1. Ahlâk Eğitiminin Önemi
Başarılı ve mutlu olmanın yolu eğitimden geçer. Eğitim, insanın her çeşit öğrenme ameliyesini içine alan bir kavramdır. Bireyin bedensel, ruhsal ve sosyal yönleriyle birlikte ele alınmasını gerektiren ve hayat boyu devam eden bir faaliyettir. Eğitimin amacı, iyi ve olgun insan yetiştirip, yeni nesli hayata ve istikbale hazırlamak olmalıdır.
Eğitimin önemi konusunda atasözlerimizde de çok güzel örnekler vardır. “Ağaç yaşken eğilir.” Terbiye ve eğitimin etkili olması için küçük yaşta başlamak gerekir. Çocuklar mutlaka küçük yaşta eğitilmelidirler. Bu yaşlarda işlenmeye, her türlü bilgiyle donatılmaya elverişlidirler. Zaman geçip de büyüdükçe eğitilmeleri zorlaşır. İslâm eğitimi, insanı bir bütünlük içerisinde eğitmeyi, iyi insan ve iyi Müslüman yetiştirmeyi hedef alır. Eğitimin amaçlarından biri de ahlâklı bireyler yetiştirmektir.
İnsanın güzel ahlâka sahip olmasında eğitim önemli bir yere sahiptir. Eğitimin başladığı yer olarak aile, güzel ahlâkı kazandırmada ilk sırada yer alır. Bu yüzden anne babalar çocuklarına yeme, içme, temizlik alışkanlığı kazanma gibi temel şeyleri öğretirken dinî, bireysel ve toplumsal değerleri de öğretmelidirler. Ahlâk eğitiminin en güzel yolu, örnek olmaktır. Yaşayarak öğretmek aynı zamanda peygamberlerin de eğitim metotlarından biridir. İçinde yaşadığımız toplum yanında, özellikle çocuklar için arkadaş çevresi de ahlâkı etkileyen unsurların başında gelir.
Eğitimle ilişkisi bakımından ele alındığında ahlâk, hayatla doğrudan ilgili olması ve insanın insanca yaşama çabasına yardımcı olması bakımından her çağda eğitimin hem amacı hem de konusu olmuştur. Eğitim, bireyi ister toplumun etkin bir üyesi yapma süreci, ister sorumlu bir yetişkin olarak hayata kazandırma ya da bir mesleğe hazırlama çabası olarak düşünülsün, ahlâkın bu süreç içinde herhangi bir şekilde yer aldığı ve alacağı bir gerçektir. Ahlâk eğitiminin esasını ahlâk kurallarını öğretmek oluşturmaktadır. Ahlâk eğitiminin amacı, bireyi ve toplumu kötü ahlâktan korumak ve kurtarmak, bunun yanında iyi ahlâkla donatmak ve devamını sağlamaktır.
Çocuklara ahlâkî ve ahlâkî olmayan özellikler hakkında doğru bilgiler verilmeli, sağlam kanaatler oluşturulmalıdır. Ahlâk eğitiminin amacı bireyin ahlâkî bir kişilik geliştirmesinin sağlanmasıdır. Bireyin ahlâkî özelliklerle donanmış olması bireysel ahlâkın hedefi olup, ahlâk eğitimi ile kazandırılır. Bireyin eğitilmesi bireyin içinde yer aldığı diğer ortamlarda yani aile, toplum, devlet, iş alanlarında ahlâkın hâkim olmasını sağlayacaktır. Burada en büyük sorumluluk çocuğun ilk ve en önemli çevresi olan aileye düşmektedir. Çocuğa din eğitiminin verilmesinde ailenin rolü de o nispette büyüktür. Aile çocuğun bakımı, korunması ve genel anlamda eğitim-öğretiminden sorumlu olduğu gibi, ona sağlam, yeterli ve tutarlı bir din ve ahlâk eğitimi vermesiyle de yükümlüdür. Aile bu sorumluluğunu yerine getirmeye gayret etmelidir.
2. Nefis Terbiyesi
İslâm ahlâkının ana konusu iyi ve kötü huy ve davranışların ne olduğudur. “İyi” ve “kötü” huylar, Allah (c.c.) tarafından insanın fıtratına konulmuştur. Allah (c.c.), insanı yarattığında ona “iyi” ve “kötü”nün bilgisini tanıtmış ve tercihi insanın kendisine bırakmıştır. Bu konu bir ayette şöyle belirtilmiştir: “Nefse ve onu düzgün bir biçimde şekillendirip ona kötülük duygusunu ve takvasını (kötülükten sakınma yeteneğini) ilham edene andolsun ki, nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir.” 1 İslâm ahlâkına göre iyi ve kötü, dinin emirlerine uymak ve uymamak ile ilişkilidir. Allah Teâlâ’nın emirlerine uymak iyi ahlâkı, uymamak ise kötü ahlâkı doğurur. Buna göre, dinin emir ve yasakları ahlâkın ana konusu olarak karşımıza çıkar.
Hz. Muhammed (s.a.s) tebliğine başladığı ilk günden itibaren samimiyetle insanların davranışlarının güzelleştirilmesi için çaba sarfetmiştir. Hz. Peygamber (s.a.s.)’in ahlâk eğitimindeki başarısı tarihen sabittir. Bu başarının gerçekleşmesini sağlayan iki unsuru belirtmemiz yerinde olacaktır. Öyle sanıyoruz ki, bu iki unsur, O’nun ahlâk eğitiminin temelidir. Ahlâk eğitiminin temeli nefis terbiyesidir. Yeryüzündeki mücadelenin en cetini de nefisle olan mücadeledir. Çünkü nefis, bütün kötülüklerin kaynağıdır. Onun için, küçük yaştan itibaren kuvvetli bir eğitimle kontrol altına alınması gerekir. Nefis konrolü için şu ölçülere riayet edilmesi gerekir:
1. Kızmadan problemleri çözmek. İnsan kızgınlık anında, insafsız bir hâkimdir. Başkalarına zulmedebileceği gibi, kendisini de haksızlığa uğratabilir. Yersiz kızılmaması konusunda Hz. Muhammed (s.a.s.)’in pek çok tavsiyeleri vardır. Meselâ gerçek pehlivanın “Kızginlık halinde nefsine hâkim olan kimse”2 olduğunu bildirir.
2. Sorumluluk kabul etmek. Hz. Peygamber’in eğitimi, hem ferdi hem de ictimai sorumluluk getirmekteydi. Fakat bu sorumluluklar, ferdi farklılıklar dikkate alınarak yüklenmiştir. Yani hepsi de yerine getirilebilecek özelliktedir. Bu sebeple herkes, bulunduğu durumla ilgili olarak teker teker yaptıklarından sorumludur.3 Çünkü insan başıboş yaratılmış değildir.4 Bu duruma göre ferd, sorumluluk basamakları iyi kavratılmalıdır. Sorumluluk basamağı olarak şu hadisler net bir ölçü vermektedir: “… Kim bir kötülük görürse eliyle, buna gücü yetmezse diliyle, buna da gücü yetmezse kalbiyle onu değiştirsin…”5; “Hepiniz çobansınız idare ettiklerinizden sorumlusunuz.”6
3. İlim sahibi olmak. Bilgisizlik çok kere kızgınlığa yol açar. Bilen insan yersiz kızmaz, zulmetmez ve acele karar vermez. İlim insanı başta aşağılık kompleksinden kurtarır. Her şeye, hâkim bir tavırla bakmayı sağlar. Böyle olunca da problemler kızmadan ve büyütülmeden çözülür. Peygamberimiz şöyle buyurur: “İslâm güzel ahlâktır.”7 İbadetlerden gaye, insanlarda güzel ahlâkın oluşturulmasıdır. Nitikem namazın bir faydası da kötülüklerden alıkoymasıdır.8 Oruçtan gaye takvayı öğrenmektir. Zekât her yönüyle dert ortaklığıdır. Hac da çeşitli yolarla ahlâkın düzelmesine yardımcı olur. En azından başkalarına yardım etmeyi ve dertlerine ortak olmayı öğretir. İbadetlerdeki gaye, güzel ahlâka teşviktir. Zaten her ayet ve hadis doğrudan doğruya ya da dolaylı olarak güzel ahlâka teşvik etmektedir.
İnsanların kötülüklerinin, ahlâksızlıklarının, günahlarının kaynağı nefis ve şeytandır. İnsanın zayıf bir yerini bulup, o kişiye kötülük yaptırmaya, başını derde sokmaya, günahlara götürmeye ve böylece onu çok kötü bir duruma düşürmeye uğraşır. Kişilerin kâfir, müşrik, münâfık, fâsık veya zâlim olmasında nefsin ve şeytanın çok büyük katkısı olmaktadır. Yanlışlıkların, huzursuzlukların, kavgaların, cinayetlerin ve bütün kötülüklerin yapılmasında nefis ve şeytanın etkisi vardır. İnsanlara maddî ve mânevî çok büyük zararlar vermekte ve böylece dünya ve âhirette insanların perişan olmalarına sebep olmaktadır. Nefs; sözlükte, bir şeyin zâtı ve kendisi demektir. Can, ruh, kalp mânâsına da gelir. Şeriat ilminde ise şehvet (cinsel ve her türlü aşırı arzu, istek) ve kızgınlığın başlangıcı olan insanın içindeki mânevî kuvvete de nefs denir.9 Nefse “içgüdü” de denmektedir.
Nefs-i Emmâre; Nefsin dünya lezzetlerine meyletmesi, şiddetle istemesidir. “Emmare” tâbiri, fazlasıyla emreden, ısrarla isteyen demektir. Cinsî arzular, yemek, içmek, giyinmek, süslenmek, gezmek, eğlenmek gibi vücudun bütün isteklerine şâmildir. Kur’ân-ı Kerim’de nefs-i emmâre hakkında şöyle buyurulmuştur: “Muhakkak nefis, olanca şiddetiyle daima kötülüğü emreder...” 10 Nefs-i Emâre, haram-helâl gözetmeden gördüğü ve istediği şeylerden hoşuna giden şeylerin hemen elde edilmesini, isteklerinin ve arzularının derhal yerine getirilmesini ister. Hiçbir sınır (haram-helâl) tanımadan her istediğine kavuşmak ister. İşte kötülenen nefis, insanın amansız düşmanı olan bu nefs-i emmâredir.
Allah Teâlâ, insanların yaşayabilmesi, kendilerini koruyabilmesi ve asıl imtihan için insanda nefis (şehvet ve öfke kuvveti) yaratmış, ayrıca şeytanı da insana musallat eylemiştir. Elbette bunda büyük hikmetler vardır. İnsanoğluna akıl, fikir vermiş böylece insanı imtihana tâbi tutmuştur: “O Allah ki; hanginizin daha güzel, iyi amel ve davranışlarda bulunacağınızı imtihan etmek için, ölümü ve hayatı yarattı.”11 buyrulmaktadır. Nefis insanda bütün kötü arzularının ve isteklerinin hemen tatbikini isteyen, kötülükleri yapmasını emreden, günah olan şeyleri yapması için kolaylık ve hafiflik, sevap olan şeyleri de yapmaması için ağırlık ve zorluk veren; benlik (kendini üstün görme), şöhret, hırs, kin, kibir, gurur, haset duygusu ve arzusu veren bir iç yönelimi ve bir istekler ve arzular manzumesidir. İşte onun içindir ki; nefis insanın en tehlikeli düşmanıdır.
Nefsin düşmanlığı şeytandan daha şiddetlidir ve tehlikesi ondan daha büyüktür. Çünkü nefis insanın en şiddetli düşmanı olduğu halde sahibi tarafından sevilmektedir. Nefis içeriden öyle bir hırsızdır ki, evi soyar da kimseye belli etmez. Öyle bir düşmandır ki, ölünceye kadar insandan ayrılmaz.
Çok kere şeytana yataklık eder, onunla birleşerek insanı felâketlere, günahlara götürür. Bundan dolayı İslâm’da, nefsin kötü arzularından korunmak için nefisle mücadele vardır. Fakat nefsi öldürmek diye bir şey yoktur. İnsan, ölünceye kadar nefsin kötü arzuları12 ve şeytanın düşmanlığı devam eder.13 Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Ve sana ölüm gelinceye kadar Rabbine kulluk et!” 14
İnsan ölünceye kadar nefis ve şeytan, insanların Allah’a kulluk görevlerini yerine getirmeye mâni olmaya çalışır. Bu sebeple ölüm gelinceye kadar, nefsin kötü isteklerine ve şeytanın aldatmasına karşı dikkatli olmak gerekir. Hevâdan (kötü arzulardan) korunmanın önemini Allah Teâlâ şöyle bildirmektedir: “Nefsini kötülüklerden arındıran (koruyan) kurtuluşa ermiş, onu kötülüklere gömen de ziyana uğramıştır.” 15
İşte dünya hayatı bir imtihan yeri olduğundan, bunu iyi bir şekilde anlayıp, Allah ve Rasûlü’nün emirlerini dinleyerek, nefsin kötü arzularına, şeytanın aldatmasına kapılmadan kendisine verilmiş olan şehvet ve öfke kuvvetini insan, aklının ve mantığının ışığı altında meşrû şekilde kullanmalıdır. Rasûlullah (s.a.s.) bir sahâbîye hitâben: “Hanımının senin üzerinde hakkı vardır. Müsafirin de senin üzerinde hakkı vardır. Bedeninin senin üzerinde hakkı vardır. Her hak sahibine hakkını ver.”16 buyurmuştur. İnsan, nefsini İslâm’ın yasaklamadığı, serbest ettiği şeylerde tatmin etmeli. Eğer nefsin istekleri ve arzuları İslâm’a uygunsa bu yerine getirilebilir, fakat bu istekler İslâm’a aykırı ise kesinlikle yerine getirilmemeli, nefsin kötü istekleriyle mücadele etmeli ki imtihanı kazanmak mümkün olsun.
Rasûlullah (s.a.s.) bir hadis-i şeriflerinde: “Allah’ım, huşû duymayan bir kalpten, kabul olunmayan duâdan, faydası olmayan ilimden, doymak bilmeyen nefisten Sana sığınırım”17 diye duâda bulunmuştur. Nefis Allah’ın kendisine helâl kıldığı şeylerle yetinmeyip, iyi, kötü, haram, günah olan şeyleri de arzu ederek doymak bilmeyen bir arayış içindedir. Bu şekilde kişiyi günahlara götürmektedir. Dolayısıyla, kişi her aklına geleni, nefsinin her istediğini değil; helâl, câiz olanı yapmalıdır.
“Hele şu günahı işleyeyim, nefsim doysun, bir daha gerek duymam” düşüncesi, şeytanî bir düşüncedir. Çünkü nefis doymaz, günah işledikçe, zevk aldıkça, tekrar tekrar ister. “Nefsin kötü istekleri, öyle bir canavardır ki, ona isteklerini verdikçe doyacak yerde daha da acıkır.” Çare, nefsin İslâm’a aykırı isteklerine karşı mücadele ederek onu yerine getirmemektir. Çünkü nefis öyle bir iç düşmandır ki, ölünceye kadar insandan ayrılmaz.
Şeytan eûzü besmele ile insanlardan biraz olsun ayrılabilir, fakat nefis eûzü besmele ile de ayrılmaz. Sonra insanın şeytanın tuzağına düşmesine çok kere nefis sebep olur; eğer nefsin arzusu ve aşırı isteği olmazsa şeytan bir zarar veremez. İnsanın şeytandan gelen vesveseye kapılmasına, aldatılmasına ve onun dediğini yapmasına nefis olanca kuvvetiyle uğraşır.
Çünkü şeytanın yaptırmak istediği şey, nefsin çok hoşlandığı ve şiddetli arzu ettiği şeydir. Eğer insanı, yani nefis kendi sahibini biraz sözüne baktırabilirse, her dediğini yaptırabilirse, o zaman şeytanın işi de kolaylaşır. Yüce Allah bizleri şöyle uyarıyor:“Şüphesiz şeytan sizin düşmanınızdır, siz de onu düşman bilin. O, kendi taraftarlarını ancak ateş ehlinden olmaya çağırır.”18 Şeytan bizim apaçık bir düşmanımız olduğuna göre, biz de onu bir düşman bilmeliyiz ve ona karşı tedbirli olmalıyız ki, onun kötülüklerinden korunmak mümkün olsun.
Bir mü’min kendini kötü arzu ve heveslerden korur, Allah’ın sevdiği ve arzı olduğu bir kul olmaya gayret ederse dünya ve âhirete saadete erenlerden olur. Bu itibarla nefsimizi terbiye edip güzel ahlâk sahibi olmaya çok özen göstermeliyiz. Eğer nefis terbiye olmazsa insanın işi çok zor. Çünkü terbiye olmayan nefis insandan sürekli zararlı ve kötü işleri yapmasını ister. Nefsin bu isteklerini yerine getiren insan ise hem dünyasını hem âhiretini berbat eder. Peygamberimiz şöyle duâ ederdi: “Allah’ım! Nefsime takvayı ver. Nefsimi arındır; onu en iyi arındıracak olan sensin. Onu koruyan da onun sahibi de sensin. Allah’ım! Faydasız ilimden, huşu duymayan kalpten, doymak bilmeyen nefisten ve kabul edilmeyen duadan sana sığınırım.”19 Doymak bilmeyen bir nefse sahip olduğumuz için dikkat edelim, bilinçli bir şekilde inanç, ibadet ve güzel ahlâk sahibi olmaya özen gösterelim!
Dipnot
1. Şems, 91/7-9
2. Müslim, Bir 30
3. Müddesir, 74/38
4. Kıyame, 75/36
5. Müslim, İman 78; Tirmizi, Fiten 11
6. Buhari, Cuma 11;Müslim, İmaret 20
7. Beyhakî, Şuubu’l-İman, c. 7, s. 535, Hds. 7652
8. Ankebut, 29/5
9. Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Azim Yay., c. 1, s. 203
10. Yusuf, 12/53
11. Mülk, 67/2
12. Yusuf, 12/18, 53; Tahrim, 66/6; Mâide, 5/105; A’râf,7/35
13. Hicr, 15/39; Nahl, 16/63; Fâtır, 35/6
14. Hicr, 15/99
15. Şems, 91/9-10
16. Buhârî, Savm 51-55; Müslim, Sıyâm, 181-187
17. Tirmizî, Deavât 69; Nesâî, İstiâze 2
18. Fâtır, 35/6
19. Müslim, Zikir ve dua 73