02 Aralık 2024 - Pazartesi

Son Sayı Başlıkları
Şu anda buradasınız: / Hayırlı Ümmete Va’dedilen Gün!
Hayırlı Ümmete Va’dedilen Gün!

Hayırlı Ümmete Va’dedilen Gün! ABDULLAH DÂİ

Sevbân (r.a.) rivayet eder.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Allah Teâlâ, benim için yeryüzünü dürüp topladı- yahut: Rabbim, benim için yeryüzünü dürüp topladı, dedi.- Doğusunu ve batısını gördüm. Şüphesiz benim ümmetimin hükümranlığı, dünyadan benim için dürülüp toparlanan yere ulaşacaktır. Ayrıca bana kırmızı (altın) ve beyaz (gümüş) olan iki hazine verildi.

Ben, Rabbimden ümmetim için, onları genel bir kıtlıkta helâk etmemesini, onlara kendilerinden başka bir düşman musallat edip de köklerini kazımamasını istedim.

Rabbim, bana şöyle buyurdu:

- Ya Muhammed, şüphesiz Ben bir şeyi takdir ettiğim zaman, artık o geri çevrilmez. Ben, onları genel bir kıtlıkla helâk etmeyeceğim. Onlar aleyhine dünyanın dört bucağından toplansalar bile, köklerini kazısın diye, başlarına kendilerinden başka bir düşmanı musallat etmem. Tâ ki, birbirlerini helâk etsinler ve birbirlerini esir etsinler.

Ben, ümmetim için ancak sapıtıcı (dosdoğru yoldan çıkarıp bid’atları emreden) liderlerden korkarım. Benim ümmetimin arasına kılıç girdi mi (iç kavgalar çıkınca), artık kıyamet gününe kadar bir daha çıkmaz. Ümmetimden bazı kabileler, müşriklere iltihak etmedikçe ve yine ümmetimden bazı kabileler, putlara tapmadıkça kıyamet kopmaz. Şübhesiz, ümmetimin içerisinden otuz tane yalancı çıkacak. Onların her biri kendisini peygamber sanacak. Hâlbuki ben, Peygamberlerin sonuncusuyum. Benden sonra peygamber yoktur. Benim ümmetimden bir grup da Allah’ın emri gelinceye kadar hak üzere -üstün olarak- devam edecek. Onlara muhalefet edenler, kendilerine zarar vermiyecekler.”1

İmam Muhyiddin en-Nevevî (rh.a.) “el-Minhâc” adlı Sahih-i Müslim şerhi adlı eserinde, bu hadisi şerhederken şunları kaydeder:

“Bu hadiste apaçık mucizeler vardır ve Allah’a hamdolsun bunların hepsi haber verdiği şekilde meydana gelmiştir.

İlim adamları der ki: İki hazineden maksad, altın ve gümüştür. Bundan da maksad, Kisrâ ve Kayser’in hazineleri olan Irak’ın ve Şam’ın (Süriye bölgesinin) mülküdür.

Hadiste, bu ümmetin mülkünün çoğunlukla doğu ve batı cihetlerine uzanacağına da işaret vardır. Nitekim böyle de gerçekleşmiştir. Güney ve Kuzey cihetlerinde ise, doğu ve batı yönlerine göre azdır. Allah’ın salât ve selâmı hevâsından konuşmayan, konuştuğu ancak vahyedilen bir vahiy olan o doğru sözlü Rasul’e olsun.2

‘Ve Ben sana, ümmetin için onları genel bir kıtlıkla helâk etmeyeceğime söz verdim.’ Yani Ben onları, hepsini kuşatacak şekilde genel bir kıtlıkla helâk etmeyeceğim. Aksine eğer kıtlık meydana gelecek olursa, İslâm diyarının geri kalan kısımlarına nispetle küçük bir yerde ortaya çıkacaktır. Bundan dolayı bütün nimetlerine karşı Allah’a hamd ve şükürler olsun."3

Âlemlerin Rabbi ve kendisinden başka kanun koyucu hak ilâh olmayan Allah Teâlâ, “şahid, vasat ve insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmet”4 kıldığı, en son Nebî ve en son Rasul Rasulullah Muhammed (s.a.s.)’in ümmetine va’d ettiklerini gerçekleştirmiştir... Aziz İslâm Milleti, kendisine va’dedilen gibi olmuş, üç kıtayı fethetmiş, fetih ettikleri beldelere hayır, bereket ve adâlet götürmüş, o beldelerin halklarını hayat nizâmı İslâm ile tanıştırmış ve dosdoğru yolu bulmalarına vesile olup izzet sahibi olmalarını sağlamıştır...

“Allah, kâfirlere mü’minlerin aleyhine kesinlikle yol vermez.”5 buyuran Rabbimiz Allah’ın va’dı, merhamet olunmuş ümmet için aynen gerçekleşmiştir... Ümmet, tarih boyu zafer üzerine zafer kazanmıştır...

İmam İbn Kesîr (rh.a.), “Tefsiri’l-Kur’âni’l-Azim” adlı ünlü eserinde şöyle der:

“(Allah,) mü’minlerin aleyhine kâfirlere asla fırsat vermeyecek” buyruğunun dünya hakkında olup şu manaya gelmesi de mümkündür: Kâfirler için belli zamanlarda bazı kimselere karşı zafer gerçekleşse de, mü’minleri toptan yok edecekleri bir hakimiyet fırsatını Allah, onlara vermez. Çünkü dünya ve âhirette sonunda kazananlar takva sahipleridir. Nitekim yüce Allah:

“Şüphesiz, Peygamberlerimize ve iman edenlere, hem dünya hayatında, hem şahidlerin şahidlik edecekleri günde yardım ederiz.’6 buyurur."7

Rabbimiz, Melikimiz ve İlâhımız Allah azze ve celle şöyle buyurdu:

“Allah yazmıştır: ‘Andolsun, Ben galip geleceğim ve Rasullerim de.’ Gerçekten Allah, en büyük kuvvet sahibidir, güçlü ve üstündür.”8

“Kim Allah’ı, Rasulü’nü ve iman edenleri velî (dost) edinirse, hiç şübhe yok, galib gelecek olanlar, Allah’ın taraftarlarıdır.”9

Bu hakikat, “Sünnetullah”dır ve “Sünnetullah”da hiçbir değişim olmaz... Çünkü, insan kulları üzerinde yegâne kanun koyucu ilâh Allah Teâlâ böyle buyurdu...10

Allah katında yegâne hak din olan İslâm ve katıksız iman eden taraftarları olan muvahhid mü’min müslümanlar, tarih boyu,  Rableri Allah’ın yardımıyla hep zafere ulaşmış ve galip gelmişlerdir... Mücahid mü’min müslümanlar, emrolundukları gibi dosdoğru davrandıkları ve üzerlerine düşen kulluk görevlerini yerine getirdikleri müddetçe, hep üstünlüğü sağlamışlardır... Çünkü mücahid ve muttakî mü’min müslümanlar, yalnız ve yalnız “İ’lâ-yi Kelimetullah” için cihad ederler... Savaşta da, barışta da bunu hedeflerler... Onlar, ülkeler fethetmek ve sömürüp servetlerine servet katmak için asla savaşmaz, hele hele şan ve şöhret için cihad meydanlarına koşmazlar... Onlar, gerçekten iman ettikleri için, Allah’ın izni ve yardımıyla en üstün olanlar olduklarına inanmışlardır...11 Onlar, yeryüzünde fitne, yani şirk ve küfür kalmayıncaya, şirkin ve küfrün hakimiyeti yok oluncaya, yegâne hayat nizâmı olan Allah’ın dini İslâm, egemen olup itaat edilinceye kadar, yeryüzünü ifsâd eden zalim bozguncularla savaşırlar... Onların sıcak ve soğuk savaşları, ancak zalimlere karşıdır...12

Âlemlerin Rabbi Allah’ı Rab, kendisinden başka hak din olmayan, huzur ve mutluluk nizâmı olan İslâm’ı din ve Rasulullah Muhammed (s.a.s.)’i önder kabul edip iman eden mü’min müslümanların tarih boyu bu zaferlerinin sebepleri iyi incelenip bilinmeli, şartları idrak edilmeli ve şuurlu bir şekilde gündemde tutulmalıdır...

Onlar, önce şu ilâhî emre itaat etmiş ve gereğini en güzel örnek olmakla yerine getirmişlerdir:

“Rabbinin yoluna hikmetle ve güzel öğütle çağır ve onlarla en güzel bir biçimde mücadele et. Şüphesiz senin Rabbin yolundan sapanı bilendir ve hidayete ereni de bilendir.”13

İmam Ebu Mansûr el-Mâturîdî (rh.a.), “Te’vilâtü’l-Kur’ân” adlı meşhur tefsirinde bu ayet hakkında şunları beyân eder:

“Rabbinin yoluna davet et. Bu beyân hakkında şöyle denilmiştir: Rabbinin dinine davet et. Hikmetle.

Hasan el-Basrî (rh.a.) demiştir ki:

- Hikmet, Kur’ân’dır!

Yani onları, Allah’ın dinine Kur’ân’la çağır. Bazıları da hikmetle, hüccet ve kuvvetli delillerle demektir, demiştir. Yani onları, Allah’ın dinine kuvvetli delil ve kesin kanıtlarla çağır. Onları, Allah’ın dinine hüccet ve kuvvetli delillerle bağla ki, bu sebeple onda sebat etsinler.

Güzel öğütle. Hasan el-Basrî (rh.a.) demiştir ki:

-Yani yüce Allah’ın, Kitab’ta verdiği öğütlerle öğüt ver!

Ebu Bekr el-Esam şöyle demiştir:

-Yani onlara, Allah’ın verdiği nimetleri hatırlat!

Onlarla en güzel yöntemle tartış. Yani, yumuşak sözler ve kanat germek suretiyle en güzel bir şekilde mücadele et ki, Allah’ın dinini kabul etsinler ve Rablerine boyun eğsinler.”14

Peygamberlerin (Allah’ın salât ve selâmı cümlesine olsun) ve yeryüzünün vârisleri olan muvahhid mü’minler, Allah’ın dinine, yani hayat nizâmı olan İslâm’a davet ederken, muhataplarına karşı çok merhametli davranmalı, onların seviyelerine göre söz söylemeli,  İslâm’ın hakikatlerini kavramaları için idrak edecekleri örnekler sunmalıdırlar... Kendileri, en güzel ahlâklarıyla örnek olmaya gayret edip hâl ve durumlarıyla, yani amelleriyle de tebliğ edip irşâd vazifelerini yerine getirerek, davetlerini gerçekleştirmelidirler...

Ebu Leylâ el-Eş’arî (r.a.) rivayet eder.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur: “Hiç şübhesiz Allah beni, kendi yoluna hikmet ve güzel vaazla çağırmam için gönderdi. Bu hususta benim halefim olan kişi, benim yardımcımdır. Sizin, herhangi bir işinizin başına geçirilen biri, bunun dışındaki bir şeyle amel ederse, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti o kişinin üzerine olur.”15

Cabir b. Abdillah (r.anhuma)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Allah beni, zorlaştırıcı ve şaşırtıcı değil, lâkin öğretici ve kolaylaştırıcı olarak gönderdi.”16

Ve aşırılığı olmayan, insanlara örnek olan hayırlı ümmetine emri!..

Ebu Musa (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.), Muaz b. Cebel ile Ebu Musa’yı Yemen’e memur gönderdi de onlara (verdiği emirlerden olarak):

“(Halka) kolaylık gösteriniz, güçlük göstermeyiniz, müjde verip sevindiriniz, nefret ettirmeyiniz, birbirinizi seviniz (uyumlu olunuz) ihtilaf etmeyiniz!” buyurdu.17

Ebu Hüreyre (r.a.) rivayet etti.

Rasulullah (s.a.s.): “Sizler, ancak kolaylık göstericiler olarak gönderildiniz, güçlük göstericiler olarak gönderilmediniz!” buyurdu.18

Sehl b. Sa’d (r.a.)’dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu: “Allah’a yemin ederim ki Allah’ın, senin irşâdınla bir tek kişiyi hidayete erdirmesi, senin için kırmızı develere sahip olmadan daha hayırlıdır.”19

Yegâne önderimiz ve hayat örneğimiz Rasulullah (s.a.s.)’in bu beyânlarından apaçık anlaşılan, mü’min müslümanların güzel ahlâklarıyla ve salih amelleriyle tebliğ, davet ile irşâd vazifelerini yerine getirerek İslâm’ı yaymaları ve insanların onu anlayıp, kavrayıp inanmalarıdır!.. Hâl ile tebliğ ve davet, dil ile yapılan tebliğ ve davetten çok daha olumlu ve etkileyicidir...

Her şeyiyle insan fıtratına uyumlu huzur, mutluluk ve adâlet düzeni olan İslâm’a davet edilen insanlara zor kullanmadan, kendilerini bilgilendirdikten sonra iyi ve güzel örnek olup hak ve doğruyu göstererek sağlıklı seçimlerini yapmalarına yardımcı olan mü’min müslümanlar, hidayete vesile olmaya gayret ederler...

Allah Teâlâ:

“Dinde zorlama (ve baskı) yoktur. Şüphesiz doğruluk (rüşd) sapıklıktan apaçık ayrılmıştır.”20 buyurmuştur.

Hiç kimse zor ile dine sokulmaz, yani İslâm’a girmesi için zorlanamaz... Çünkü dine zorlama yoktur... İslâm, fıtrat dinidir...21 Dumura uğramamış insan tabiatına çok uygun ve uyumludur... Muhataba gereği gibi anlatıldığında ve seviyesine göre örneklendirilip idrakine sunulduğunda, şiddetle reddedecek bir durum ortaya çıkmaz... Davetçinin muhatabı olan kişiye değer verilerek yapılan davet, o kişiyi düşünmeye ve araştırmaya sevk eder... Ona, önce imanı delilleriyle, anlayabileceği örnekleriyle anmak, sonra iman ettiği takdirde zorlaştırmadan emrolunan amellerin anlatılması gereklidir... Tebliğ, davet ve irşâd hareketinde acele etmeden, çok sabırlı ve dikkatli bir şekilde davranmak gerek... Doğruluğun en güzel örneklerle beyânı ve sapıklığın insan tabiatına aykırılığı izah edilmelidir...

Doğrusu ortaya konulup delillendirilerek idraklara sunulduğunda, hemen kabul edilmese de reddolunmaz... En azından yanlış olanın anlaşılması sağlanmış olunur... Hak geldiğinde, bâtıl yok olmaya mahkum olur...22 Bâtılın ve yanlışın uzun uzun izah edilmesindense, hak ve doğru anlatılması, insan fıtratına daha uygun ve tesirlidir... Yanlış yolda olanın, içinde bulunduğu kötü hâlin beyân edilmesi, kendisini rahatsız edeceği ve tepkili davranacağı malumdur... O tiplere, hep doğru, güzel ve iyi olan anlatıldığı zaman, içinde bulunduğu durumunu düşürür ve kötü olduğunu kavrar... Böylece bâtıl ile hesaplaşır ve hakkı kabule hazır olur...

Rabbimiz Allah, kulu ve Rasulü olan İslâm Peygamberlerinden Musa (a.s.)’a şöyle buyurur:

“Sen ve kardeşin ayetlerimle gidin ve Beni zikretmekte gevşek davranmayın.

İkiniz Firavun’a gidin, çünkü o azmış bulunuyor. Ona yumuşak söz söyleyin, umulur ki, öğüt alıp düşünür veya içi titrer, korkar.”23

İslâm davetçisi, davete muhatap olanlara Allah’ın ayetleriyle gider ve yumuşak söz söyler... Zihinlerine, idraklerine ve vicdanlarına seslenir... Onları düşünmeye sevk eden nasihatlerde bulunur... Nasihat zamanını ve zeminini iyi ayarlar, buna ruhen hazır oldukları vakitleri yakalamaya çalışır, davetini en temiz duygularla ve hidayetleri için dualar ederek gerçekleştirir...

Kadın olsun, erkek olsun muvahhid mü’minlerin şahsiyetli ve izzetli tutumlarıyla duruşları, diğer insanları zorlamadan, yegâne kurtuluş olan hak din İslâm’a girmelerini, iman edip salih amel işlemelerini sağlamış olur... Önce kalpler, beyinler ve ruhlar fethedilir, sonra bedenler ve ülkeler... Bu fetih de, insanlara doğruyu, iyiliği ve hayrı gösterip en güzel örnek olmak ile gündeme gelir...

Hak ortaya çıkıp kabul görünce, bâtıl yok olup gider ve insanlar hak ile tanışınca, ayet-i kerimede beyân edilen gerçek ortaya çıkar:

“Artık kim tağutu tanımayıp Allah’a inanırsa, o, sapasağlam bir kulpa yapışmıştır, bunun kopması yoktur. Allah, işitendir, bilendir.”24

Kendisinden başka hiçbir yaratıcı ve kanun koyucu bulunmayan25 Allah Teâlâ, birbirleriyle tanışsınlar ve kaynaşsınlar diye ayrı ayrı kabile ve kavimlere ayırdığı insan kullarının birbirlerine üstünlüklerinin olmadığını, üstünlüğün ancak sağlam iman ve takva ile gerçekleştiğini beyân buyurmaktadır:

“Ey insanlar, gerçekten, Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şübhesiz Allah katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şübhesiz Allah, bilendir, haber alandır.”26

İster ilkel, ister çağdaş olsun bütün cahiliye düzenlerinde ırk, renk, dil, kavim, ulus ve soy sop üstünlükleri önemsenmiş, damarlardaki asil kanlara inanılmış ve bu cahilî inanç bir kutsal ideoloji hâline getirilmiştir... Ayet-i kerimede yegâne Rabbimiz ve İlâhımız Allah Teâlâ, yarattığı bütün insan kullarını bir erkek ve bir dişiden yarattığını beyân buyurarak, hangi ırktan, renkten, dilden, kavimden, ulus ve ülkeden olursa olsun insanların bir anne ve bir babadan yaratıldıklarını, soylarının bir olduğunu apaçık anlatmıştır...

İbn Ömer (r.anhuma) rivayet eder.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Bütün insanlar Âdem’in çocuklarıdır ve Allah, Âdem’i topraktan yaratmıştır.”27

İnsan kullarını, yalnızca kendisine ibadet, yani itaat etsinler diye yaratan Allah Teâlâ ve âlemlere rahmet olarak gönderilen Rasulullah (s.a.s.), böyle buyurdular... İnsanların yaratılıştan, yani ırk, renk, dil ve ülkeden birbirlerine bir üstünlükleri yoktur... Üstünlük, katıksız iman ve Rasulullah’ın Sünneti üzere amel etmek olan takvadadır...

Mutluluk, huzur ve adâlet düzeni olan İslâm, insanlık âlemine bu olmazsa olmaz hakikati beyân edip onları, hakka, doğruya, güzele, iyiliğe ve hayra davet etti... İzzetli ve sıhhatli bir şahsiyet olmaya ve bu şahsiyetlerden oluşan izzet toplumuna davet ederek, insanın şerefine yakışan bir hayatın yaşanmasını önerip, ortamının şartlarını hazırladı...

İslâm’a iman etmiş mü’min müslümanlar, kim olursa olsun zalime karşı ve kim olursa olsun mazlumun yanında idiler... Bu anlayış, bu inanç ve bu kesin tavırlarıyla gönüller kazanıp fethettiler... Beyinleri aydınlatıp ruhlara ferahlık sundular... Muhataplarını, Allah’ın izni ve yardımıyla şirkin ve küfrün karanlıklarından, Tevhid’in ve İslâm’ın aydınlığına çıkardılar... Cahiliyenin vahşiliğinde bulunanları, İslâm’ın medeniyetine kavuşturdular... Ve böylece zalim tağutlar tarafından kirletilmiş dünyanın, karasını ve denizini temizleyip, insanın izzetiyle yaşayabileceği, ne zalim, ne de mazlum durumda olmayacağı bir hâle getirdiler... Ve asırlarca bu şekilde yaşandı!..

Hangi çağda ve hangi ülkede olursa olsun, yegâne hayat nizâmı İslâm, bir bütün olarak hayata egemen olduğunda aynı güzellikler ve iyilikler gündeme gelir... Bu, İslâm’ın tabiatında var olan bir hayırdır ve İslâm’ın tabiatında hiçbir değişme olmaz... Ona tâbi olup teslim olanlar da, O’nun tabiatına bürünür, o hayrın bir parçası olurlar...

İnsanlık âleminin tek kurtuluş yolu ve bütün dertlerinin çâresi İslâm, katıksız iman edip, Rasulullah (s.a.s.)’in Sünneti üzere yaşayan mü’min müslümanların, ihlâs ile fetih hareketine başlayınca, niyetlerinin, hedeflerinin ve amellerinin  “İ’lâ-yi Kelimetullah” olmasını ister... Yalnızca Allah’ın Kelimesi yüceltilmeli... Cihad meydanlarında bu kelime için savaşılır... “İ'lâ-yi Kelimetullah”a karşı çıkanlar, iyiliğe, hayra, güzelliğe, adâlete ve insan haysiyetine lâyık bir şekilde yaşamaya karşı çıkmış olurlar... Yeryüzünde fitne ve fesâd çıkaranlar, zulmedip ezenler, başkalarının hakkına tecavüz edenler, gücüyle, emeğiyle helâl yoldan çalışanları sömürenler ve bu ihanetleriyle egemen olup diğer insanları çağdaş köleler hâline getirenlerin, bu işten tamamen el çekinceye, hak ve adâlete teslim oluncaya kadar bu cihad devam eder, her şeye rağmen edecektir de!..

Yalnızca Allah'ın dini, yani İslâm hakim olsun, dolayısıyla insanlık âlemi huzur ve mutluluğa kavuşsun, Allah'dan başka bir ilâha ibadet etmesin, birbirlerini rabler edinmesin, haklar çiğnenmesin ve gerçek adâlet her tarafı kuşatsın, insanlar, kula kulluk etmekten kurtulup yalnız Allah'a kul olsunlar diye cihad eden mücahid mü'min müslümanlar, ülkeler fethedip ganimet elde etmek, yiğitlik, şan, şöhret ve övülmek için asla savaşmazlar... Onlar, "İ'lâ-yi Kelimetullah" için cihad eder ve zalimlere karşı savaşır28, yeryüzünde fitne ve fesâdı kaldırmaya gayret ederler...

Rasulullah (s.a.s.):

"Her kim Allah'ın Kelimesi en yüce olsun diye savaşırsa, onunkisi Allah yolundadır." buyurmuştur.29

"İ'lâ-yi Kelimetullah" için cihad eden muvahhid mü'minler, aynı zamanda tağutlaşan zalimlerin ezdiği ve sömürdüğü mustaz'af mazlumların kurtuluşu için de savaşır, onların üstündeki bu zulüm yükünü kaldırıp ezilmişliklerden kurtarırlar!..

Rabbimiz Allah Teâlâ'nın, mücahid mü'min müslüman kullarına emri:

"Öyleyse, dünya hayatına karşılık âhireti satın alanlar, Allah yolunda savaşırlar. Kim Allah yolunda savaşırken öldürülür ya da galib gelirse, ona büyük bir ecir vereceğiz.

Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve: 'Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize katından bir velî (koruyucu sahib) gönder. Bize katından bir yardım eden yolla' diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar (mustaz'aflar) adına savaşmıyorsunuz?

İman edenler Allah yolunda savaşırlar, inkâr eden (kâfir)ler ise tağut yolunda savaşırlar. Öyleyse şeytanın dostlarıyla savaşın. Hiç şübhesiz şeytanın hileli düzeni pek zayıftır."30

İmam Kurtubî (rh.a.), "el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur'ân" adlı meşhur eserinde şunları kaydeder:

"Size ne oluyor ki Allah yolunda ................. savaşmıyorsunuz?' buyruğu cihada bir teşviktir. Aynı zamanda bu buyruk, mustaz'af kimseleri, mustaz'aflara en kötü ve ağır azabları yapan, onları fitneye düşürerek dinlerinden çevirmek isteyen müşrik kâfirlerin elinden kurtarmayı da ihtiva etmektedir.

Yüce Allah, kelimesinin yükseltilmesi, dinin üstün kılınması ve kulları arasında zayıf mü'minlerin kurtarılması için -bu uğurda canlar telef olacak olsa dahi- cihadı farz kılmıştır. İster savaşarak, ister mallar ödeyerek esirlerin kurtarılması, müslümanlar cemaatine vâcibtir. Mallarla bunun gerçekleştirilmesi daha bir vacibtir. Çünkü canlardan daha aşağıdır. Zira mal, candan daha önemsizdir.

(İmam) Mâlik (rh.a.) der ki:

- Müslümanların bütün mallarını vererek dahi olsa, esirleri fidyeyle kurtarmaları vâcibtir. Bu hususta görüş ayrılığı yoktur. Çünkü Rasulullah (s.a.s.): "Ve esiri kurtarınız."31 diye buyurmuştur."32

İnşaallah, takdir edilen zamanı gelince, yeryüzünün bütününü fethedip huzura kavuşturacak İslâm'ın ve o uğurda cihad eden muvahhid mü'minlerin inancı, niyeti ve gayesi budur!..

  1. Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l-Fiten, B.1, Hds.4252.

Sahih-i Müslim, Kitabu'l-Fiten, B.5, Hds.19.

Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-Fiten, B.13, Hds.2267.

Sünen-i İbn Mace, Kitabu'l-Fiten, B.9, Hds.3952.

İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, çev. Hüseyin Yıldız, vdğ.İst.2014, c.19, sh.273, Hds.27150. c.20, sh.215, Hds.28401.

İbn Hibbân, Sahih- el-İhsân fi Takribi Sahihi İbn Hibbân, çev. Hüseyin Yıldız, vdğ.İst.2022, c.8, sh.526, Hds.7238.

  1. Rabbimiz ve İlâhımız Allah Teâlâ şöyle buyurur:

"Battığı zaman yıldıza andolsun.

Sahibiniz (arkadaşınız olan Rasulullah) sapmadı ve azmadı.

O, hevâdan (kendi istek, düşünce ve tutkularına göre) konuşmaz.

O (söyledikleri), yalnızca vahyolunan bir vahiydir." Necm, 53/1-4.

  1. İmam Muhyiddin en-Nevevî, Sahih-i Müslim Şerhi- el-Minhâc, çev. M. Beşir Eryarsoy, İst.2014, c.11, sh.432-433.
  2. Bkz. Bakara 2/143.
  3. Nisa, 4/141.
  4. Mü'min, 40/51.
  5. İmam Hafız İbn Kesîr, İbn Kesîr Tefsiri, çev. Dr. Savaş Kocabaş, İst.2010, c.3, sh.338.
  6. Mücadele, 58/21.
  7. Mâide, 5/56.
  8. Yegâne Rabbimiz Allah şöyle buyurur:

"Sen, Allah'ın Sünneti'nde kesinlikle bir değişiklik bulamazsın ve sen, Allah'ın Sünneti'nde kesinlikle bir dönüşüm de bulamazsın." Fatır, 35/43. Ayrıca bkz. Fetih, 48/23. İsra, 17/77. Ahzab, 33/62.

  1. Bkz. Âl-i İmrân, 3/139.
  2. Bkz. Bakara, 2/193. Enfal, 8/39.
  3. Nahl, 16/125.
  4. Ebu Mansûr el-Mâturîdî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân Tercümesi, çev. Prof. Dr. Yunus Vehbi Yavuz, İst.2018, c.8, sh.241.
  5. Nûreddin el-Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, çev. Fikret Güneş, İst.2015, c.9, sh.143, Hds.9115. Taberânî, el-Mu'cemu'l-Kebîr'den.

Celâleddin es-Suyutî, ed-Dürrü'l-Mensûr fi't-Tefsir bi'l-Me'sûr, çev. Hasan Yıldız, İst.2012, c.9, sh.143. İbn Merdûye, Heysem b. Kuleyb eş-Şâşî, İbn Mende, Beğavî ve İbn Asâkir'den.

  1. Sahih-i Müslim, Kitabu't-Talâk, B.4, Hds.29.

İmam Nesâî, es-Sünenü'l-Kübrâ, çev. Hasan Yıldız, İst.2011, c.8, sh.391, Hds.9164.

İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.12, sh.614, Hds.18229.

  1. Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-Cihad, B.163, Hds.238.

Kitabu'l-Mağâzî, B.62, Hds.341.

Kitabu'l-Ahkâm, B.22, Hds.34.

Sahih-i Müslim, Kitabu'l-Cihad, B.3, Hds.6-8.

  1. Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-Edeb, B.80, Hds.153.
  2. Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-Mağâzî, B.40, Hds.231.

Kitabu'l-Cihad, B.142, Hds.214.

Sahih-i Müslim, Kitabu Fedailu's-Sahâbe, B.4, Hds.34-35.

Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l-İlm, B.10, Hds.3661.

İmam Nesâî, es-Sünenü'l-Kübrâ, c.7, sh.437, Hds.8093.

İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.17, sh.650-651, Hds.25354-25356.

İmam Beyhakî, Delâilü'n-Nübüvve, çev. Hüseyin Yıldız, vdğ.İst.2017, c.3, sh.336.

  1. Bakara, 2/256.
  2. Bkz. Rum, 30/30.
  3. Bkz. İsra, 17/81.
  4. Taha, 20/42-44.
  5. Bakara, 2/256.
  6. Rabbimiz Allah Azze ve Celle şöyle buyurur:

"Haberiniz olsun, yaratmak da, emir de (yalnızca) O'nundur. Âlemlerin Rabbi Allah ne yücedir." A'râf, 7/54.

  1. Hucurat, 49/13.
  2. Sünen-i Tirmizî, Kitabu Tefsiri'l-Kur'ân, B.49, Hds.3486.

Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l-Edeb, B.110-111, Hds.5116.

Beyhakî, Şuabu'l-İman, çev. Hüseyin Yıldız, vdğ.İst.2015, c.5, sh.396, Hds.4767.

Ebu Abdullah Muhammed b. Ömer el-Vâkıdî, Hz. Peygamber'in Savaşları- Kitabü'l-Meğâzî, çev. Prof. Dr. Musa Kazım Yılmaz, İst.2014, c.3, sh.70.

  1. Bkz. Bakara, 2/193. Enfal, 8/39.
  2. Ebu Musa el-Eş'ârî (r.a.) anlatır:

Rasulullah (s.a.s.)'e bir kimse geldi de:

-Bir kısım kimseler, ganimet malı için savaşır, bir kısım kimseler de insanlar arasında adının söylenip övülmesi için savaşır, bir kısım insanlar da yiğitlikteki mevkii derecesi görülsün diye cihad eder. Şu hâlde Allah yolunda cihad eden kimdir? diye sordu.

Rasulullah (s.a.s.): "Her kim Allah'ın Kelimesi en yüce olsun diye savaşırsa, onunkisi Allah yolundadır." buyurdu.

Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-Cihad ve's-Siyer, B.15, Hds.25.

Kitabu'l-İlm, B.46, Hds.64.

Sahih-i Müslim, Kitabu'l-İmâre, B.42, Hds.149-151.

Sünen-i İbn Mace, Kitabu'l-Cihad, B.13, Hds.2783.

Sünen-i Nesâî, Kitabu'l-Cihad, B.21, Hds.3122.

Sünen-i Tirmizî, Kitabu Fedâilu'l-Cihad, B.16, Hds.1697.

Ebu Davud Süleyman b. Davud b. Cârûd et-Tayâlisî, Müsned-i Tayâlisî, çev. M. Ömer Yusuf, Konya, 2019, c.1, sh.195, Hds.488-489.

  1. Nisa, 4/74-76.
  2. Ebu Musa (r.a.)'dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

"Ânîyi, yani (müslüman) esiri, esirlikten kurtarınız, aç olanı doyurunuz, hastayı ziyâret edip hâl ve ihtiyacını sorunuz!"

Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-Cihad ve's-Siyer, B.170, Hds.246.

Kitabu'l-Ahkâm, B.23, Hds.35.

Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l-Cenâiz, B.7, sh.3105.

Sünen-i Dârimî, Kitabu's-Siyer, B.27, Hds.2468.

İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.16, sh.166, Hds.23229-23230.

İmam Nesâî, es-Sünenü'l-Kübrâ, c.7, sh.82, Hds.7450.

İbn Hibbân, Sahih, c.4, sh.426, Hds.3324.

  1. İmam Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur'ân, çev. M. Beşir Eryarsoy, İst.1998, c.5, sh.325.
logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul