. 22474-22482.
- Ahmed Davudoğlu, Bülûğü’l-Merâm Tercüme ve Şerhi-Selâmet Yolları, İst. T.y, c. 4, sh. 356.