EVLADINA KIYMET VEREN TÜM ANNELERE
Bir süredir ülkece sarsıcı haberlerin içindeyiz. Devamlı birileri yapı denetim eksikliği sebebiyle devlete sayıp sövüyor, bir taraftan da hem AFAD hem de STK'lar canla başla deprem bölgesinde mücadele ediyor. Kimi insan dil, din, mezhep, ırk ayrımı yaptığına utanırken kimisi hâlâ “o’cu bu'cu nerede, niye meydanlarda yok?” diye ateş püskürüyor, aklıselîm olanlar ise aslında her kesimden insanların türlü sebeplerle yardımdan yardıma koştuğunu görüyor.
Bir yandan bunca hengameye dışarıdan şahit olan çocuklar, aslında her şeyin farkında olduğu halde, değilmiş gibi davranmaya devam ediyor. Anneler ise kendisini türlü türlü ikilemin içinde buluyor. Çocuğunda travma kalmasından korkan anneler 1999 depreminden kalma kendi travmalarını bastırmaya çalışıyorken bir yandan psikologlar takip edip ne derlerse uygulamaya çalışıyorlar. Bir yandan da hissedilen yoğun duygularla baş etmeye çalışıyorlar. Kimi annelerse çocuğunu bu durumlardan uzak tutmaya çalışıp haberdar olmasını istemiyor.
İçinde bulunduğumuz durumda gerçekçi olmak zorundayız. Belki haberleri izleyip hüngür hüngür ağlayacak sonra gözyaşlarımızı silip dönüp çocuğumuzla oyunlar oynayacağız, kitaplar okuyacağız. Çocuğumuza her sarılışımızda, evladını kaybeden anneleri düşünüp belki tekrar ağlayacağız. Anneler evladını kaybediyor da annesini kaybeden evlatlar yok mu? Hem de öyle çok ki. Her kadının burada düşünmeden edemeyeceği şey mutlaka o evladın çaresizliği, bundan sonra ona kol kanat gerecek birinin olup olmadığıdır. Bunları düşünerek acımıza acı katmıyor bilhassa her insanın mutlaka hissetmesi gereken şeyleri en derinden hissediyor ve en gelişmiş hâliyle belki de şimdiye kadar hiç yapmadığımız derinlikte empati kuruyoruz. Bir insan olarak empati yoksunluğu yaşamadığımız için bile ne kadar şükretsek az!
Bununla birlikte bir sorunumuz daha var ki, bazı kültürel kalıntılarımızı maalesef İslam'la karıştırabiliyoruz. İslam kolaylık dinidir, kendini perişan etme dini değil. Elbette ki şu an en büyük sıkıntıyı çeken kardeşlerimizle empati kuracağız elimizden gelen yardımı onlardan asla esirgemeyeceğiz namazlar kılıp, Kur'an okuyup, dualar edeceğiz ancak nasıl ki dînî herhangi bir hususta ruhsatı kullanmak zorunda kaldığımızda suçluluk hissetmiyorsak, yanımızdaki evlatlarımızın varlığına hamd edip onlarla oyunlar oynarken de suçluluk hissetmeyeceğiz. Üzülüp ağlamak, empati kurmak, annesiz kalan çocukları, evladını kaybeden anne ve babaları düşünmek bizi ne kadar derinden üzse de kalkıp içtiğimiz çay sebebiyle, içemeyen kardeşlerimizle o an onu paylaşamıyor olmaktan ötürü utanç duymamalı elimizden gelenin en iyisini yaptıktan sonra bütün bu gösterdiğimiz yaşam belirtilerini iki yüzlülük gibi algılamamalıyız. Yaşam belirtisi gösteriyor olmak suç değil bilhassa çocuklarımıza karşı bir sorumluluğumuz bir görevimizdir.
Asıl suç onların karnını, zihnini, ruhunu doyurma imkânımız varken bunu yapmayışımızdır. Hâlâ hayatta oluşumuzu (tüm acılara rağmen) es geçemeyiz. Bu hususa dikkat kesilecek olursak, depremzedelerin bir kısmının bizlerden daha dirayetli durabildiklerini fark etmemiz uzun sürmeyecektir. Bizler kalbimizde yoğun sızı hissederken yavrumuz gelip bizimle evcilik oynamak istediğinde terslememeli ancak hislerimizi de yok saymamalıyız. Yapılacak ilk ve en önemli şey hissettiğimiz yoğun duyguları dışarı aktarmanın yolunu bulup hafiflemektir. Bunun en kolay yolu (kimisi için) ağlamaktır. Ağlama isteği gülmek kadar normal olup yok sayılmamalıdır. Hele ki biz anneler ağlama isteğini sık sık bastırırsak, bu yoğun duygu birikimi, istemeden âni ve gereksiz tepkilere yol açabilir ki bunun tüm gün yanı başımızda bulunan yavrumuza denk gelme ihtimali oldukça yüksektir. Kendimizi rahatlattıktan sonra yavrumuzla daha sağlıklı İletişim kurabilmemiz daha kolay olacaktır. Duygu yoğunluğunun hafiflemesi ile daha sağlıklı düşünebilecek, hem kendimizi hem de aile fertlerini (gerek maddi gerek manevi) doyururken bunun bir ihtiyaç olduğunu fehmedip ihtiyaçlarımızı karşıladığımız içinde daha az utanç duyacağız.
Anlamak ve anlaşılmak insani bir ihtiyaçtır. Özellikle gelişimini henüz tamamlamamış yavrularımızı anlamak ve onlar için anlaşılır durumda olmak mecburiyetindeyiz. Bizler yeterince anlaşılır durumda olacağız ki; dört bir yandan deprem haberleri duyan, görüntülere şahit olan, etrafındaki yetişkinlerin uzun uzun konuşmalarına/serzenişlerine kulak misafiri olan yavrular kendilerini anlatmanın, anlaşılır olmanın yolunu bulabilsin ve bizlere kendi bulacakları yolla bilgiler verebilsinler. Belki oyun oynarken oyuncak kepçesiyle kazı çalışmaları yapacak ve aslında bize olaylardan ne kadar haberdar olduğu ne kadar idrak ettiği konusunda ipuçları verecektir. Yeteri kadar anlaşılabilir olabilen yetişkin, çocuğunun da anlaşılabilir olmasını oyunlarına engel olarak değil eşlik ederek sağlayacaktır. Bu sürecin Allah’ın izniyle geçici olduğunu ve bu tür oyunların ve korkuların ebeveynler desteğiyle zamanla azalacağını unutmayalım. Oyun aracılığıyla ufak ufak içlerini rahatlatacak bilgiler verip korkularını hafifletebileceğimizi bilmemizde fayda var.
Çocuğunun gelişiminden haberdar olan, çocuğunu tanımak için çaba sarf eden her anne ve baba çocuklarının mizacına en uygun yolu bulacak ve bu durumu en sağlıklı şekilde nasıl atlatacağını er ya da geç fark edecektir.
Yaşanılan doğal afetin üzerinden günler geçti ancak sıkıntı o kadar büyük ki her şeyin düzene girmesi belli ki yıllar sürecek. Bu süre zarfında başka şahsi sıkıntılarımız ve hatta belki kayıplarımız olacak. Her şeye rağmen hayatın devam ettiğini canlı kanlı çocuklarımıza gösterecek olan, onlara yine örnek olacak olan bizleriz. Çocuklar acıların karşısına nasıl bir tutum sergileneceğini büyüklerinden görerek öğreneceklerdir. Daha doğmadan babasını, çocukluk döneminde annesini, ve yetişkinlik döneminde çocuklarının bir kısmını kaybetmiş olan Allah Rasûlü bizim yegâne önderimiz aynı zamanda en büyük örneğimizdir. Kayıpları karşısında sergilediği sabırlı hâli, kıyamet kopana dek örneğimiz olmaya devam edecektir.
Bu süreçte şeytanların ve dibine kadar tuğyana batmış insanların kötü söz ve fiilleri, insanların imanlarına olan saldırıları dünyevi bir hakikat olup insanlık tarihi boyunca süregelmiş ve kıyamete kadar da devam edecektir. Bu süreçte bu insanların, Rabbimiz’in insanlığa neden böyle bir musibet verdiği yönündeki saldırgan sözleri karşısında iman sahibi her insan en büyük sıkıntı ve musibetlerin, peygamberlerin başına geldiğini asla unutmaz. Yeryüzünden musibetler kaldırılacak olsa önce peygamberlerin başına gelen gerek maddi gerek manevi sıkıntıların giderilmiş olması gerektiğini görebilecektir. Durumu şahsileştirebileceğimiz tek nokta daha iyi bir Müslüman muvahhidler olmak ve İslam davetçisi olma yönündeki çabalarımızı artırmaktır.
Ve unutulmamalıdır ki bu dünyadaki her şey ahirete yatırımdır. Kıldığımız namazların, ettiğimiz duaların, okuduğumuz Kur’ân’ların ahirete yatırım olması gibi insanların tüm canlılara yardım etmesi de ahirete yatırımdır. Ancak İnsanların canlılara yardımı elbette kısıtlı kalacaktır. Kerem sahibi Rabbimiz buyuruyor ki “Ey iman edenler! Sabır ve namazla yardım dileyin. Şüphesiz Allah sabredenlerin yanındadır”
Bu yolda en büyük azığımızın, Rabbimizin yardımı olacağının bilincinde olmamız duası ile...
(Yazıya dair şunu belirtmek isteriz ki burada sıkça annelere hitap edişimiz annelerin yüküne yük katmak olmayıp babaların gerek işte gerek yardım çalışmalarında olmaları sebebiyle annelerin çocuklarıyla daha çok vakit geçirme imkanı bulmaları sebebiyledir.)