Birkez daha 6 Şubat Maraş depremi bizlere gösterdi ki Anadolu topraklarında yaşayan Müslüman halk zor zamanlarda birbirlerine nasıl sahip çıkıldığını depremin ilk anından itibaren depremzedelere yardım için nasıl canhıraş bir şekilde yardıma koştuğunu,gerek arama kurtarma esnasında,gerekse Lojistik Destek, yiyecek, giyecek ve barınma ısınma gibi temel ihtiyaç temini noktasında kardeşlerine el uzattığını onların acılarına bir nebze ortak olduğunu gözler önüne sermiştir. Gerek halkımız, gerek sivil toplum kuruluşları ayni ve nakdi yardımlarla depremzede kardeşlerine yardımcı olmaya gayret etmiştir. Deprem bölgesinde geçirdiğim 2 gün boyunca Maraş ve Adıyaman'da büyük bir dayanışma birlik ve beraberlik içerisinde bir toplum yapısı gördüm. Herkes bir şeyler yapma bir işin ucundan tutma gayretinde idi. Elbette olayın üzerinden zaman geçtikçe insanlar biraz daha fikir ve düşünceleri olgunlaşmaya ve daha sağlıklı düşünmeye başladı. Bu depremde suçlu aramaktan ziyade, yapılan hataları yanlışlıkları fark etmek ve bundan sonrası için tedbirler alması yönünde olması gerekmektedir. Bu güzel Anadolu coğrafyası yanlış yerleşim, planlama ve yönetilmenin kurban olmuştur. Konuyla ilgili uzmanların da ifade ettiği gibi yerleşim yerlerini düz ovalara değil de yamaçlara yüksek yerlere yapmak ve özellikle ovayı tarım için kullanmanın daha doğru olduğunu ifade ettiklerini görmekteyiz.
Hatalar bugünün hatası değil geçmişten gelen hatalardır. Hatalar başımıza geldikten sonra değil gelmeden önce tedbir almayı dinimiz İslam bize emretmiştir. Başımıza gelen musibetler bazen imtihanın bir parçası olarak Kur'an-ı Kerim bunu ifade ederken, bazen de Allah'a karşı haddi aşmanın cezası olarak Allah tarafından suçlulara verilen bir ceza olarak Kur'an-ı Kerim tarafından tarif edilmiştir.
İmtihana örnek olarak Bakara Suresi’nin 155. ayetini örnek verebiliriz. Rabbimiz şöyle buyurdu:
"Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık mallardan canlardan ve ürünlerden biraz azaltma fakirlik ile deneriz. Ey peygamber sabredenleri müjdele."
Ayetin devamında ise Allah'ın imtihanına karşı sabredenleri Allah'ın musibetlerine karşı Allah'ın emrettiği gibi tevekkül edenleri Rabbimiz Allah azze ve celle bağışlayacağını, rahmetine alacağını beyan ederek "O sabredenler kendilerine bir bela geldiği zaman biz Allah'ın kullarıyız ve biz ona döneceğiz derler. İşte Rablerinden bağışlamalar ve rahmet hep onlaradır ve doğru yolu bulanlar da onlardır.” (Bakara, 155-157)
Allah'a karşı gelmenin ve isyan etmenin cezası olarak gelen azaba ve musibetlere örnek olarak da;
"Andolsun biz de ‘Firavun ve çevresini belki öğüt alıp düşünürler’ diye yıllar yılı kuraklığa ve ölüm kıtlığına uğrattık" (Araf Suresi, 130 )
"Bunun üzerine ayrı ayrı mucizeler olarak üzerlerine tufan, çekirge, haşerat, kurbağa ve kan musallat kıldık yine büyüklük tasladılar ve suçlu günahkar bir kavim oldular." (Araf Suresi, 133)
Deprem ve buna benzer musibetler Müslümanlar için bazı hikmetleride içinde barındırır. Mü'min olarak bir musibete uğramak, ona sabretmek karşılığında bir sevaba ya da günahların affına sebebiyet verebilir. Ya da amellerimiz ile elde edemeyeceğimiz derecelere ulaşmamıza vesile olabilir. Aynı zamanda bu durumda ölen Müslümanların şehid sevabına ulaşacaklarıda sahih hadislerle bizlere haber verilmiştir. Yeter ki en büyük ibadetlerden olan sabır ibadetini gündeme getirebilelim.
Allahu Teala hiçbir şeyi sebepsiz yaratmadığını göklerin ve yerin yaratılışını gece ve gündüzün değişkenliğini gemilerin denizlerde seyretmesini yağmurun yağdırılmasını onunla ölü toprağın canlandırılmasını çeşitli canlıların yeryüzüne yayılmasını rüzgarların farklı yönlere doğru hareket etmesini ve bulutların yer değiştirmesini ince hesaplarla düzenlendiğini veciz bir biçimde hatırlatmıştır. (Bakara, 164)
Buna göre evrende hiçbir şeyin tesadüfe dayalı olmadığı, aksine her şeyin ilahi kanunlar ve belirlenen yörüngeler çevresinde hareket ettiğini işaret edilmiştir. Nasıl ki yağmurun yağması için bulutlara ve rüzgara ihtiyaç varsa çocuğun olabilmesi için bir erkek ve kadının nikahlanması gerekiyorsa depremlerin oluşması için de fay hattı birer sebep teşkil edebilir. İslam hiçbir şekilde bilimi reddetmez tam tersine bilime ve ilme teşvik eder.
Ne materyalistlerin dediği gibi Allah'ın iradesini yok sayarak deprem ve buna benzer felaketler sadece bilimsel olarak açıklayacağız diye bu sadece fay hattının kırılması olayıdır denilebilir. Çünkü Kur'an-ı Kerim, "Gaybın anahtarları Allah'ın yanındadır. O’ndan başkası bilmez o karada ve denizde ne varsa bilir Allah'ın izni olmaksızın hiçbir yaprağın dahi kıpırdamayacağını o yerin karanlıklarındaki tek bir taneyi bile bilir yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır." (Enam Suresi, 59)
“Allah bir şeyi yapmaya murad ettiğinde ona sadece ol der ve o da hemen oluverir." (Yasin Suresi, 80) dediğini bizlere haber vermektedir.
Maddecilik ve materyalizm açısından meselenin böyle olmadığı, bilim ve akıl ile de anlaşıldığı gibi sebepsiz hiçbirşeyin olmadığı tesadüf diye kainatta hiçbirşeyin olmadığı da artık batılı bilim adamları tarafındanda açıklanmıştır. İslam açısından da hiçbir tedbir almadan sebeplere sarılmadan bu bizim kaderimizde var, Allah bunu bu şekilde takdir etti de denemez.
Bugüne kadar şiddet ve kapsam farklılığı olsa da doğal afetlerin ve kazaların yaşanmadığı yer ve zaman yok gibidir. Can ve mal kaybı olmayan olaylar, hafızalardan silinmiş olabilir, fakat büyük deprem ve kazalar milletlerin tarihinde derin izler bırakmıştır.
Enes b. Malik'in rivayetine göre İslam tarihinde ve Hazreti Peygamber (sas) hayatında ilk yer sarsıntısı Uhud Dağı'nda meydana gelmiştir. Bir defasında Hz Peygamber Hz Ebubekir, Hz Ömer ve Hazreti Osman radıyallahu anh ile Uhud Dağı’na çıkmıştı orada bulundukları sırada da onları salladı. Bunun üzerine Allah'ın elçisi “Ey Uhud sabit ol Senin üstünde bir peygamber, bir Sıddık, iki de şehit bulunuyor” buyurmuşlardı. (Buhârî, “Fedaili ashabu'n Nebi”, 5)
Fahreddîn-i Raziye göre tevekkül, insanın kendi elindeki işin zahiri sebeplerini yerine getirdikten sonra kalbini Allah'a bağlamasıdır. (Tefsirul Kebir) Elmalı Hamdi Yazır da tevekkülü bütün cihet ve gayretini sarf ettikten sonra Allah'a güvenmek kadere kazaya razı olarak işin sonucunu Allah'a bırakmak şeklinde tanımlamıştır. (Hak Dini Kur'an Dili) Ahmet Hamdi Akseki ise tevekkülün maksada erişmek için lazım gelen maddi ve manevi sebeplerin hepsine yapıştıktan ve başka bir şey kalmadıktan sonra Allah'a İtimat etmek ve ötesini Allah'a bırakmak şeklinde açıklamıştır. (İslam Dini)
İnsan çoğu zaman olağanüstü bir olayla yüz yüze geldiğinde tevekkül anlayışına sığınmayı tercih etmiştir. Olup bitenler sorgulanmadan ve kusurunun olup olmadığına bakılmaksızın; “Ne yapalım Allah'ın emri böyle imiş yapılacak bir şey yok” diyerek doğal afetlerin veya kazaların tevekkül ile ilişkilendirilmesi kolaycı bir çözüm olarak görülmüştür. Oysa ki karada ve denizde meydana gelen olumsuzluklarda insanın da sorumluluk payı vardır. Kur'an-ı Kerim bu hususu şöyle açıklamıştır;
"İnsanların kendi istedikleri kötülükleri sebebiyle karada ve denizde bozulma ortaya çıkmıştır. Dönmeleri için Allah yaptıklarının bazı kötü sonuçlarını dünyada onlara tattıracaktır." (Rum Suresi, 41)
Görüldüğü üzere Kur'an, karada ve denizde muhataplarının sebep oldukları bazı olumsuzluklardan dolayı uyarıda bulunmuştur. Çünkü her geçen gün teknolojik gelişmelerin yol açtığı çevresel ve biyolojik felaketler iklimi üretimi ve beslenmeyi riskli hale getirmektedir. Ayette geçen insanların kendi elleriyle yapıp ettikleri yüzünden cümlesi bir başka yoruma göre ise birey ve toplum, her şey yerli yerince yapmadığı için taşkınlıkları ve ilahi sınırları aşmaları sebebiyle insanın karada ve denizde çeşitli problemlerin ortağı haline gelmesi şeklinde değerlendirilmiştir.
Kur'an-ı Kerim'de de her çalışmanın mutlaka karşılığının verileceği belirtilmiştir. "İnsan için ancak çalıştığı vardır şüphesiz onun çalışması ileride görülecektir sonra çalışmasının karşılığı kendisine tastamam verilecektir." (Necm Suresi, 41) Bu ayetlerden anlaşıldığı üzere tevekkül çalışmayı ve tedbiri yok sayarak ipin iki ucunu serbest bırakmamış, aksine azim gayret ve alın teri ile sonuca kitlenerek takipte kalınmasını öngörmüştür. Buna göre önce sebeplere başvurmalı sonra da iman irade ve kararlılıkla hedefe ulaşmak için gayret göstermelidir.
"Yerin omuzlarında yürüyün ve Allah'ın rızkından yiyin." (Mülk Suresi, 15) Ayet yeryüzünde tarım ziraat ve farklı yatırım türleri ile kazanç aramasını emretmiştir. Başka bir ayette "Onlara karşı gücünüz yettiği kadar kuvvet ve cihat için bağlanıp besleyen atlar hazırlayın." (Enfal Suresi, 60) buyurulmuştur. Burada da düşmana karşı tedbirli ve güçlü olmanın önemi vurgulanmıştır. Zira kuvvetten maksat, savaşa düşmana üstünlük sağlayacak her çeşit vasıtadır. Kara, hava ve deniz kuvvetlerinde ihtiyaç duyulan araç her şeyi kapsamaktadır.
Hz Peygamber (s.a.s) Kur'an'ın nüzulü ve kayıt altına alınmasındaki meseleye önem vermedeki hassasiyetidir. Buna göre nazil olan sure ve ayetleri nasıl olsa Allah muhafaza eder diye kendi haline bırakmamış aksine önce kendisi ezberlemiş sonra da vahiy katiplerinden birini çağırarak onun da ezberlemesini ve yazmasını sağlamıştır.
Konu ile ilgili vahiy katiplerinden Zeyd bin Sabit, bu hususu şöyle nakletmiştir; Vahiy onun huzurunda yazardım, bitirdiğim zaman yazdığını oku buyururdu, eğer ondan bir şey kalmışsa ekletir, fazla bir şey olursa onu da çıkartırdı. (M. Asım Köksal, İslâm Tarihi, 11/195)
Yine Hazreti Peygamber (s.a.s)'nin hicret ve savaş öncesi aldığı stratejik önlemler de bizim için örnek uygulamalardır. Bunlardan biri onun hayatında bir dönüm noktası olan hicret olayıdır. Resulullah hicrete karar verdiğinde Mekke'den ayrılıp yola çıkması tehlike arz ediyordu. Konuyu yakınlarıyla istişareli değerlendirdikten sonra müşriklerin hile ve tuzaklarından emin olmak için Mekke'den çıkış zamanını ve yol güzergahını değiştirmişti. Benzer tedbirler stratejik özelliği olan Bedir, Uhud ve Hendek Savaşları içinde alınmıştır.
Hazreti Peygamber (s.a.s)'in hadislerinde ve uygulamalarında da kader meselesi soru ve cevaplar halinde açıklanmıştır. Bütün hadis kaynaklarında “Kitabu'l Kader” başlığı altında konu ile ilgili müstakil başlıklar açılmıştır. Bu bağlamda Sahihi Buhari'nin kader kitabında konu ile ilgili bir çok hadis rivayet edilmiştir. Diğer hadis metinlerinde de benzer tasnifler yapılmıştır. Böylece hadis metinlerinde de genel olarak her şeyin bir kader ölçü ve plana göre meydana geldiği belirtilmiş, insanın iradesi sorumluluğu ve tedbir alması önerilmiştir. Peygamber Efendimiz (s.a.s)'in uygulamalarına şöyle örnekler verebiliriz, her türlü hastalığa karşı oturup beklemek yerine tedavi ve ilaç temini için önlem alınması istenmiştir. Çünkü Allah'ın indirdiği her derdin muhakkak şifası da verilmiştir. (Buhârî, Tıb, 1/1) diye buyurdu. Başka bir olayda da “Ey Allah'ın elçisi şifa niyetiyle yaptığımız okumalar, tedavi için kullandığımız ilaçlar ve korunma amaçlı aldığımız tedbirleri Allah'ın takdirinden bir şey çevirir mi?” diye sorulması üzerine, Rasulullah; “Onlar da Allah'ın takdiridir.” (Tirmizi, Tıb, 21) buyurmuştur. Hz Peygamber (sas) yıkılmaya yüz tutmuş bir duvarın önünden geçerken birden yürüyüşünü hızlandırmıştır, bunun üzerine Allah'ın kazasından mı kaçıyorsunuz diye sorulduğunda Allah'ın elçisi, “Evet Allah'ın kazasından kaderine kaçırıyorum” buyurmuşlardı. (Tirmizi, kader, 3) Böylece riskli alandaki geçişi tesadüfe bırakmadan hızlıca geçmiştir.
Hicret'in 18 yılında bu Ubeyde bin Cerrah'ın komutasında bir İslam ordusu Şam'da iken askeri yardım istenmişti, bunun üzerine Hazreti Ömer bir grup askerle Şam'daki orduya yardımcı olmak üzere serğ denilen yere geldiğinde şehirde taun olarak bilinen bulaşıcı bir hastalık zuhur etmiş ve Şam'da bu hastalıktan 30.000 kişinin vefat ettiği bildirilmiştir, bunun üzerine Hz Ömer çevresi ile istişarede bulunmuş ve cebri bir kader anlayışı yerine sorumluluk getiren bir kader inancını tercih ederek vebanın bulunduğu alana girmeme kararını almıştır. Hz Ömer Allah'ın kaderinden mi kaçıyorsun şeklinde itiraz bulunanlara, “Evet Allah'ın kaderinden kaçıyorum yine onun kaderine sığınıyorum” diye cevap vermiştir. (Müslim, Selam, 32) Böylece İslam'ın erken döneminden itibaren her hastalığın bir tedavisinin olabileceği, yıkılmaya yüz tutmuş bir yapının çevresinde güvenlik önlemlerinin alınması gerektiği ve bulaşıcı hastalığın yaygınlaşmaması için karantina uygulamasına dikkat çekilmiştir.
Rabbimiz bizi önümüzden, arkamızdan, üstümüzden, altımızdan gelen musibetlerden muhafaza buyursun. Amin