02 Aralık 2024 - Pazartesi

Son Sayı Başlıkları
Şu anda buradasınız: / Batı’nın “Çocuk Koruma” Eşkıyalığı
Batı’nın “Çocuk Koruma” Eşkıyalığı

Batı’nın “Çocuk Koruma” Eşkıyalığı Ahmet VAROL

Çocuk sahibi olmak, evliliğin amaçlarından biri ve belki en önemlisidir. Neslin devamı için çocuk sahibi olmak gerekir. Yüce Allah da Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurur: “İçinizden evli olmayanları, kölelerinizden ve cariyelerinizden salih olanları evlendirin. Eğer fakir iseler Allah onları lütfuyla zengin eder. Allah geniş (nimet sahibi) dir, bilendir.” (Nur, 24/32)

İnsanın fıtratı gereği bütün canlılar kendi yavrularını önemser, onlara sahip çıkmak için büyük zorlukları göze alır ve onları özenle büyütmeye çalışır. Bunun çok az istisnası vardır. Çok nadir görülebilen istisnai durumun meydana geldiğine hükmetmek ve ona göre tavır belirlemek için de çok güçlü delile ihtiyaç duyulur.

Bir çocuğu anne ve babasından zorla almak çok büyük bir zulümdür. Çünkü çocuk anne ve babanın en değerli varlıklarındandır. Çoğu zaman onu kendi canlarından da değerli bilir, dolayısıyla onları korumak için kendi canlarını riske atmayı göze alabilirler.

Bir kimsenin ciddi mağduriyet yaşayacağı bir uygulamaya, şüpheye veya zayıf delile binaen başvurmak da büyük zulümdür. Herhangi bir kimsenin mağduriyetini önleme iddiasıyla böyle bir uygulamaya başvurulabilmesi için reddi mümkün olmayan kesin delile ihtiyaç vardır.

Örneğin bir kimse, başka bir kimsenin belli bir miktar parasını çaldığını iddia ettiği için hemen suçlanan kişiden çalındığı iddia edildiği kadar para alınamaz. Böyle bir hırsızlık olayının yaşandığının ispat edilmesi gerekir. Bir insanın çocuğu ise bütün servetinden daha değerlidir. O çocuğu elinden almak tüm servetini almaktan daha büyük bir zulümdür. Böyle bir uygulamaya başvurabilmek için çocuğu ciddi şekilde tehdit eden bir riskin bulunduğunun kesin bir şekilde ispat edilmesi gerekir. Hukuki değeri olmayan ihbarlara veya zanna binaen böyle bir uygulamaya başvurulamaz.

Ama ne yazık ki Avrupa ülkelerinde Müslümanların çocukları çok basit sebeplerle ellerinden alınarak bazen sözde koruyucu ailelere, bazen de sosyal koruma merkezlerine teslim ediliyor. Bu uygulamayı da çocuk koruması olarak yutturabiliyorlar. Asıl amaç ise Müslüman ailelerin çocuklarını kendi inanç ve değerleri üzere yetiştirmelerinin önüne geçmektir. Kendini uygar olarak tanıtan Avrupa bu barbarlığı ve zulmü “çocuk koruma” gerekçesine dayandırarak kendince yasal kılıfa da sokabiliyor. Oysa yapılanlar hukukun mantığına tamamen terstir.

Avrupa ülkelerinin Müslümanların çocuklarını ellerinden almada kullandığı gerekçelerin başında yoksulluk, çocuğunun müreffeh bir hayat sürmesi, eğitim alması ve yetişmesi için gerekenleri tedarik etme imkanlarından mahrum olma durumu yer alıyor. Bu gerekçeye binaen çocuk anne ve babasından alınarak güya “koruyucu aile” olarak isimlendirilen başka bir ailenin “himayesine (!)” veriliyor. Oysa yoksulluk ve gerekli maddi imkanlardan mahrum olmak sebebiyle çocuğuna müreffeh hayat ve eğitim imkanları sunamayan bir aileye yapılması gereken iyilik çocuğunu elinden almak değil gerekli maddi yardımları yapmaktır.

Bir çocuk en huzurlu hayatı anne babasının yanında yaşar. Anne baba da ancak çocukları kendi gözetimleri altında olduğu zaman mutlu olur. Ailenin maddi imkanlarının yetersiz olması sebebiyle çocuğunun elinden alınması hem çocuğa hem de anne babaya zulümdür.

Başvurulan ikinci önemli gerekçe ise anne ve babanın çocuklarına eziyet ettikleri, onların hayatlarını tehlikeye sokacak uygulamaya başvurdukları veya işkence ettikleri iddiasıdır.

Bu konuda en başta çocukların şikayetlerine dayanılmaktadır. Karı koca arasındaki ihtilaflarda “kadının beyanı esastır” kuralı gibi bu konuda da “çocuğun beyanı esastır” kuralı uygulanıyor. Oysa çocuğun anne babasına basit bir şeyden dolayı kızması sebebiyle onlar hakkında yersiz şikayetlerde ve asılsız iddialarda bulunması mümkündür. Çünkü çocuğun muhakeme gücü, yapacağı şikayetin sonuçlarını değerlendirebilecek kadar gelişmemiştir. Özellikle günümüzde çarpık medya unsurlarının kasıtlı yönlendirmelerine maruz kalan çocukların bu tür hataları işlemesi ihtimali daha yüksektir.

İkinci olarak da aile dışından gelen ihbarlara dayanılmaktadır ki bu tür ihbarların dikkate alınmaya değer bulunabilmesi için şüpheye değil kesin bilgiye dayandırılması gerekir. Çünkü normalde hukuki açıdan şüphenin herhangi bir geçerliliği yoktur. Kaldı ki nadiren görülebilen vakıalarla ilgili ihbarların çok güçlü bir şekilde teyit edilmesi zorunludur.

Ayrıca çocuğun aileden alınmasına gerekçe teşkil edecek gelişmenin onun psikolojik ya da bedensel sağlığını kalıcı bir şekilde tehdit edecek boyutta bir risk oluşturan nitelikte olması gerekir. Tazir, tedib, öfkeli çıkışlar ve benzeri azarlamalar ya da zorlamalar böyle bir uygulamaya gerekçe teşkil etmez. Çünkü çocuğun aileden alınması gerek anne baba ve gerekse çocuk açısından bunların hepsinden daha şiddetli bir işkence sayılır.

Ama Avrupa ülkelerinde çoğu zaman ispatı asla mümkün olmayan, düşmanlık kaynaklı ve dışlama amaçlı iftira olması ihtimali yüksek olan birtakım ihbarlar bile çocukların anne ve babalarından alınmasına gerekçe sayılabiliyor.

Bunun yanı sıra koruyucu aileler genellikle Hıristiyan veya ateistler arasından seçiliyor. Müslüman bir ailenin çocuğunun Hıristiyan veya ateist bir aileye teslim edilmesi durumunda ise onun ailesinin sahip olduğu değerlerden uzaklaşacağı ortadadır. Bu hususu Hz. Peygamber (a.s.) de bir hadisinde dile getirmiş; “Her çocuk fıtrat üzere doğar. Sonra anne ve babası onu Yahudileştirir veya Hıristiyanlaştırır ya da Mecusileştirir.” diye buyurmuştur. Bu bilgi anne ve babanın çocuğun eğitimi üzerinde ne kadar büyük bir etkisi olduğunu ortaya koymaktadır. Bir çocuğun kendi öz ailesinden alınıp başka bir aileye verilmesi durumunda yeni aile o çocuğun çizgisini ve anlayışını belirleyecek, çocuk onların zihniyetlerine göre bir aile eğitimi alacaktır. Dolayısıyla kuvvetli ihtimalle Hıristiyan veya ateist olacaktır.

Özellikle eş cinsel evliliklerin serbest olduğu ülkelerde çocukları sözde “koruyucu aile”ye verme uygulamasında dikkat çeken bir husus da, bu şekilde ailelerinden alınan çocukların çoğunlukla eş cinsel ailelere verilmesidir. Böyle eş cinsel evlilikle bir arada yaşayan çiftlerin kurduğu yapının “aile” olarak isimlendirilmesi işin tabiatına aykırı olmakla birlikte, bu tür evliliklere izin veren ülkelerin yasal düzenlemelerinde bu isimlendirme yapılıyor.

Kendi ailelerinden alınan çocukların özellikle ve öncelikle eş cinsel çiftlere verilmesinin iki sebebi var: Birincisi, bu tür çiftlerin çocuklarının olmaması; onların da çocuk sahibi olmaya ve çocuk büyütmeye istekli olmaları. Diğeri de bu tür çiftlerin böyle sahiplenilebilecek çocuklara bakmak ve onların ihtiyaç duyacağı maddi imkanları temin etmek için daha uygun görülmeleri. Çünkü normal evlilikle aile kurmuş ve kısırlık sorunu olmayan aileler ya kendi çocukları olduğu için onlarla ilgilenmeye öncelik veriyorlar ya da çocuk sahibi olmaya istekli olmadıkları için dışarıdan da çocuk almayı tercih etmiyorlar.

Eş cinsellik ise ciddi bir ahlakî çöküştür. Dolayısıyla onların yaşadığı hayat çocuğun da hayatını olumsuz yönde etkileyeceği gibi çocukları ellerinden alınan anne ve babalara da psikolojik yönden büyük bir eziyet olacaktır.

Dikkatten kaçmaması gereken bir husus da bu tür çocuklara bazen pedofili denilen çok çirkin ve insanlık dışı aşırılıkları olan kişilerin de talip olabilmesi ve “koruyucu aile” arayan kurumların bu gibilerin durumlarını yeterince araştırmadan kendilerine, anne ve babalarından alınan çocukları verebilmesidir. Bunun muhtelif örnekleri ortaya çıkarıldı ve görüntülü belgelerle de ispat edildi. Pedofili yani çocuklara yönelik cinsel eğilimi olan sapıkların söz konusu çocuklara talip olmalarının amacı ise onlara sahip çıkmak ve bakmak değil onlarla tatmin olmaktır. Bu gibilere, gerekli hiçbir araştırma yapılmadan bazen de bile bile o çocukların teslim edilmesi ise tam anlamıyla bir vahşet ve iğrençliktir. Ama ne yazık ki kendini dünyaya “uygar” diye tanıtan Batı bu vahşeti de icra edebilmektedir.

İşin gerçeğinde Avrupa ülkelerinin “çocuk koruma” kılıfına geçirdiği uygulamanın bizim teşhis ettiğimiz kadarıyla üç temel amacı bulunmaktadır:

Birincisi, demografiktir. Avrupa toplumlarında doğum oranlarının çok düşük olduğu Müslümanlarda ise o kadar düşmediği biliniyor. Bu yüzden medya organları ve strateji uzmanları yıllardan beri nüfus artışındaki bu dengesizlik yüzünden Avrupa’nın gittikçe Müslümanlaştığı ve yakın zamanda da birçok Avrupa ülkesinin İslam ülkesine dönüşebileceği uyarısında bulunuyor. Bu uygulamayla Müslümanların çocuklarının bir kısmı ellerinden alınıp gayri müslim çiftlere teslim edilerek bir nüfus dengelemesi yapılıyor. Şimdilik ailelerinden alınan çocukların sayısı tüm Müslüman çocuklara oranla düşük olduğu için böyle bir dengeleme yapılması ihtimalinin bulunmadığı iddia edilebilir. Ama bunun, demografik dengelemede başvurulan uygulamalardan sadece biri olduğunun ve başka yöntemlere de başvurulduğunun dikkatten kaçırılmaması gerekir. Ayrıca Avrupa şimdilik alıştırma sürecindedir. Zamanla bunu yaygınlaştırması ve bu yöntemden dengelemede daha çok yararlanması mümkündür.

İkinci amaç, çocuk sahibi olmak isteyen çiftlerin çocuk ihtiyaçlarının karşılanmasıdır. Bunun için de özellikle Müslüman ailelerin çocuklarından yararlanılmak istenmektedir. Bunu çocuk kaçırma yöntemiyle gerçekleştirseler tepki çekecek ama “çocuk koruma” kılıfına soktuklarında kendi açılarından bir artı puan olarak bile kullanabilmektedirler. Oysa bu, tam anlamıyla bir eşkıyalıktır ama Avrupa’ya hakim zihniyetin iddia edildiği gibi “uygar” bir zihniyet olduğu düşünülmemeli, yıllardan beri İslamofobi canavarını besleyip büyüten bu zihniyetin Müslümanların çocuklarını hedef alan böyle bir eşkıyalığa da müsait olduğu gözden uzak tutulmamalıdır.

Üçüncü ve belki en önemli amaç, Müslümanların çocuklarının İslami değerlere göre yetiştirilmesinin önüne geçmektir. Çünkü bir çocuk inanç ve değerler konusunda en iyi eğitimi kendi ailesinden almaktadır. Okullarda her ne kadar dini ve ahlaki değerleri ikinci plana iten bir eğitim yöntemine başvurulsa da Müslüman çocuklar ailelerinde anne ve babalarından aldıkları eğitimle yine kendi inanç ve değerlerini öğrenebilmekte ve onları önemseyen bir duyarlılık kazanabilmektedirler. Bu açıdan Avrupa’nın izlediği politikanın Doğu Türkistan’daki Müslümanların çocuklarını zorla ellerinden alıp ateist eğitimin verildiği yurtlara yerleştiren Çin’in izlediği politikadan bir farkı yoktur.

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul