
Zamanı ve mekanı aşan bir örneklik olması bakımından Ashab-Kehf kıssası, Müslümanların karşı karşıya kaldığı meydan okumalara nasıl mukabele edeceklerine dair hikmetli bir model teşkil ediyor. Bundan dolayı kıssaları ve ayrıntılarını halis bir niyetle derin bir okumaya tabi tutmak, biz Müslümanlar için ânın vacibidir desek yanlış olmaz. Bu yazıda, geçen ay başladığımız tefekkür mesaisine devam edeceğiz ve kıssadaki ayrıntılara dair hikmetleri kavramaya çalışacağız.
ALLAH’IN BÜYÜK NİMETİ
“(İçlerinden biri şöyle dedi:) Madem ki onlardan ve Allah'tan başkasına tapmakta olduklarından yüz çevirip ayrıldınız, o halde mağaraya çekilin ki, Rabbiniz size rahmetini yaysın ve içinde bulunduğunuz durumda yararlanacağınız şeyler hazırlasın." (Kehf, 16)
Müslüman gençlerin hem canları hem de imanları tehlike altındaydı. İman ve ahlaklarından taviz verselerdi belki konforlu bir hayat sürebilirlerdi ya da en azından hayatlarına kastedilmeyecekti. Mevcut şartları, konjonktürü böyle bir tavizin ve tahrifin bahanesi yapabilirlerdi. Zaten belli bir davanın bayraktarlığını yapan mücadelelerde ve toplumsal hareketlerde dejenerasyon da böyle başlar. Tehditler karşısında tavizler verilir, bu taviz müesses bir tavra dönüşür. Bu tavır doğal olarak düşünce ve inançları da değiştirir. Dava eri olarak yola çıkanlar realiteye adapte olur, konfor alanları inşa eder, makamlar ve kazanımlar tahkim edilir ve en nihayetinde dava unutulur.
Ama onlar iman ve ahlaktan taviz vermedikleri için hayatlarını tehlikeye attılar. Dolayısıyla geri çekilmek zorundalardı ve geri çekildiler. Onlar, imanın gereği olarak zorlu şartları göze alıp Allah’a güvendiler. Mağaraya çekilirken, Allah’ın onlara rahmetiyle muamele edeceğini, nimet vereceğini bilerek, yalnızca Allah’a güvenerek bu yolu seçtiler. Şüphesiz bu eylem gerçekten Allah’ın yardımıyla basiret kazanmış bilgece bir tevekkül ve teslimiyet örneğiydi. Söz konusu İslam’ın zaruriyyâtı ise, Müslüman realiteye meydan okuyabilendir.
“(Orada olsaydın) güneş doğduğunda onun; mağaralarının sağ tarafına kaydığını, batarken de onlara dokunmadan sol tarafa gittiğini görürdün. Kendileri ise mağaranın geniş bir yerinde idiler. Bu, Allah'ın mucizelerindendir. Allah kime hidayet ederse işte o, doğru yolu bulandır. Kimi de şaşırtırsa, artık ona doğru yolu gösterecek bir dost bulamazsın.” (Kehf, 17)
Bir önceki ayette işaret edilen nimetin ne olduğunu anlıyoruz bu ayetle beraber. O nimet, bu gençlerin fitne ortamında iman edebilme basireti göstermeleriyle başlıyor, geri çekilebilme iradesi ile devam ediyor, mağaradaki yüzyıllar süren mucizevi halleriyle de taçlanıyor.
Mağaranın pozisyonu, bazı alimlerimizin belirttiği gibi kapsının kuzeye bakıyor olmasıyla güneşin rahatsız etmeyeceği şekilde konumlanmış1. Allah Teala’nın bilemediğimiz başka bir mucizesi de buna vesile olmuş olabilir. Onların uzun süre huzur ve sükunla uyur kalabilmeleri, hem Allah’ın nimetiyle sebepler dairesi zemininde hem de Allah Teala’nın olağanüstü bir müdahalesiyle gerçekleşmiş olabilir. Allah’ın mucizesini, yardımını ve bereketini alabilmek için, sebepleri gözetebilmek ve ona göre tavır alabilmek de Allah’ın yardımına dahildir ve tevekkülün bir parçasıdır.
Allah’ın hidayet etmesi, hem bu dünyayı hem öteki dünyayı içine alan bir inayettir. Bu dünyada gerek dini gerek dünyevi olarak yapılması gereken en iyi neyse onu feraset ile görebilmek, bu vesileyle ahireti kaybetmeden dünyada mücadele etmek… Bazen bu kıssada olduğu gibi, en asgari şartlar bile Allah’ın inayetiyle insan için dört başı mamur bir “mucizeye” dönüşür. Bu hidayetten yoksun kalmak, hayatı yalnızca dünya içine hapsolmuş kısır bir döngüye, bereketsiz bir çöle dönüştürür. Hiç kimse o karanlık çölden insanı çekip çıkaramaz, “doğru yolu gösteren bir dost” olamaz.
“Uykuda oldukları halde sen onları uyanık sanırsın. Biz onları sağa sola çeviriyorduk. Köpekleri de mağaranın girişinde iki kolunu uzatmış (yatmakta idi.) Onları görseydin, mutlaka onlardan yüz çevirip kaçardın ve gördüklerin yüzünden için korku ile dolardı. “ (Kehf, 18)
Uyuyor oldukları halde uyanık zannedilmelerinin sebebi olarak, gözleri açık bir şekilde uyuyor olmaları ya da sağa ve sola dönüyor olmalarından bahsedilebilir2. Bazı rivayetlere göre sağa ve sola dönmeleri sayesinde bedenlerinin yara olması ve elbiselerinin çürümesi de engellenmiş oluyordu3. Anladığımız kadarıyla Allah Teala bu muvahhid gençleri çevreden gelebilecek tehlikelere karşı koruyacak bazı koşulları oluşturmuştu. Misalen onlara, görenleri ürkütecek bir “heybet” verilmişti4. Bu heybet ya da korkutucu imaj sayesinde, insanlar gördüklerinde onlara yaklaşmaya çekinirlerdi. Bu art niyetlileri caydıran görüntü kaldıkları yer olan mağaradan dolayı da olabilir5. Zira onların hikayesini bilmeyen biri için mağarada uyuyan insanlar tekinsiz gözükebilir, hırsız veya eşkıya da zannedilebilir. Köpeğin mağara girişinin eşiğine uzanması da koruyucu sebeplerden biri olarak düşünülebilir.
Bütün bu çıkarımların neticesinde önemli bir hakikat tebarüz ediyor: Bu kıssada adım adım gerçekleşen her olay, tarih boyunca unutulmayacak bir mucizenin gerçekleşmesi için nakış nakış işlenmiş. Bu mucizeyi inşa eden bazı ayrıntılar olağan akış içerisinde ve sebepler dairesinde gerçekleşirken bazıları da Rabbimizin kudretinin göstergesi olarak mucizevi müdahalelerle vuku bulmuş.
İNANÇ ve AMELDE AYRILIŞ
“Böylece biz, birbirlerine sorsunlar diye onları uyandırdık. İçlerinden biri: "Ne kadar kaldınız?” dedi. (Bir kısmı) "Bir gün, ya da bir günden az", dediler. (Diğerleri de) şöyle dediler: "Ne kadar kaldığınızı Rabbiniz daha iyi bilir. Şimdi siz birinizi şu gümüş para ile kente gönderin de baksın; (şehir halkından) hangisinin yiyeceği daha temiz ve lezzetli ise ondan size bir rızık getirsin. Ayrıca, çok nazik davransın (da dikkat çekmesin) ve sizi hiçbir kimseye sakın sezdirmesin." (Kehf, 19)
Kendi aralarında yaptıkları konuşma, yaşanan olayın anlamına dair önemli ayrıntılar içeriyor. Öncelikle bir gün ya da belki ondan daha az kaldıklarını düşünmeleri, uzun yıllar uyusalar da ne kadar rahat ve mucizevi bir geçiş yaşadıklarının göstergesi. Öte taraftan içlerinden biri “Ne kadar kaldığınızı Allah bilir” diyerek, belki bazı alametleri de yorumlayarak, aslında o sürenin uzun olabileceğine dair bir ipucu da veriyor. Bu konuşma – Allah en doğrusunu bilir – belki de olağanüstü bir olay yaşamış olabileceklerine dair muvahhid gençlerin yavaş yavaş bir sezgiye kapıldığını gösteriyor.
İçlerinden birini şehre yiyecek almaya gönderirken “gümüş para” ayrıntısının verilmesi de ince bir nüans. Zira kıssa ile alakalı pek çok rivayette gençlerin yüzyıllar önce yaşamış ve dağa çekilmiş olan muvahhidler olduğunun anlaşılmasında ellerindeki gümüş paranın o yıllara ait olmasının önemli payı var.6
Bir başka güzel ayrıntı da alınacak yiyeceklerin temizliğine dikkat etmeleri ve bunun da ayette hassaten belirtilmesidir. Bu “fıkhi” hassasiyet, imanî ayrışmanın amel ve temizlik anlayışında da farklılığı beraberinde getirdiğini gösteriyor. İnanç ve pratik bütünlüğünün evrensel bir hakikat olduğunu bu ayrıntı üzerinden tekrar hatırlayabiliriz. Zira Ashab-ı Kehf’in mağaraya çekilmelerindeki temel maksat bu bütünlüğün bozulmamasıdır.
Dikkat çekeceğimiz son nükte ise, şehre gidecek olan kişiye yapılan “nazik davran, dikkat çekme” tavsiyesi. Ayette kullanılan “ve’l-yetelattef” ifadesi “gizlilik ve sır ile hareket etsin” anlamı da taşır7. Hem nazik ve kibar olacak hem de kimsenin dikkatini çekmeyecekti. Bu tavsiyenin neden yapıldığı bir sonraki ayette ortaya çıkıyor:
İHTİYAT ve TEDBİR NE İÇİN?
"Çünkü onlar sizi ele geçirirlerse ya taşlayarak öldürürler, yahut kendi dinlerine döndürürler. O zaman da bir daha asla kurtuluşa eremezsiniz." (Kehf, 20)
Bu ayette gençlerin mağaraya çekilme sebepleri, bütün bu olayların en başı yeniden hatırlanıyor. Dikkatli davranması, ince hareket etmesi, tedbirli olması gerekiyor şehre inen Müslümanın, çünkü ölüm tehlikesi var. Hem kendisi hem diğer Müslümanların açığa çıkma tehlikesi var. Yüzyıllar geçtiğinin, ortamın ve düzenin değiştiğinin farkında olmayan müminler doğal olarak ihtiyatlı davranmak gerektiğini düşünüyorlar.
Gençleri bekleyen bir diğer tehlike ise “dinlerinden döndürülmeleri”. Eğer Allah’ın dinini bırakıp başka bir din tercih ederlerse sonsuza kadar kurtuluşa eremezler şüphesiz. Buradaki inceliğe biraz daha dikkat etmemiz gerekiyor. Normalde “ikrah” altında olanlar küfre girmiş gibi gözükseler de, ikrah geçtikten sonra tekrar imanlarını izhar ederlerse bir mesuliyetleri olmuyor. Fakat burada korkulan anlık bir ikrah altındaki gizlenme değil, hayatı küfür üzere devam ettirirken eski şirk dininin içinde kaybolmak. Burada korkulan dinden dönme ve imandan küfre geçiş, zamanla kalbi değiştiren, küfrü kalpte kalıcı hale getiren bir süreç olarak algılanmalı. Bu bağlamda gençlerin mağaraya çekilişini sadece hayatlarını korumak olarak değil, aynı zamanda tevhid ve ahlakı koruyan bir “hicret” gibi de isimlendirebiliriz.
Nitekim bu durum günümüz için de geçerlidir. Eğer gerekli tecrid ve tedbir olmazsa, Müslümanlar geri durmaları gereken yerlerde geri durmazsa, bazı kazanımlar ya da imkanlar için gayri İslamî davranış ve yöntemler uzun süreli alışkanlıklar haline gelirse, ayette belirtilen ve Ashab-ı Kehf’in korktuğu o durum gerçekleşir.
İNANÇ ve HAYAT TARZI
İnsan, inandığı gibi yaşamayınca, yaşadığı gibi inanır ve bu olgu, ezbere bir klişe değil, insanoğluna dair biteviye müşahade ettiğimiz en derin hakikatlerden biridir. Dinin sadece bir düşünceler ve fikirler mecmuası değil, aynı zamanda amel ve ibadet dini olması, sadece kitabın değil bir yaşam tarzı olan sünnetin de en önemli bilgi kaynağı olması ve peygamber gibi yaşamanın emredilmesinin sebeb-i hikmeti de bu. Hayat tarzı haline gelmeyen, yaşamın kılcal damarlarına sirayet etmeyen, akıl ve bedeni aynı anda kuşatmayan bir dinin “felah” getirmesi mümkün değildir.
Zikrettiğimiz bu hakikat, bu kıssa ile anlatılmak istenen en temel hususu karşımıza çıkarıyor. Müslüman gerektiğinde yani canı tehdit edildiğinde ya da tevhid ve ahlak/sünnet eksenli hayatı tehlikeye girdiğinde mağaraya çekilir. Buradaki mağara illa lafzî algılanmamalı ve somut bir mağara düşünülmemeli.
Müslüman, eğer yaşadığı ortama galebe çalan kültür onu gayri ahlaki ve gayri İslami bir yaşama zorluyorsa o kültürden kendini tecrid etmeli aynı zamanda onunla mücadele etmeli. Küfrün, haramın hem kültür olarak hem de düşünsel bir paradigma olarak hakim olduğu, kendini pek çok gösteri ve medya vasıtaları ile tahkim ettiği bir ortamda, Müslüman hakikatli ve ahlaklı kalabilmeli.
Bu insanlardan soyutlanmayı gerektirmez her zaman. Hakikatin “sağından” ve “solundan” çekiştirildiği, dedikodudan ve lafügüzaftan ibaret bir kültürün içinde Müslüman, kendi gerçek “tevhid” gündemini inşa etmeli. Pek tabi ki bu gündemi inşa etmek sahte ve sanal gerçekliklerle de mücadele ile olacaktır. İşte bu gerçek gündem ve bu gündemin yaşatıldı zamanlar ve mekanlar, Müslümanın kendisi gibi hakikatli kardeşleriyle sığındığı mağarasıdır.
Gerek kıssaya dair hikmet arayışımız gerekse mağara metaforunun pratiğine dair tefekkürümüz devam edecek inşallah…
Dipnotlar:
- İbn Kesir, “Hadislerle Kur’an-ı Kerîm Tefsîri”, Çev. Bekir Karlığa, Bedreddin Çetiner. Çağrı Yayınları, 2005. s.4968
- Fahruddin Er-Razî, “Tefsîr-i Kebîr: Mefâtîhu’l-Gayb”, Çev. Beşir Eryarsoy. Akçağ Yayınları, 1993. c.15 s.139
- İbn Kesir, “Hadislerle Kur’an-ı Kerîm Tefsîri”, Çev. Bekir Karlığa, Bedreddin Çetiner. Çağrı Yayınları, 2005. s.4969
- “Celaleyn Tefsiri”, Çev. Ali Rıza Kaşeli. Sağlam Yayınarı, 2020. c.2 s.234
- Kadı Beydavi, “Beydavi Tefsiri”, Çev. Abdulvehhab Öztürk. Kahraman Yayınları, 2011. c. 2 s.291
- İbn Kesir, “Hadislerle Kur’an-ı Kerîm Tefsîri”, Çev. Bekir Karlığa, Bedreddin Çetiner. Çağrı Yayınları, 2005. s. 4961
- Fahruddin Er-Razî, “Tefsîr-i Kebîr: Mefâtîhu’l-Gayb”, Çev. Beşir Eryarsoy. Akçağ Yayınları, 1993. c.15 s.144