6 Şubat saat 04:17 derin bir uykuda büyük bir sarsıntı ile kimi uyandı, kimi feryat etti, kimi bağırdı, çağırdı. Kimisi de ebedi bir uykuya daldı. Gece zifiri ve karanlıktı. Sessizdi. Aniden yer yarıldı zaten gök ağlıyordu. Yerin altı ve üstü sanki insanı yutan bir canavara dönmüştü. İnsanı besleyen toprak sanki bu beslediği varlığı yemek istiyordu. Toprak yıllardır beslediği barındırdığı bu varlığa hiç doymamıştı. Doymayacaktı. Bir taraftan yoğun kar yağışı ülkeyi sarmışken, diğer taraftan deprem ülkenin bir bölümünü sarmıştı. Büyük bir homurdanmayla şehirler uykusundan uyandı. Feryat figan enkazların altından ve üstünden sokakları, caddeleri, şehirleri sarmıştı.
Saat beşe doğru telefon çaldı. Bu saatte çalan telefon kara haber müjdecisidir. Aniden uykudan fırladım. Telefondaki kardeş Malatya’da büyük bir deprem olduğundan haber verdi. Ardından birkaç kişiyle whatsApp üzerinden mesajlaştım. Olay doğru idi sonrasından bu büyük depremin sadece Malatya değil birkaç şehirde olduğu anlaşıldı. Ve olayın vehameti ortaya çıktı. Zaten sonrada bu deprem asrın felaketi olarak isimlendirildi. Gerçekten asrın felaketi idi.
Malatya ve Adıyaman’a vardığımda felaket ve trajedi durumunun derinliğiyle sarsıldım. Şehir merkezleri enkaza dönüşmüş, ayakta kalan binalarda ağır hasarlı ve oturulacak gibi değildi. Şehir boşalmış. Yılların birikimi, umudu bir buçuk dakikada yok olmuştu. Artçı sarsıntılar devam ediyordu. Dokuz saat sonra ikinci bir deprem ile felaketin derinliği daha da arttı. Hala Yok oluş, göç, tedirginlik, belirsizlik devam etmektedir.
Elbette ki doğa kanunları acımasızdır. Ama doğadaki bu acımasız kanunlara direnip dönüştüren tek varlık insanoğludur. Yeryüzü kendi yatağında kendini gerçekleştirme hareketini devam ettirirken, elbette ki felaketler, zararlar verecektir. Bu zarar ve felaketleri en az hasarla atlatabilme yeteneği ve aklı insanda mevcuttur. Teknik gelişmenin ilerlemesine rağmen insan ve toplumlar felaketleri az sıyrıklarla atlatmıyorsa sorun büyük demektir. “Akletmez misiniz? Tefekkür etmez misiniz?” ilahi emrine uymadığının göstergesidir. Ya da bu emri ötelediğinin belirtisidir.
Ülkemiz deprem bölgesi ve fay hatlarının üstünde bir coğrafyada bulunmaktadır. Bu durum bilinmesine rağmen tedbirlerimiz maalesef yetersiz olduğu görülmüştür. Deprem bölgesinde lüks ve şatafatlı yapılan binalar hepimizin gözü önünde çöktü. Yatırılan milyonlar yerle bir oldu. Betona yatırılan bir ömür birikimler yok oldu. Betona yapılacak birikimler keşke zihniyet dönüşümüne yapılsaydı. Belki yaşanılan bu felaketin derecesi azalabilirdi. Ama maalesef neo-liberalizmin bize dayattığı kazanma hırsı ve kazanç için her şey mubahtır felsefesi içimize dışımıza sinmişti. Ne olsa gider mantığı kurduğumuz şehirlere, yaptığımız binalara ve inşa ettiğimiz zihne sinmişti bir kere. İkinci bir olguda sanırım bir şey olmaz mantığı bu felaketin ağırlaşmasına sebep oldu. Artık olan oldu geçmiş kavimlerin başına gelenler başımıza gelmişti. Zaten ülke ve dünya olarak son birkaç senedir doğa felaketleri, salgın hastalıklar, siyasi krizlerle boğuşup durmaktayız. Sanırım bu durum ilahi olana rağmen insanın kendi nefsi ve arzularına dönük oluşturduğu beşeri medeniyetinin krizde olduğunu göstermektedir.
Doğal, sade ve fıtri olarak tasavvur edeceğimiz şehirler şatafat ve gösterişe kurban edildi. Birlikte dayanışma, bölüşme ve kardeşlik üzerine inşa edilmesi gereken toplum, hırs, cimrilik ve sınıfsal egemenliğin arzularına kurban edildi. Çok katlı ve göğü delen binalar inşa edildi. Ayrıca dünyanın en yüksek binalarını inşa etmekle övündük. Göğe yükseldikçe kibirlendik, ilahlaştık ölümü unuttuk. Mezarları şehrin dışına ittik. Avmler ile eğlence, tüketim, alış veriş üzerine hep kazanma ve arzuları tatmin etme üzerine inşa ettiğimiz kentlerin başımıza yıkılacağını hiç hesaba katmadık. Ayette beyan edildiği gibi insan, kahrolası hesap etti, ölçtü, tarttı, düşündü ve hırslarının kurbanı oldu. Şatafatlı içi boş uygarlıkların sanırım yıkılışına hep birlikte tanık olacağız.
Mahalle yaşamımızı gelişme, değişme ve daha çok yarışma ve kazanma adına hor hakir gördük. Dayanışmayı, bölüşmeyi bir arada yaşamayı çok gördük kendimize. Artık anamız, babamız, akraba ve komşularımız bizi yoruyordu. Uzaklaşmak lazımdı. Hem de bu gösterişçi yaşamdan geri kalmak bize yakışmazdı. Sosyologlar, mimarlar, mühendisler ve müteahhitler bizim adımıza zaten düşünmüşlerdi. Korunaklı, gösterişli ve kurguladıkları site yaşamına özgürlük diye sundular. Bu ardından bizi üst üste yüksek binalara ve çevresi korunmuş sitelere doldurdular. Bunu bireyselleşme güzellemesi, başkasının tehlike yaratacağı korkusuyla pazarladılar. Ötekisi tehlike oluşturur diye duvarlar ördüler. Artık kimseye güvenilmezdi. Herkes herkesin düşmanı idi. Güvenlikler bizi hem cinsimiz olandan koruyacaktı. Bu kurgusal sanrı yaşamda aracımızın yeri ve Spor alanımızda bulunuyordu.
Modern yaşamın sanrısı bizi her şeyden koparmıştı. Bu arada çok kazanma adına modern hilelerimiz de oluştu. Binalarımız dışardan ve içerden çok lüks görülüyordu. Ama özü çürüktü. Malzemeden çalmıştık. Önce kazanma için bu yolu tercih ettik. Sonra da bu tercihin yaşam tarzını siyasi ve toplumsal yönetime dönüştürdük. Yozlaşma tabandan tavana, tavandan tabana hepimizi sarmıştı. Doğanın gerçekliğine gözümüzü kapadık, bir akıl tutulmasıyla hırslarımızın peşinde koştuk.
Asrın felaketi sarstı hepimizi. İnşallah bu sarsmadan sonra mahalle yaşamının dayanışma ve birliktelik ruhuna uygun dikey değil yatay mimariye uygun binalar inşa ederiz. Özümüze döner, betona ve kazanca değil, insana ve kardeşliğe yatırım yaparız. Egemen yöneticilerin hükmetme ve kazanma duygusunu beslemekten uzak dururuz.
Evet, enkazların altında çığlık çığlığa öldük, üşüdük, susadık, acıktık, betonun altında ezildik. Bir ömür biriktirdiğimiz dünyalıkların değersizliği altında ömrümüz heba oldu. Mayasında merhamet ve yardım duygusu yüklü sivil yürekler doğudan, batıdan, kuzeyden güneye imdadımız yetişmeye çalıştılar. Diğer yandın hesabı olanlar yine hesap yaptılar. Hasbi olanlar, adananlar üşümemize battaniye, acıkmamıza sıcak çorba, kuruyan dudaklarımıza su oldular, her şeye rağmen yüreğimize su serptiler. Sivil dayanılmaz yüreklere selam olsun, minnettarız.
Yıkılan binalarımızın enkazları inşallah yüreklerimize enkaz olmaz. Kazanma hırsı ve ölmeyecekmişiz gibi yaşadığımız bu hayatı merhamet, adalet ve kardeşlik duygularımızla yeniden inşa ederiz.
Mehmet Turgut