15 Ocak 2025 - Çarşamba

Şu anda buradasınız: / Bayramsa Bayramımız Mübarek Olsun…
Bayramsa Bayramımız Mübarek Olsun…

Bayramsa Bayramımız Mübarek Olsun… ZÜBEYDE NALBANT

İslam dini, ilk insan ilk peygamber Hz Âdem ile başlar, kıyamete kadar da devam eder. İslam o kadar kutsal, geniş ve kapsamlı bir dindir ki, her şeyi içine alır. Herkese huzur ve sukut içerisinde yaşamasını öğretir.

Ali İmran Suresi 102-103.ayetinde de şöyle buyurulmaktadır. “Allah’ın ipine toplu toplu sımsıkı sarılın da parça parça, bölük- bölük, fırka-fırka olmayın.” Bu ayeti kerimede bizlerin Müslümanlar olarak ölmemizi ve bunun yanında toplu bir halde ve Allah’ın kastetmiş olduğu ipi olan İslâm’a, Kur’ân’a sımsıkı bir şekilde sarılmamızı emrediyor.

Bu delillere dayanarak “Müslümanlar olarak kırıcı değil yapıcı, bölücü değil birleştirici, parçalayıcı değil toparlayıcı ve İslam’ın etrafında kafa, kol, bacak tek vücud olarak toplanıp kendilerini sağ sola kaptırmamalıdır. Çünkü insan oğlu şerefli bir mahlûktur. Halifetullah yani (Allah’ın halifesidir). Allah Teala biz insan oğlunu meleklerden daha üstün varlık olarak yaratarak tutup yeryüzüne halife olarak gönderdi. Allah’ın muhatap aldığı her halife görevinin gereğini yerine getirmesi  gerekmektedir.

“Allah’a davet eden, güzel amel işleyen ve bende Müslümanlardanım diyen kişiden daha güzel kim vardır.” (Fussilet, 33)

Ayeti kerimeden anlaşılan, “Müslümanın ilk önce Allah’a davet etmesi, sonra halisane bir amel ve daha sonra ben de Müslümanlardanım diyerek, Kürt, Türk, acem, Laz, Çerkez ayrım yapmadan, tereddüt etmeden komşuda yanan yangına yardım etmek için yardıma koşan ve elini taşın altına koyan kişi olması gerekir.”

İnsanları İslam’a çağırırken veya yardıma koşarken şu fırkadanım, veya şu tarikattanım demiyor. Ya ne diyor?  “Ancak bende Müslümanlardanım” diyor ve davete başlıyor, eğer Peygamber fırkasına dahil olmak istiyorsak, İslam’ın çerçevesi içine dahil olmak zorundayız. Bir ay gerisine baktığımızda Türkiye de yağmur yağmadı, kar yağmadı, barajlarda su azaldı diye yağmur yağması için dua ederken, deprem oldu. Bu defada yağmur yağmasın enkaz altındaki insanlar üşümesin, telef olmasın diye dua etmeye başladık, Allah şahit ki onlar orada üşüdüler, bizler Müslümanlar olarak sıcak evlerimizde, sıcak yatağımızda üşüdük! Ve kardeşler birbirimize soruyoruz ben çok üşüyorum denildiğinde onlarda bizde üşüyoruz dediler, dertlenmek bu olsa gerek ki çoğu kardeşler bizde üşüyoruz dediler!

Numan ibni Beşir radıyallahu anhüma’dan rivayet edildiğine göre, Rasullulah sallalahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Müminler birbirlerini sevmekte, birbirlerine acımakta ve birbirlerini korumakta bir vücuda benzerler. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.” (Buhari, “Edeb”, 27; Müslim, “Birr”, 66)

Ömrü yetenler mübarek Ramazanı, Kadir Gecesi’ni, ve bayramı görecekler, ömrü yetmeyenler ise bayramı göremeyecekler, bu yazıyı kaleme alırken bende görebilecek miyim Allah bilir, ama görenler için ise çok eksiklikler, yaşanmışlıklar, hatıralar akla gelecek ve bir varmış bir yokmuş diye belki de yıllarca söylenecek. Unutmak ne mümkün! Anne, baba, eş, evlat, akraba çok buruk bir bayram olacak, işte o yüzden diyoruz bayramsa bayramınız mübarek olsun. Nerede, nasıl ömür biter bilinmez, çünkü Allah’tan geldik yine Allah’a döneceğiz.

Allah (c c) ayetinde şöyle buyuruyor. “Allah eceli gelince hiç kimsenin ölümünü ertelemez. Allah yapıp ettiklerimizden tamamen haberdardır. (Münafikun, 11)

Her canlı ölümü tadacaktır, hepimizin bileti kesilmiş sadece gideceğimiz zamanı bekliyoruz. Ölüm listesi değişmez, doğduğumuz gün belli, öleceğimiz gün belli, hatta ne zaman öleceğimiz doğduğumuz günden bellidir. ‘O yüzden hayatı fazla ciddiye almamak gerekir. Nasıl ki enkazların altında hatıra kalsın diye fotoğraflar aranıyorsa, yaşayanlarında bir gün her şey fotoğraflarda kalacak. Bilinmelidir ki hayat Allah’ın rızasından, cennetten başka bir şeyin peşinden koşmak için çok kısadır. Yeter ki yüce Rabbimiz imtihanlarımızı imanımızdan büyük eylemesin.

“Karıncanın sırtına kendi ağırlığının on mislini verip onu kuvvetlendiren Allah (c.c), biz kullarının sırtına da kaldıramayacağı bir yükü verip te kederlendirmez. Mutlaka her yokuşun bir inişi vardır. Her güçlükle beraberde bir kolaylığın olduğu gibi, imtihanların yükü ağır geldiğinde, her şey bitti dediğimiz zaman Allah bir kapı açmadı mı? Yükümüzün ağırlığını üzerimizde almadı mı? Allah’tan ne istedik de vermedi ki: Elbette yaşanıldığı sürece hayat devam edecek, bayramlarda olacak, gidenlerin yerine başkaları gelecek. Unutulmayacak ama yaşanılacak biz inananlara düşen gücümüz yettiği kadar tedbir almak ve tefekkür etmektir. Öyle ki eceli gelmeyen çürük binadan sağ salim çıkıyor, eceli biten sağlam kalelerde de olsa bitiyor.

“Âdemoğluna verilen en güzel nimetlerden birisi de, unutma nimetidir. Şayet unutma olmasaydı, kul hiçbir şeyle teselli olmazdı. Hasreti hiç bitmez, musibetlere sabredemez, hüznü hiç dinmez, kini hiç sönmez ve afetleri hatırlamaktan dünya lezzetlerinden tat alamazdı. (İbnul Kayyım el-Cevzi)

Öyle ki: Hüküm de taktirde Allah’ın, yer Allah’ın, gök Allah’ın. O dilerse bir virüs ile kullarını evlerinden dışarı çıkarmaz, yine o dilerse bir sarsıntıyla kullarını dışardan evlerine sokmaz, onun emrinden sual sorulmaz. Yaraları saran Allah, hüzünleri gideren Allah, acıları dindiren Allah, kalplere huzur veren Allah, tövbeleri kabul eden yine Allah, veren de alan da Allah. İnananlara düşen ise teslimiyettir

“Onların başlarına bir musibet geldiğinde; Allah’tan geldik, yine ona döneceğiz derler.” (Bakara, 156)

Üzerinde yaşadığımız bu ülke, küfür yangınlarıyla cayır-cayır yanmaktadır. Milyonlarca genç bu yangının alevleri içinde imanlarını, ya da ebedi hayatlarını kaybediyorlar, Müslümanların başından bela musibet eksik olmuyor. Allah’tan geldik tekrar Allah’a döneceğiz şuuru ile de evlatlarımızı bu devrin müminleri, Müslümanları olarak yetiştirmeye ve bu küfür yangınının kıvılcımlarından dahi uzak tutmak için gayret sarf etmek gerekmektedir. Müslümanlar olarak dünya çalışmalarına, meşakkatlere öyle dalmışız ki etrafımızda yanan yangının kızıl alevlerini görmüyoruz, haftada bir veya iki sohbete gidiyoruz, arada sırada verdiğimiz küçük bir sadaka ile de Allah’a karşı görevimizi yaptığımızı sanıyoruz, fitnelerin zuhur ettiği, ilimden uzak gayet rahat bir ömür sürülüyor.

Allah ayetinde şöyle buyurmaktadır: ”Sizden öyle bir cemaat bulunmalıdır ki (onlar herkesi) hayra çağırsınlar, iyiliği emretsinler, kötülükten vaz geçirmeye çalışsınlar. İşte onlar muradına erenlerin ta kendileridir.” (Ali İmran, 104)

Şu hususu hatırlatmak isteriz ki: Dünya hayatının bir meta, bir gurur olması, oyun ve eğlenceden farksız bulunması, Allah’a kulluktan alıkoyması ve ölümü unutturup ahiret saadetini kazanmaya mani olması itibariyledir. Çünkü seni ibadetlerden alıkoyan, sana Rabbini unutturan her şey senin dünyandır. O halde Müslümanlar dünyanın cazip görünen yıldızlarına, geçici zevklerine, kendilerini kaptırmamalıdırlar. Allah’ın şiddetli azabından korkup çekinmek gerekmektedir.

Zenginlik, servet insanı kurtarmaz, bilakis başa dert olur. İnsanlığın başı derde girerse mala, mülke, servete düşkünlüğünden dolayı girecektir. İnsanın şeref ve fazileti; zenginlikte, servette değil, Allah’a taat ve takvadadır. İnsan yemekle değil yedirmekle, fakir muhtaçlara yardım etmekle, sadaka ve zekatını vermekle ancak insan olur! Dünya malını, altın ve gümüşü gözünde büyütenler hakkın karşısında küçülürler. Bir insanın zatı kıymeti, bünyesiyle, aklıyla, bilgisiyle ve ahlakı güzelliğiyle ölçülür. İslam nazarında en büyük nimet sıhhat ve afiyettir. Peygamberimiz  (s.a.s) bir hadisi şerifinde “Ya Rabbi! Ben senden af ve afiyet dilerim.” diye dua etmişlerdir.   

“İlim kaldırılmadıkça, depremler çoğalmadıkça, fitneler zuhur etmedikçe, herç (yani öldürme hadiseleri) çoğalmadıkça, malınızda bolluk olup bereketlenmedikçe kıyamet kopmayacaktır. (Buhari, 1036)

Bugün, İslâm’ın sesini etrafa yayan yüksek minarelere, ilim üzere ihtisas yapan medreselere ve mescitlere sahibiz ama buna rağmen geçmişteki Müslümanlar bugünkü Müslümanlar gibi Kur’ân’ı tanımazlık etmemiş, ondan uzaklaşmamış, dinlerini hafife almamış. Yoksa çağımızın Müslümanları Allah’ın Kur’ân’da buyurduğu gibi: “Onların kalpleri vardır idrak edemezler, gözleri vardır göremezler, kulakları vardır, işitemezler, onlar, dört ayaklı hayvan gibidirler, hatta daha sapıktırlar, onlar gaflete düşenlerin ta kendileridirler. (Araf, 179)    

Peki: Müslümanları bu hale getiren, İslâm’dan uzaklaştıran nedir?

Günümüzde, camilerimizi dolduran milyonlarca Müslüman var. Fakat çoğunun hakiki bir imanla Allah’ın huzuruna geldiğini, Allah’ın dinini yeryüzüne hakim kılmak için -çalışmak şöyle dursun- gönülden arzu duyduğunu söyleyemiyoruz. O halde camilerimizi, beş vakit namazın kılındığı yer olmaktan kurtarmalıyız. Gevşeklik göstermeden gençlerimizi bilinçlendirmeliyiz. Müslümanları yozlaştıran, İslam’dan, özünden uzaklaştıran nedir? Ve yine insanlığı İslam’la tanıştırmanın, tevhide ulaştırmanın yolu nedir? Ne olabilir? “Zararın neresinden dönersek kardır. “ Bu mübarek ayın vesilesiyle özellikle ve öncelikle kendi nefislerimize dönüp bakmamız gerekmektedir.

Sermayesi olan insan nasihatçi insandır. ‘O yüzden Kur’ân ile bağımızın nasıl, Kur’ân’ın hayatımızın neresinde ve ne kadarının hayatımızda olduğunu düşünerek Kur’ân’a yaklaşmalıyız. Nefislerimizi arındırmak, istek ve arzularımıza gem vurmak, kovulmuş şeytanın şerrinden Allah’a sığınarak, Allah’ın adıyla Kur’ân‘ı okumaya başlamalıyız.

Göklerde ve yerde bulunanların hepsinin kendisinin olan, dünyada da ahirette de her şeyin maliki, sahibi olan, yerin içine gireni ve ondan çıkanı bilen ve haberdar olan, müminleri cennetle mükafatlandırıp, kafirleri cehennemde cezalandıran, ağaçların yapraklarının dahi izni doğrultusunda döktüren, Rabbimize olan Allah (c c) ya hamdü senalar olsun. (Sebe, 1/2; Enam, 59)

Ramazan her ne kadar davet edilen misafirlerle, yapılan bol yemekli iftarlarla, coşku içinde kılınan teravihlerle, mütevazi bir şekilde cami veya medrese köşelerinde yapılan ittifaklarla, uykulu gözlerle kalkılan sahurlarla hatırlansa da bu ay için en önemli olan şey Kur’ân ayı olmasıdır. Çünkü insanları karanlıktan aydınlığa çıkaran, insanları korkutup uyaran, Allah’ın yolu olan sırat-ı müstakime (dosdoğru olan yola) çağıran hidayetin kaynağı, hayatın değişmez kanunu, insanlara sorumluluklarını ve yaratılış gayelerini bildiren, hayatın anlamlı olabilmesinin yolunu gösteren, İslam’ı  reddedenlerin cehenneme ve kabul eden müminlerin cennete gideceğini haber veren, yegane şifa kaynağı, anlaşılması zor olmayan, apaçık Allah tarafından Peygamberimize indirilen ilahi bir kitaptır. Kim bu kitaba sarılırsa, hatta azı dişleriyle sımsıkı sarılırsa, kurtulanlardan olur. Kimde bu kitaptan yüz çevirirse helak ve hüsrana uğrar.

Toparlanacak olunursa, başımıza gelen belalar, musibetler, afetler, hastalıklar, oldukça sık karşılaşılan bir tablo olarak çok sayıda insanın hem maddi hem manevi felaketlerine yol açmaktadır. Hepimizi dehşete düşüren, ölümün soğuk nefesini en derinden hissettiren bir deprem ile yine imtihan olduk, başımıza gelen bu felaketlerden dolayı Allah’a tövbeler ettik, yaptığımız hatalar bir filim şeridi gibi gözümüzün önüne geldi. Bu hatalardan dolayı pişmanlıklar yaşadık, vaatler verdik değişeceğimize dair, eğer sözümüzde samimi isek hayatımızdan bir şeylerin değişmesi gerekiyor, yoksa gereken uyarıyı ve hikmeti anlamamış olur, boş bir korku yaşamış oluruz, o halde soralım kendimize, hayatımızda ne değişti.

Rasullulah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur: “Öyle günlerle karşılaşacaksınız ki, her yeni gün, gidenden daha kötü olacak. Bu hal Rabbinize kavuşuncaya kadar devam edecek.” (Kütübi-sitte Hadis No. 4822)

Bu hadis-i şerifi düşünüldüğünde insan büyük bir dehşete düşüyor. Bu korku ve dehşetten dolayı İbret alıp bir şeyleri  değiştirebildik mi? “Kıl beşi, kurtar başı” demeden ihlaslı bir şekilde kılmadığımız namazları kılmaya. Alıştığımız eğlencelere israfa tövbe etmeye, dünya sevgisinden vaz geçmeye, ahireti öncelemeye karar verebildik mi? Rabbimiz biz inananlara kudretini gösteriyor bizler anlayabildik mi? Eğer yaptıklarımızı Allah için yapmıyorsak boşuna yorulmayalım.

“Biz tövbe etmedikçe  ölüm gelsin istemeyiz. Fakat nedense ölüm gelmeden önce bir türlü tövbe etmeyiz. (Hasan Basri/İbnul Cevzi)

İşlemiş olduklarından günahtan dolayı dillerinin, ellerinin, ve ayaklarının, kendi aleyhlerine şahitlik edecekleri günde onlara çok büyük bir azap vardır. Hz Osman (r.a) Efendimiz buyurdu ki: “Allah bu dünyayı size ahireti kazanasınız diye verdi, dünyaya sarılasınız diye değil.”

İman ettiğimizi söylüyoruz bu sözümüzde samimiyiz?

Kime, neye nasıl iman ettiğimizi biliyor muyuz ?

Ramazan haricinde Kur’ân’ı açıp anlayarak okuyabiliyor muyuz?

Eğer okumadıysak, o kitabın içinde müşrik diye tarif ettiklerinden biri olabileceğimizden korkuyor muyuz?

O halde lütfen kitabımızı okuyalım çünkü, bu Kitap şaka değil. (Tarık./14)       

“Dünya hayatının durumu, gökten indirdiğimiz bir su gibidir ki: insanların ve hayvanların yiyeceklerinden olan yeryüzü bitkileri o su sayesinde gürleşir birbirine girer. Nihayet yeryüzü ziynetini takınıp (rengârenk) süslendiği ve sahipleri de onun üzerinde kudret olduklarını sandıkları bir sırada, bir gece veya gündüz ona emrimiz (afetimiz) gelir de onu sanki dün yerinde yokmuş gibi yerinden koparılarak biçilmiş bir hale getiririz. İşte iyi düşünecek kavimler için ayetlerimizi böyle açıklıyoruz.” (Yunus 10/24, Kehf  18/45)

Evet güç ve kuvvet yalnızca ve yalnızca Allah’a aittir. Enkaz altından çıkan bir bayanın ilk sözü - görevli bir kişiye sordu?-: “Dünya duruyor mu?” Yani herkes kendine göre kıyametini yaşadı, hayatta olanlar için mücadele devam ediyor, eksiklerimizle, kayıplarımızla. Allah ömür verirse Ramazan ayında tutulan bir aylık oruç, bitiminde şevval ayının ilk üç günü, Müslümanların bayram günleridir. Ramazan Bayramı’na, o gün fıtır sadakası verilmesinden dolayı  “Fıtır Bayramı “ adı da verilmektedir. Raullulah (s.a.s) Medine’ye hicret ettiği zaman Medinelilerin eğlenip neşelendiği iki bayramları vardı. Hz. Peygamber, Medinelilere özgü olan, cahili izleri taşıyan bu bayramların yerine bütün Müslümanların sevinip eyleneceği İslâm’ın iki bayramını onlara haber verdi: ”Allahu Teala size, kutladığınız bu iki bayramın yerine, daha hayırlısını, Ramazan Bayramı ile Kurban Bayramını hediye etti” (Sünen-i Ebu Davud, “Salat”, 239)

Rabbim bu bayramları bir nebzede olsa ailesini, evin, malını kaybedenlere teselli kaynağı olmasını, gelecek günlerin geçmiş günlerden daha hayırlı ve bereketlenmesini ve bütün insanlığın hidayetine vesile olup, İslâm bayrağı altında toplanmamızı nasip etsin. Bayramsa bayramınız mübarek olsun.

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul