“(Allah) Yeryüzünde, sarsılmayasınız diye sabit dağlar, nehirler ve belki yolunuzu bulursunuz diye yollar ve işaretler meydana getirmiştir. (İşte yıldızlarda o işaretlerden biridir ki;) yıldızlarla da yönlerini bulurlar.” (Nahl Sûresi, 16/15-16)
Bu iki ayeti okuyunca hep zihin dünyama aslında ayetin asıl mesajı ile alakası olmamasına rağmen Ashab-ı Kiram efendilerimiz gelir. Siz isterseniz buna; “Dervişin zikri ne ise, fikri o olur.” deyin; ama ayetlerde geçen üç nitelendirme her zaman bana böyle bir telkinde bulunur. Bu kısa iki ayette üç kelime, insanlığa kazandırdığı üç faydayı hatırlatmak için kullanılır.
1- Revâsiye: Sabit dağlar anlamına gelir. Yerküreye adeta kazıklar gibi çakılan bu dağlar, her türlü sarsıntıyı dengelemek gibi bir görev icra ederler. Arzın hareketliliğine karşın üzerinde bulunan şeylerin dengelenmesini sağlarlar.
2- Enhâr: Nehirler anlamına gelir. Nehirlerin insanlara sağladığı faydalar sayılmayacak kadar çoktur. Ama burada özellikle nehirlerin yol bulma faydasına dikkat çekilmiştir.
3- Necm: Yıldız demektir. Yıldızlar semanın kandilleridir. Bu kandiller yolunu ve yönünü kaybedenlere rehberlik ederler. Bu yıldızlardan istifade etmeyi bilenler isterse ıssız ve karanlık çöllerde olsun, yine yolunu ve yönünü bulur; selametle varmak istedikleri menzile giderler.
İşte ayetlerde ifade edilen bu üç kelime ve bu kelimelerin insanlığa sağladığı faydalar bana hep sahâbe neslini hatırlatır. O ilk ve örnek nesil gerçekten sonraki tüm Müslümanlar için ama özellikle zor zamanlarda istikamet üzere yaşamayı kendine dert edinmiş gençler için sabit dağlardır, yol gösteren nehirlerdir ve yön bulduran yıldızlardır.
Yersizlik, Yolsuzluk ve Yönsüzlük
Bugün yaşadığımız bu imtihanların ağırlaştığı ve ağırlaştırıldığı çağda her zamankinden daha fazla yersizlik, yolsuzluk ve yönsüzlük içerisinde yaşamak zorunda bırakılmışızdır. Etrafımıza bakmaya gerek yok, aslında kendi nefislerimiz bu iddiamızı anlamamız için yeterde artar bile... Yüreklerimiz büyük bir sarsıntı içerisinde, neleri ne için, ne adına yaptığımızdan bihaber yaşıyor, ilkesiz tavırlarla hem kendimizi hem yanı başımızdaki insanları bitiriyor, hepsinden önemlisi kulluktan ve ibadetten zevk almama gibi çok ciddi bir sarsıntı geçiriyoruz. Böyle bir sarsıntıya maruz kaldığımız için yürüyecek yollarımızı ve varacak menzillerimizi yani yönlerimizi kaybetmiş durumdayız. Dolayısı ile bu çağın insanları olarak çok acil bizi sağlamlaştıracak, her türlü sarsıntılarımızı sükûnete erdirecek sağlam dağlara, bize yol olacak nehirlere ve bize yön gösterecek yıldızlara ihtiyacımız var. İşte bu tespiti yaptığımız anda 14 asır öncesinden bize seslenen; “Gelin, kurtuluş bizde, rehberlik bizde, örneklik bizde!” diye haykıran bahtiyarlar ordusunun o gür sedasını duymaya başlayacağız.
Müslümanlığımızın Aynaları
Asr-ı Saâdet’i oluşturan o güzide topluluk bizlerin; Müslümanlığımızın aynalarıdır. Vahyin oluşturmak istediği ideal insan tiplerinin hayal ve ütopya değil yaşanmış gerçekleridir. Allah Resulü’nün (s.a.s) mübarek ellerinde yetişmiş yeryüzünün en nasipli insanlarıdır. Bir insan sarrafı olan Peygamber’imizin (s.a.s) oluşturduğu nübüvvet potasında işlenmiş, madenleri ortaya çıkarılmış, her biri hayatın farklı bir alanında zirveleştirilerek âbide bir şahsiyet haline getirilmiş yiğitlerdir. Onlar tarihin belli bir zaman diliminde yaşamış, belli bir mekânda varlık göstermiş, ama zaman ve mekâna hapsolunmadan her çağa ve zamana seslenme kudretinde olan seçilmiş insanlardır. Onlar hakiki müminler olarak, Allah’tan (c.c) razı olmuş ve O’nu (c.c) razı etmiş, takvayı hayatlarının eksenine yerleştirmiş örnek bir nesildirler.
Onlar aklî olgunluğu yani rüşdü en güzel bir şekilde elde etmiş, birbirlerine karşı merhametli, inkârcılara karşı ise şiddetli, ibadete ve kulluğa ise sevdalı hayırlı bir toplulukturlar. Hepsinden öte, başta da belirttiğimiz gibi onlar; sarsıntı içerisinde olanlara sabit dağlar, yolunu kaybedenlere yol olan nehirler, yönlerini yitirenlere yön gösteren yıldızlardır.
Dolayısı ile bu zaman dilimlerinde yaşamak zorunda olan biz Müslümanlar, her zamankinden daha fazla bu yüce ruhları tanıma, onlarla hemhal olma, onları yolumuzun rehberleri, gecelerimizin hidayet meşaleleri ve gündüzlerimizin refikleri yani dostları edinmek zorundayız. Eğer bu hayırlı topluluğu hakkı ile tanıyıp, aradaki zaman ve mekân farklılıklarına takılmadan bugünlerden o günlere köprüler kurup, pencereler açabilirsek başta muallimler muallimi ve bu ordunun başkomutanı olan Hz. Muhammed (s.a.s) olmak üzere, sağının adamı olan Hz. Ebû Bekir’in, solunun adamı olan Hz. Ömer’in, iki nur sahibi olan Hz. Osman’ın, velayet tahtının tartışılmaz sultanı olan Hz. Ali’nin ve yüzlerce pak ve pakize simanın kokularını her an hissedecek, onlarla bir arada yaşamanın saadetine erme imkânı bulmak mümkün olacaktır.
Sahi; onlarla beraber olan şakî olmazdı değil mi?
Şakî Bir Dünyada Yaşamak
Hz. Ali’nin (r.a) hilafet günleri İslâm toplumunun karşılaştığı en sıkıntılı dönemlerinin başlangıcı olmuştur. Efendimiz’in (s.a.s) vefatının üzerinden otuz yıl geçmeden, içlerinde daha birçok sahâbede hayatta iken bu sorunların ortaya çıkması insanı gerçekten hayrete düşürür. Nasıl olurda bu kadar kısa bir zamanda daha dün destan yazan insanlar, bugün fitnelere karışır? Bu anlaşılması zor mesele daha o günlerde birilerinin zihnini zorlar. Onlardan biri gelir Halife Hz. Ali’ye şöyle bir soru sorar: “Ey Ali! Senden öncede üç halife geldi, geçti. Ama hiç biri döneminde bu karışıklıklar, bu fitneler ortaya çıkmadı. Onlar dönemin de ortaya çıkmayan bu sorunlar neden senin hilafetin günlerinde bu düzeyde şiddetli bir şekilde ortaya çıktı?”
Hz. Ali (r.a) soruyu soran zata şöyle cevap verir: “Evet, doğru onların zamanında fitneler yoktu, ama bizim zamanımızda var... Nedeni ise şu: Onların zamanında onlar da vardı, biz de vardık. Bizim zamanımızda bizler varız ama onlar yok. Onların olmadığı bir zamanda fitnelerin olması da her an imkân dâhilindedir.”
İşte Hz. Ali’nin (r.a) verdiği cevabın bu vurgusu, hem o dönem insanı için, hem de bizim için çok önemlidir. Gelin bu mesajı bizler bugünlere taşıyalım ve Hz. Ali’nin vermek istediği dersi anlamaya çalışalım.
Onlar Rehberlerimiz Olursa!
Demek ki sorunlarla yüz yüze kalmamızın nedeni onların olmayışıdır. Çünkü o güzide sahâbîler ilahî vahyin ilk muhataplarıydılar. Onlar, Efendimiz (s.a.s) ile aynı zamanı paylaşıp O’nun (s.a.s) dizinin dibinde yetişmişlerdi. Böyle olmaları onların bizler için birer örnek ve model olarak alınmaları için yeterli sebeplerdendir. Kaldı ki Âlemlere Rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz (s.a.s) açık bir lisan ile onları bize gökteki yıldızlar diye tanıtıyor, yolunu ve yönünü şaşıran her dönem insan için neyin ve kimin pusula olacağını öğretiyordu. O zaman yanlış adreslere yönelmenin, faydasız kapıları çalmanın ne anlamı var ki! Derdimizin dermanı elimizin altında ama haberimiz yok!
Efendimiz’in (s.a.s) birçok hadis kitabında geçen, adeta içimizi serinletecek bir hadisi var. Hadis külliyatlarının dua bölümünde geçen ve özellikle zikir ve ilim meclislerinin faziletlerini anlatan bu hadiste şöyle bir ifade kullanılır: “La yeşkâ bihim celisühüm/Onlarla beraber olanlar şakî olmaz” (Buhârî, Kitâbu’d-Daavât, 2087)
Sözün Sultanı olan Efendimiz’in (s.a.s) bu müjdesi bizlere verilmiş büyük bir ödüldür. Onlarla beraber olmak aslında sadece aynı çağı yâda aynı mekânı paylaşma anlamına gelmiyor. Böyle olsaydı eğer onlarla aynı zaman dilimini paylaşan nice bahtsızlar da bu müjdenin içerisine dâhil olurlardı. Demek ki onlarlar beraber olmak, sadece onlarla aynı zaman ve mekânda bulunmak veya aynı havayı teneffüs etmek değil; bilakis onların ruh dünyalarıyla birlikte olmak, ideallerini/davalarını paylaşmak, dertleriyle hemhâl olarak onlar gibi olmaya çalışmaktır. Onların hayatlarını iyice öğrenmek, imanın onlar da nasıl bir imkâna dönüştüğünü fark etmek, Kur’ân’ın onlarda nasıl bir değere sahip olduğunu bilmek ve hepsinden ötesi onlara âşık olmaktır.
Kişi Sevdiğiyle Beraberdir
Kişi sevdiği ile beraber değil midir? Hatip b. Ebî Beltâ’yı ölüm cezasından kurtaran Allah ve Resûlü’ne olan sevgisi değil miydi? Sevgi deyip geçmeyelim, sevgi vardır sahibini cennete taşır, sevgi vardır sahibini cehenneme ulaştırır.
O halde şakî bir dünyada şekaveti/şikâyeti bırakalım. Ağlayıp sızlanmayı, yapılacak işleri birbirimize havale etmeyi, birbirimize düşmanca bakmayı terk edelim. Tek bir derdimiz olsun o da, onlar gibi olabilmek… Sahâbe gibi aşk ve iş ehli olabilmek…
Bunun için şu sözleri özellikle çağın gençleri olarak üzerlerimize alalım:
Ey Gençler!
- Ey Gençler! İmanı iyice öğrenin, içselleştirin, kavrayın. Unutmayın, hakiki imanı elde eden kâinata meydan okur.
- Ey Gençler! İradenizi iyice güçlendirin, sağlamlaştırın, aşılayın. Unutmayın, iradenin hakkını veren, gerçek bir mücahid olur.
- Ey Gençler! Salih ve sadık dostlar arayın, bulun, edinin. Unutmayın, sadıklarla beraber olan, sıddıklardan yazılır.
- Ey Gençler! Hedeflerinizi büyültün, kalitelileştirin, arttırın. Unutmayın, hedefleri büyük olanın, adımları da büyür, adımları büyüyenin amelleri güzelleşir.
- Ey Gençler! Sabrı kuşanın, azık edinin, donanın. Unutmayın, sabreden kazanır, sabreden zafere erir, sabreden başarır, sabreden hedefine kavuşur.
* Siyer Vakfı Kurucusu