Kişinin işi, meslek çalışması, asıl uğraşı dışında, dinlendirici bir iş olarak yaptığı, oyalayıcı şeylere hobi denir. Fotoğrafçılık, kaligrafi, makrome, balık tutma, pul biriktirmek, origami, zihinsel bulmacalar, yabancı dil öğrenimi, bahçe işleri, evden satış yapmak, yazmak gibi şeylere de hobiye örnek verebiliriz. Fakat hobi için bir incelik vardır ki bu yaptıklarını boş zamanlarında yapması ve rahatlamak için yapmasıdır.
Günümüzde yanlış anlaşılan bir hobi çeşidi de kitap okumaktır. Halbuki dininin ilk emri oku olan bir kitaba sahip Müslüman nasıl olurda kitap okumayı hobileri arasında sayabilir. İşte bu anlayış bizi de “Hobi dini” edinmeye sürüklemiştir. İnsanlar artık dinlerini öğrenmek için özel vakit ayırmamış sadece boş zamanlarında bazende rahatlamak için veya mecburen bir öğrenim içine girmişlerdir.
Mesela biri bir sohbete davet etse dese ki “Bu akşam falanca vakıfta sohbet var gelirmisin? Hem de Kur'an öğretiyorlar.“ O kişide düşünüyor. Bu akşam ne? Çarşamba! İşim yok, boşum gelirim. Hem benim içinde iyi olur. Bi şeyler öğrenmiş olurum. Uzun zamandır da Kur’an okumuyordum unutmuşumdur iyi olur.”
İşte dikkat edin işi olmadığı için geliyor. Peki işi olsa idi. Elbette gelmeyecekti.
Veya çok bunaldığında, daraldığında “Artık ben namaza başlamalıyım kendimi boşlukta hissediyorum. İşler de ters gidiyor.” diye başlanılan bi namaz. Zaten işler düzeldiğinde morali yerine geldiğinde de ilk terk edilen namaz olacaktır. Belki de bize namaz insanı Rabbine yaklaştırır, rahatlarsın, işlerin rast gider diye öğrettikleri için sanki dar günlerinde sığınılacak bir liman gibi namazı öğrettiklerinden böyle oldu onu da tam bilmiyoruz ama; ne namaz, ne Kur'an okumayı öğrenmek için değil hayatımızın merkezinde olması gereken ana damar gibi görmeliydik dinimizin emirlerini.
Veya yurdumda şöyle de oluyor; en yakınını kaybedince Kur'an okumak akla geliyor. Önce hatimler dağıtılıyor. “Üçüncü cüz senin, dört benim, beşi de falanı arayayım o okusun” diye cüz dağıtılıyor. Aynısı hastanın durumu ağır ise de yapılıyor. Öncelikle böyle bir hatim indirme şekli Ehli Sünnet çizgisinde yoktur. Kişinin kendisinin baştan sona kadar okuyup bitirmesi ile gerçekleşen bir ibadettir hatim. Selef birbirlerine hatim cüzleri dağıtmazdı. Hastalarını Kur’an ile tedavi ederlerdi fakat cüz dağıtarak bunu yapmazlardı. Hasta iyileşene kadar, ölünün acısı unutulana kadar namaz, Kur’an sonra neden bıraktın diye sorulunca kaçamak cevaplarla ne bileyim gibi basitçe geçiştirmelerle de konu kapatılıyor. Çünkü hasta iyileşti acı dindi tekrar normal hayata dönüldü sanki açıkca denmese de “Artık Allah’a ve O’na yaklaşma çeşitlerine ihtiyaç kalmadı” denmektedir.
Elbette kime böyle deseniz kabul etmeyecek belki de size kızıp tehdit bile edecektir.
Fakat daraldığımızda, bunaldığında veya üzüldüğümüzde yaptığımız, sonra normale dönünce terk ettiğin şey ne manaya gelir. Üzüldüğünde, sıkıldığında yaptığın şey hobi değildir de nedir. Zaten daraldığında rahatlamak için yapılan şeyler değilmiydi hobi.
İşte artık bizim için din ve emirleri bir hobi oldu. Hobi dini! Rahatladığında bırakabilirsin. Unuttuğunda terk edebilirsin.
Halbuki her daim dinimizin emri hayatımızın merkezinde olmalıydı. Kur’an hayata hakim kılınmak için öğrenmeli ve İslam’ın izzeti için yaşanmalı idik. Biz inancımızı öğrenmek için zaten ve muhakkak haftalık bir ders programı (o da en az) takip etmeli idik. Rabbimizle her hafta buluşmalı, benden istediklerini öğrenmeli, her öğrendiğimi de hayatıma uygulamaya çalışmalı idim. Çünkü ben biliyordum ki dinimin benden istedikleri hemen bir çırpıda öğrenilecek şeyler değildi ve hayatıma uygulamak yani refleks haline dönüştürmek kolay da değildi.
Mesela sol elle yemek yiyen sağ elle yemesi gerektiğini bilmesine rağmen alışkanlıktan unutup sol ile yemeğe devam edebiliyor. Fakat onun bu halini bilen yanındaki bir kardeşi ona hatırlatıp uyardığında teşekkür edip zorlansa da sağ ile devam ediyor.
Zamanla da sağ ile yemek onda refleks haline geliyor. Peki bu asıl oluyor. Yanındaki kardeşinin uyarması ile. İşte bizim sadece haftalık bir dersi takip etmemiz bir hocanın dizi dibinde Müslümanlarla olmamızın faydası sadece ilim öğtermek ten ibaret değil bir birimize hatırlatmak, unuttuğumuzda yapmak, hakkı ve sabrı tavsiye ve yanlışları da terk etmek için di.
Daha bir çok faydasını da biliyoruz ama bu basit ama önemli örnekle de anlaşılacağını zannettiğim ilim halkalarına dahil olmadan nasıl güzel bir Müslüman oluruz ki?
Yurdum insanının halidir bizi bu ızdıraplı satırları yazmaya iten. Dini hobi gibi görüp hayatımızı başka kurallara göre idame ettirmek. Futbol organizasyonlarına, arkadaş toplantılarına ve bunun gibi bir çok şeye göre hayat dizayn edilip programlar yapılıyor ama ben Müslumanım öğlen namazını kılıp gelirim veya o vakit akşam nazmı vakti namazı nerede kılıcam hesaplarını nasıl yapmayız. Pazartesi halı sahaya gelemem o gün nafile oruç tutacağım. Pazartesi-Perşembe çok makbul demeyecek miyiz? Erkek Müslümanlar iş yerinde soyunurken soyunma kabini var mı boxer da olsa altımda böyle yan yana pantolonumu değiştiremem demeyecek, diyemeyecek miyiz.
Bunlar daha başlangıç seviyesi diyelim. Yani ben hayatımı eğlencemi, yatmamı, kalkmamı, giyinme biçimimi, saçımı, sakalımı, sevdiklerimi dinime göre ayarlamayacaksam dinim benim için “Hobi” olmuş demektir.
اِنَّمَا الْحَيٰوةُ الدُّنْيَا لَعِبٌ وَلَهْوٌ
Muhammed Süresi 36. ayette “Mukakkak ki dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden ibarettir” buyrulmaktadır. Yaşayanlar olarak bizler de bu ayetin gerçekten doğru olduğuna iman etmiş, istisnasız tasdik etmişizdir. Fakat sorun, oyun ve eğlence aracı olan tuğladan evlere, tenekeden arabalara kendimizi çok kaptırmış olmamızdır. Sorulduğunda bir gün bu oyuncakları bırakıp gideceğimizi söyleriz ama hiç ayrılmayacak gibi yaşar ve bunun için ahiretimizi dahi yakarız. Halbuki gerçek olan bırakıp gideceğimizdir ama çocuk gibi davranırız.
ÇOCUK GİBİ OYNUYORUZ DÜNYADA
Çocukluk günlerimize götürmek istiyorum sizi. Bahçede çamurla oynadığımız o günlere. Çamurdan yollar, parklar hatta köprüler yaptığımız o günleri hatırlayın. O kadar zevk alırdık ki her şeyi unuturduk. Cidden o yolların içinde yaşıyormuş, evimiz varmış gibi kaptırırdık kendimizi. Hatta biri gelip oyunumuzu bozsa, yolumuzu yıksa kavga çıkarır, dalaşırdık. O kadar ciddiye alırdık oyunumuzu. Oyundu bilirdik ama bozulmasını istemez bırakıp gidemezdik. Öylece dünyayı bile unutmuş şekilde oyuna dalar giderdik tüm masunluğumuzla. Ta ki ne zamana kadar? Bir ses duyulana kadar. Neydi o ses?
OYUNLARI BOZAN SES
İşte o ses, oyunumuzu bitiren, yaptığımız her şeyi bıraktıran o ses anne sesi idi. Evden bize seslenirdi: ”Haydi oğlum akşam oldu eve gel. Duymuyor musun ezan okunuyor.” Duyuyorduk hatta ezan sesi ile evde olmamız gerektiğini de biliyorduk ama yaptığımız onca emek, işçilik nasıl bırakılırdı. Ya başka çocuklar gelip bozarsa yaptıklarımızı. Biraz daha oynamak, kalmak istediğimizi belirtince anneye, bu sefer sesin tonu değişir şiddeti artarak ”Hadi eve dedim sana.” Son tehdit cümlesi de arkadan eklenirdi. “Bak babana söylerim.”
Çaresiz istemeye, istemeye çamur yollarımızı, köprülerimizi ve evimizi teneke oyuncak arabamızı bırakırdık bahçede. Akşam olmuş eve gitmeli yıkanmalı uyumalıydık.
İşte aynı çocukluğumuz devam ediyor. Bi farkla!
Artık çamur yollarda değil asfalt yollarda oynuyoruz. Tenekeden arabaları çocukken elle götürürdük, şimdi içine biniyoruz. Evimiz çamurdan değil tuğladan, içine girebiliyoruz ama değişmeyen şey hala oynuyoruz. Peki ne zamana kadar oynayacağız tuğladan evlerle teneken arabalarla?
Yine aynı aslında. Ses duyulana kadar. Fakat bu sefer tüm oyuncaklarımızı bıraktıracak ses anne sesi olmayacak. Tüm her şeyimizi bıraktıran ses tüm zevkleri, eğlenceleri iştahları bıraktıran ses olacak. Biz o sese de direneceğiz, gitmek istemeyeceğiz ama o da olmayacak. Çünkü o ses melekul mevtun sesidir. Ölüm meleğinin sesidir.
Direnmek isteyeceğiz. Çocuklarımızı bahane edeceğiz. Onlara kim bakar, ne olur halleri endişesi kaplayacak içimiz. Ya hanımım evim, arabam, anam babam ne olur halleri. Hem daha yapacak çok işimiz vardır ama ölüm meleği dinlemez bizi. Artık gitme vakti gelmiştir. Aynı çocukluğumuzda ki gibi akşam olmuş güneş batmıştır.
Tüm oyuncaklar geride kalmıştır. Çocukluğumuzdan bi farkla. Tüm oyunların, oyuncakların ve zamanın hesabı verilecektir artık. Çünkü artık çocuk değilsindir ama vay haline ki hala büyüyemediysen çocuk kaldıysan.
İşte böylesi bir hayatın oyuncusu olmamak için dinimiz hobi edinmemeli, oyuncakların rabbini razı etmek için uğraşmalıyız.
Şehid Malcolm X’ in sözü tam burada çok manidar olacağına inanıyorum.
“Bize kalmayacak bir dünya için, bize kalacak günahlar biriktiriyoruz.”