Kendisinden başka, insan kullarının üstünde kanun koyucu hak ilâh olmayan Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ şöyle buyurur:
“Andolsun, senden önce de Rasuller yalanlandı. Onlara yardımımız gelinceye kadar yalanlandıkları ve eziyete uğratıldıkları şeye sabrettiler. Allah’ın sözlerini (va’dlerini) değiştirebilecek yoktur. Andolsun, gönderilenlerin haberlerinden bir bölümü sana da geldi.”1
“Sana vahyolunana uy ve Allah hükmünü verinceye kadar sabret. O, hükmedenlerin en hayırlısıdır.”2
Rabbimiz ve İlâhımız Allah azze ve celle, insan kullarının hidayetine vesile olarak gönderdiği Nebîlerin ve Rasullerin (Allah’ın salât ve selâmı cümlesine olsun) en sonuncusu Rasulullah Muhammed (s.a.s.)’e hitaben Risâlet görevinde sabretmesini emretmektedir... Zamanında muhatabları olan müşrik ve kâfirler, onlardan öncekiler nasıl ki, kendilerine gönderilen Rasulleri yalanladıkları gibi, Rasulullah (s.a.s.)’i yalanlamış, kendisine ve Ashabına birçok eziyetler etmiş, işkencelerde bulunmuşlardı... Önceki Rasullerin iman etmeyen kâfir ve müşrik kavimleri de aynı zulümlerde bulunmuşlardı... Onların sabrettikleri ve Allah’ın yardımı gelinceye kadar direndikleri gibi, Rasulullah’a sabretmesi buyrulmuştur!..
İmam Hafız İbn Kesîr (rh.a.), “Tefsiru’l-Kur’âni’l-Azim” adlı meşhur eserinde şunları kaydeder:
“Burada, Hz. Peygamber (s.a.s.), kavminden O’nu yalanlayan kişiler hakkında teselli edilmektedir. Ulu’l-azm Peygamberlerin sabrettiği gibi sabretmesi emredilmekte, onların muzaffer kılındıkları gibi, O’nun da zafer elde edeceği va’dedilmektedir. Kavimleri onları yalanladıktan ve büyük eziyetler yaptıktan sonra onlara dünyada zaferin geldiği bildirilmekte, âhirette de zaferin zaten onlara olacağı ifade edilerek müjde verilmektedir. O yüzden yüce Allah, ‘Allah’ın kelimelerini değiştirebilecek hiçbir kimse yoktur’ buyuruyor. Yani Allah’ın, dünya ve âhirette mü’min kulları için yazdığı zaferde hiçbir değişiklik olamaz. Nitekim yüce Allah, başka ayetlerde de şöyle buyuruyor:
“Andolsun, (Peygamber olarak) gönderilen kullarımıza (şu) sözümüz geçmiştir:
Gerçekten onlar, muhakkak nusret (yardım ve zafer) bulacaklardır.
Ve hiç şüphesiz, Bizim ordularımız, üstün gelecek olanlar onlardır.”3
“Allah yazmıştır: ‘Andolsun, Ben galib geleceğim ve Rasullerim de.’ Gerçekten Allah, en büyük kuvvet sahibidir, güçlü ve üstün olandır.”4
‘Allah’ın kelimelerini değiştirebilecek hiçbir kimse yoktur. Muhakkak ki Peygamberlerin haberlerinden bazısı sana da geldi.’ Yani kendilerini yalanlayan kavimlerine karşı Peygamberlere nasıl yardım edildiği, nasıl destek çıkıldığı haberleri sana geldi.”5
Yegâne önderimiz ve hayat örneğimiz Rasulullah (s.a.s.), laik-demokratik ve parlamenter bir devlet olan Mekke şirk yönetiminden ve onlara itaat eden müşrik vatandaşlarından gördüğü eziyetlere karşı direnmeyi emreden Rabbimiz Allah Teâlâ şöyle buyuruyor:
“Sabret, senin sabrın ancak Allah(ın yardımı) iledir. Onlar için hüzne kapılma ve kurmakta oldukları hileli düzenlerden dolayı sıkıntıya düşme.
Şüphesiz Allah, korkup sakınanlarla ve iyilik edenlerle beraberdir.”6
“Artık sen sabret, Rasullerden azim sahiblerinin (ulu’l-azmın) sabrettikleri gibi, onlar için de acele etme. Onlar, tehdid edildikleri şeyi (azabı) gördükleri gün, sanki gündüzün yalnızca bir saati kadar yaşamış (olacak)lardır. (Bu,) bir tebliğdir. Artık fasık olan bir kavimden başkası yıkıma uğratılır mı?”7
Âlemlerin Rabbi Allah tarafından, âlemlere rahmet olarak gönderilen Rasulullah (s.a.s.)8 Rabbinin kendisine buyurduğu gibi sabredip dayandı ve Allah’ın izniyle zafere ulaştı!.. Allah’ın emrettiği gibi katıksız iman edip salih ameller işleyenlerin emekleri asla boşa gitmez ve onlar, hedefledikleri hayırlı bir sonuca ulaşırlar...
Bundan dolayı Rabbimiz Allah, hak yolda sabredip direnmeyi beceren muvahhid kullarına, en son Nebî ve en son Rasul Rasulullah Muhammed (s.a.s.)’i örnek kılmış ve O’na uymalarını buyurmuştur...9 Önderleri Rasulullah’a emir buyrulan hakikat, onlar için de geçerli olduğu malumdur...
Şöyle buyurdu Allah Teâlâ:
“Ve sabret. Gerekten Allah, iyilik yapanların ecrini kaybetmez.”10
“Onlara karşı acele davranma. Biz, onlar için ancak saydıkça sayıyoruz.”11
“Gündüzün bir saatinden başka sanki hiç ömür sürmemişler gibi onları bir arada toplayacağı gün, onlar birbirlerini tanımış olacaklar. Allah’a kavuşmayı yalanlayanlar gerçekten hüsrâna uğramışlardır. Onlar, hidayete ermiş (kimseler) değildi.”12
Küfrün ve şirkin ruhlara, beyinlere ve kalblere egemen olup yönetimde bulunduğu cahiliyye toplumlarında muvahhid mü’minlere düşen görev, emrolundukları gibi dosdoğru davranmak ve laik-demokratik Mekke şirk devletinin yönettiği cahiliyye dönemi Mekke’sinde, önderleri Rasulullah (s.a.s.) nasıl davranmış ise, öyle davranmaktır!..
Rasulullah (s.a.s.), cahiliyye toplumunun vatandaşlarını şirkten Tevhid’e, küfürden imana, laik-demokratik bâtıl düzenden İslâm’a davet ediyordu... Onlara eşi, benzeri, dengi ve ortağı olmayan Âlemlerin Rabbi Allah’ın kendisine vahyettiği hayat kitabımız Kur’ân-ı Kerim’i okuyup tebliğ ediyor, onları putlara ve birbirlerine tapmaktan alıkoyup yalnızca Allah’a ibadete çağırıyordu...
“İşte bu (Kur’ân) uyarılıp korkutulsunlar, gerçekten O’nun bir tek İlâh olduğunu bilsinler ve temiz akıl sahibleri iyice öğüt alıp düşünsünler diye bir bildiri duyurma (bir belağ)dır.”13
Rasulullah (s.a.s.), laik-demokratik Mekke şirk devletinin yöneticilerini ve yönettiklerini yani, müşrik Mekke halkını Tevhid’e davet ederken, onlar şirklerinde, küfürlerinde ve onlardan önceki atalarının üzerinde bulunduğu sapık yolda yürümeye devam etmede direniyor, atalarının ilkelerinden ayrılmak istemiyorlardı... Rasulullah (s.a.s.)’in hayra, doğruya, iyiliğe ve insan olmaya çağrısı onları rahatsız ediyor, bâtılı bırakıp hakka gelme davetini reddediyor, bâtılda direniyor ve onları hakka davet edeni susturmak istiyorlardı!..
Akîl b. Ebî Talib (r.a.) anlatıyor:
Kureyş, Ebu Talib’in yanına gelip şöyle dedi:
- Şüphesiz senin kardeşinin oğlu, bizim sohbet yerlerimizde ve meclislerimizde bizi rahatsız ediyor. O’na bizi rahatsız etmekten vazgeçmesini söyle!
Bunun üzerine (Ebu Talib) bana:
- Ey Akîl, Muhammed’in yanına git! dedi.
Ben de O’nun yanına gittim. Ben de O’nu bir cinsten (küçük evden) çıkardım. Öğle vakti ileri derecede sıcak olduğu bir zamanda geldi. Oldukça fazla sıcaktan dolayı yer kızdığından ötürü altında yürüyecek gölge arıyordu. Onların yanına gittilk.
Ebu Talib şöyle dedi:
- Senin amcaoğulların, kendilerini sohbet yerlerinde ve meclislerinde rahatsız ettiğini ileri sürüyorlar. Bu işten vazgeç!
Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s.) gözünü kaldırıp semâya baktı ve:
“Şu güneşi görüyorsunuz değil mi?” diye sordu.
Onlar:
- Evet! dediler.
O şöyle buyurdu: “Benim bu işi bırakma kudretim, sizin bundan (güneşten) bir alev alma kudretinden daha fazla değildir.”
Bunun üzerine Ebu Talib:
- Kardeşimin oğlu, bize asla yalan söylemedi. Haydi dönünüz artık! dedi.14
Katıksız iman etmiş ve bütün varlığıyla mutmain olmuş hak dâvâsı adamının net tavrı budur!.. Hak dâvâdan asla vazgeçmemek ve bunun imkânsız olduğunu tavrıyla ispat etmek, kişinin dâvâsındaki samimiyetinin ve ihlâsının apaçık bir göstergesidir... Laik-demokratik ve parlamenter sistem olan Mekke’nin şirk devletinin müşrik ve demokrat yöneticileri:
“Benim namazım, ibadetlerim, hayatım ve ölümüm Âlemlerin Rabbi Allah’ındır.
O’nun hiçbir ortağı yoktur. Ben böyle emrolundum ve ben, müslüman olanların ilkiyim.”15 diyen Rasulullah (s.a.s.)’de bu sabrı ve bu sebatı gördüler... O’nun ve O’na tâbi olan mü’min müslümanlardaki samimî tavrın karşısında onlara düşman kesildiler... İşkence, eziyet ve baskılara başladılar!.. Rasulullah (s.a.s.)’in Ashabına, zulümler yapıp şiddet uyguladıkları gibi, kendisine de aynısını yapacaklarının tehdidinde bulundular...
Muâz b. Muhammed anlatıyor:
Asım b. Ömer b. Katâde’ye sordum:
- Rasulullah (s.a.s.) ile Benî Hâşim bulundukları mahalde ne zaman muhasara altına alındılar?
Dedi ki:
Kureyş, defalarca Ebu Talib’e gitti. Bu, son gelişleriydi. Toplanıp dediler ki:
- Ey Ebu Talib, kardeşinin oğlunun bizden el çekmesi, atalarımız ve ilâhlarımız hakkında kötü konuşmaması, çocuklarımızın, gençlerimizin, köle ve cariyelerimizin aklını çelmemesi adına seninle konuşmak için defalarca geldik. Sen de bu konuda bizden kaçındın. Hâlbuki sen, aramızda şan, şeref ve makam sahibi birisin. Şüphesiz ki bizler, kardeşinin oğlunu öldürmedikçe ya da O, bizim babalarımızı kötülemekten ve dinimizi ayıplamaktan vazgeçmedikçe biz de O’ndan vazgeçmeyeceğiz. Dilersen, O’nu bize ver (ki, O’na istediğimizi yapalım), dilersen de bırak verme (ve O’nu himaye etmeye devam et)!
Biz, sana mazeretimizi beyân ettik ve bu işe girişmeden önce de seni öfkelendirmeyi kerih gördük.
Bunun üzerine Ebu Talib, Rasulullah (s.a.s.)’e dedi ki:
- Ey kardeşimin oğlu, kavmin seni şikayet için bana geldi ve senden dolayı bana ezâ verdi. İkimizin de güç yetiremeyeceği şeyleri yapmak için beni zorladılar. Babalarının hakkında kötü konuşmak, ilâhlarını ve dinlerini ayıplamak gibi onların hoşlanmadığı şeylerden artık vazgeçsen olmaz mı?
Amcasının bu sözleri üzerine Rasulullah (s.a.s.)’in gözleri doldu ve ağladı. Sonra da şöyle buyurdu:
“Allah’a yemin olsun ki, sağıma (sağ elime) güneş ve soluma da (sol elime de) ay konsa, bu işi tamamlamadıkça ya da Rabbime itaat yolunda can vermedikçe asla bu dâvâyı bırakmayacağım!”
Ebu Tâlib, sözünün Rasulullah (s.a.s.)’in üzerinde meydana getirdiği etkiyi görünce dedi ki:
- Ey kardeşimin oğlu, yoluna devam et ve dilediğini yap! Allah’a yemin olsun ki, seni asla teslim etmeyeceğm!16
Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ’nın yegâne Rabb, Melik, İlâh, yaratan ve kanun koyan olduğuna katıksız iman eden hak dâvâsının muvahhid mü’min müslüman şahsiyetin net tavrı budur!.. Bu tavır, kıyamete kadar her iman sahibi için vazgeçilmez, ertelenmez ve ötelenmez bir örnektir... Merhamet olunmuş, hayırlı ve vasat ümmetine bu örneği bırakan Rasulullah (s.a.s.), gerek kendi döneminde, gerek O’ndan sonraki devirde, muvahhid mü’minlerin, dünya ve âhiret saadeti ve zaferi için takib ettikleri, O’nun gibi davranmak istedikleri ve hayatlarını aynîleştirdikleri yegâne önderdir... İnsanlığın önderi ve hidayet rehberi Rasulullah (s.a.s.) gibi, sabırla direnen ve Sünneti üzere hayatlarını düzenleyen muvahhid mü’minler, insanlar için çıkarılan hayırlı ve şahid ümmetin mensubları olmayı hak etmişlerdir...
İşte, Rasulullah (s.a.s.) ve O’na katıksız iman eden sadık bir muvahhid mü’min hayatından bir kesit!..
İbn Tedrus der ki:
Esmâ bint Ebu Bekr’e:
- Müşriklerin, Rasulullah (s.a.s.)’e yaptığı eziyetlerin en şiddetlisi hangisiydi? diye sordular.
Esmâ şöyle dedi:
- Müşrikler, Mescid’de (Ka’be’de) direkleri yükselttiler ki, Rasulullah (s.a.s.)’in ilâhları hakkında ne dediğini görsünler. Bu arada Rasulullah (s.a.s.) çıkagelince, hepsi üstüne çullandılar. Yardım istemek üzere birisi, Ebu Bekr’e geldi ve:
- Arkadaşına yetiş, dedi.
Ebu Bekr, saçında dört tane örgüsü olduğu hâlde yanımızdan hızlıca çıktı. O sırada şöyle diyordu:
- Yazıklar olsun size! “Rabbim Allah’dır diyen bir adamı öldürüyor musunuz? Oysa O, size Rabbinizden apaçık belgelerle gelmiş bulunuyor.” (Mümin, 40/28)
Ebu Bekr, yanlarına gelince, Rasulullah (s.a.s.)’i bırakıp O’na yöneldiler. Ebu Bekr, yanımıza döndüğünde (öyle hırpalamışlardı ki,) saç örgülerinden bir tane bile kalmamıştı (hepsi yolunmuştu).
Ebu Bekr şöyle diyordu:
- Ey azamet ve ikram sahibi olan, ne yücesin!17
Amr b. el-Âs anlatıyor:
Kureyş’in Rasulullah (s.a.s.)’i öldürmeyi istediklerini görmedim. Ancak bir gün, Ka’be’nin gölgesinde oturup konuşuyorlardı. Hz. Peygamber (s.a.s.) de Makam-ı İbrahim’in yanında namaz kılıyordu.
Ukbe b. Ebî Muayt, Rasulullah (s.a.s.)’in yanına gitti ve cübbesini boynuna doladı ve çekti. Nihayet Rasulullah (s.a.s.), nefessiz kalıp dizüstü yere çöktü. İnsanlar, O’nun öldüğünü zannedip bağırdılar. Ebu Bekr, koşarak geldi ve Rasulullah’ın kollarından tutarak arkasına aldı. Şöyle diyordu:
- “Rabbim Allah’dır diyen bir adamı öldürüyor musunuz?” (Mümin, 40/28)
Bunun üzerine Rasulullah (s.a.s.)’in etrafından dağıldılar.
Rasulullah (s.a.s.) kalkıp namazını bitirince onlara rastladı. Ka’be’nin gölgesinde oturuyorlardı.
(Rasullullah, onlara hitaben:) “Ey Kureyş topluluğu, şimdi canım elinde olan Allah’a yemin ederim ki, boğazınızı kesmek vazifesiyle size gönderildim!” buyurdu ve eliyle boğazına işaret etti.
Ebu Cehil:
- Ya Muhammed, sen cahil biri değilsin! dedi.
Rasulullah (s.a.s.): “(Fakat) Sen onlardansın!” karşılığını verdi.18
Bu direncin, bu gayretin, bu çabanın, bu sabrın ve Allah’ın yardımıyla bu çalışmanın sonucunda zafere ulaşıldı. O günden bugüne ve bugünden kıyamete kadar yeryüzünün her tarafında: “Eşhedu en lâ ilâhe illallah ve eşhedu enne Muhammedu’r-Rasulullah” sedâları yükseliyorsa ve kendisini İslâm Dini’ne mensub sayan iki milyara yakın insan bulunuyorsa, Rasulullah (s.a.s.)’in ve en hayırlı nesil olan Ashabının sabırla çalışmalarının sonunda, yegâne Rabbimiz Allah Teâlâ’nın bağışladığı bir zafer olduğu bir gerçektir!..
“O, her şeyin Rabbi iken, ben Allah’dan başka bir rab mı arayayım?”19 katıksız inancı ile iman edip her şeyin Rabbi ve İlâhı Allah Teâlâ’ya yönelip kafir ve müşriklerin Allah’dan başka rab ve ilâh edindikleri sahte mabutları kökten reddedip yalnız Allah’ı kabul ederek:
“Biz, yalnızca Sana ibadet eder ve yalnızca Senden yardım dileriz.”20 deyip ahdine sadık olanlar zafere ulaşmışlardır...
Rab olarak Allah’a, din olarak İslâm’a ve önder olarak Rasulullah Muhammed (s.a.s.)’e razı olanlar, inandıkları gibi yaşayanlar ve emrolundukları gibi dosdoğru davrananlari muzaffer olan muvahhid mü’minlerdir...
Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ, bu sadık kullarına zafer verip yeryüzünde iktidar sahibi yaptığı zaman, onlar, katıksız imandan kaynaklanan özellikleriyle dosdoğru davranır, doğru yolda sağa-sola sapmadan Rabbleri Allah’ın rızası için var güçleriyle ilerlemeye gayret ederler!..
“Allah, kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder. Şüphesiz Allah güçlü olandır, aziz olandır.
Onlar ki, yeryüzünde kendilerini yerleştirir iktidar sahibi kılarsak, dosdoğru namazı kılarlar, zekatı verirler, ma’rufu (iyiliği) emrederler, münkerden (kötülükden) sakındırırlar. Bütün işlerin sonu Allah’a aiddir.”21 buyuran Rabbimiz Allah, iman ettikleri ilkelerden asla taviz vermeyen, hakkı bâtıla karıştırmayan ve ahidlerine sadık olan kullarının olmazsa olmaz karakterlerini beyân eder...
İman ettikleri yegâne önderleri Rasulullah (s.a.s.)’in Sünneti’ne sımsıkı sarılan Ashab-ı Kiram, Allah’ın verdiği zafere ulaştıklarında şükürleri atmış, sabırda, mücadele ve mücahedede yegâne önderleri Rasululullah (s.a.s.)’i izlemede, yani O’na uyup itaat etmede kusur etmemeye gayret etmişlerdi... Rasulullah (s.a.s.)’in ve Sahabesinin, hak üzere sebat etmeleri, kıyamete kadar gelecek bütün mü’min müslümanlara örnek olmuş, zafere ulaşmanın yönteminin bu olduğunun, bundan başka doğru bir yöntemin olmadığını ortaya koymuşlardır... Dâvâ Rabbanî olduğu gibi, dâvânın yöntemi de Rabbanîdir... Hak dâvânın zafere ulaşabilmesi, yol ve yönteminde herhangi bir sapmanın meydana gelmemesine bağlıdır... Ne olursa olsun, hak üzere sabra devam edilmeli, “güneşi sağ elime, ayı sol elime koysalar dahi bu dâvâdan vazgeçmeyeceğim” ve onun Rabbanî yönteminden asla sapmayacağım inancıyla hak yolda yürümeye devam edenler, zaferi kazanmışlardır...
Allah Teâlâ’nın va’di mutlaka gerçekleşecek:
“Allah, kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder. Şüphesiz Allah güçlü olandır, aziz olandır.”
Allah emrettiğini, o emrin hayata uygulanışı olan Rasulullah (s.a.s.) Sünneti’ni vazgeçilmez örnek edinerek çalışanlar, Rasulullah ve ashabına verilen zaferi hak eder, üstünlüğü elde ederler...
“Ey iman edenler, sabırla ve namazla yardım dileyin. Gerçekten Allah, sabredenlerle beraberdir.”22 buyuran Allah, muvahhid mü’min kullarına zafere ulaşıp üstünlüğü elde etmenin şart ve ilkesini beyân etmiştir:
“Ey iman edenler, bir toplulukla karşı karşıya geldiğiniz zaman, dayanıklılık gösterin ve Allah’ı çokça zikredin ki, kurtuluş bulasınız.
Allah’a ve Rasulü’ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir.”23
“Gevşemeyin, üzülmeyin, eğer (gerçekten) iman etmişseniz en üstün olan sizlersiniz.”24
Laik-demokratik Mekke şirk devletinin ağır baskıları, devlet terörünün işkenceleri ve eziyetleri, ne Rasulullah (s.a.s.)’i, ne de iman ve cihad medresesinde yetiştirdiği Ashabını asla yıldırmadı... Onlar, namazla, yani yalnızca Allah’a ibadet etmekle ve sabırla, yani Allah’dan yardım dileyerek hak üzere direnmekle zafere ulaşmışlardı... Kıyamete kadar asla değişmeyecek “Rabbanî metod” bu idi... Haktan sapmadan, emrolundukları gibi dosdoğru olup üzerlerine düşen ânın vâcibini yerine getirerek çalışmak, mü’minlerin kardeş ve birbirlerinin velîsi olduğu inancıyla birlik ve beraberlik içinde olmaya gayret etmek!.. Katıksız iman eden kullar, kulluk vazifelerini hakkıyla yerine getirince, yegâne Rabbimiz Allah Teâlâ va’dini gerçekleştirir ve özlenip beklenen zafere ulaşılmış olunur!..
Hangi çağda ve dünyanın neresinde olursa olsun muvahhid mü’minler, “Asr-ı Saadet”i örnek alarak, “Yalnız İslâm, başka değil!” deyip “Kur’ân ve Sünnet” bütünlüğünden meydana delen “Rabbanî metod” ile hareket ettikleri vakit, Allah’ın va’dî onlar için gerçekleşecek, kendilerinden öncekileri yeryüzünde iktidar sahibi kılan Allah Teâlâ, onları da iktidar sahibi kılacaktır...25
“Dosdoğru namazı kılın, zekatı verin ve Rasul’e itaat edin. Umulur ki, rahmete kavuşturulmuş olursunuz.”26 buyuran kendisinden başka hüküm koyucu hak ilâh olmayan Allah Teâlâ, şirk koşmadan ve yalnızca kendisine ibadet, yani itaat eden kullarına yeryüzünde zafer verip iktidar kılınca, onların nasıl davranmalarının gereğini de şöyle beyân buyuruyor:
“Allah’ın yardımı ve fetih geldiği zaman,
Ve insanların Allah’ın dinine dalga dalga girdiklerini gördüğünde,
Hemen Rabbini hamd ile tesbih et ve O’ndan mağfiret dile. Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir.”27
-
En’âm, 6/34.
-
Yunus, 10/109.
-
Saffat, 37/171-173.
-
Mücadele, 58/21.
-
İmam Hafız İbn Kesîr, İbn Kesîr Tefsiri, çev. Dr. Savaş Kocabaş, İst. 2011, c. 4, sh. 145.
-
Nahl, 16/127-128.
-
Ahkaf, 46/35.
-
Bkz. Enbiya, 21/107.
-
Bkz. Ahzab, 33/21. Âl-i İmrân, 3/31-32.
-
Hud, 11/115.
-
Meryem, 19/84.
-
Yunus, 10/45.
-
İbrahim, 14/52.
-
Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek Ale’s-Sahihayn, çev. M. Beşir Eryarsoy, İst. 2013, c. 8, sh. 616, Hds. 6526.
Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve, çev. Hüseyin Yıldız, vdğ. İst. 2017, c. 1, sh. 526.
İbn Hacer el-Askalânî, el- Metâlibu’l-Âliye, çev. Hüseyin Kaya, İst. 2010, c. 4, sh. 156, Hds. 4278. Ebu Ya’lâ’dan.
Muhammed b. İshâk, Siyer, çev. Sezai Özel, İst. 1991, sh. 211, Md. 201.
Nûreddin el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, ev. İlker Mermer, İst. 2015, c. 10, sh. 11, Hds. 9809. Taberânî, el-Mu’cemu’l-Evsat ve el-Mu’cemu’l- Kebir’den. Ayrıca Ebu Ya’lâ rivayet eder.
-
En’âm, 6/162-163.
-
Belâzürî, Ensâbu’l-Eşraf – İslâm Tarihinde Öncü Şahsiyetler, çev. Mehmet Akbaş, - Musa K. Yılmaz, İst. 2020, c. 1, sh. 268-269.
Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve, c. 1, sh. 526.
Muhammed b. İshâk, Siyer, sh. 211, Md. 200.
Abdurrahman İbn Cevzî, el-Vefâ bi Ahvâli’l-Mustafa – Ashabın Dilinden Peygamberimizin Hayatı, çev. Dr. Taceddin Uzun, Konya, 1992, sh. 166, Hds. 242.
İbn Hişam, İslâm Tarihi – Siret-i İbn Hişam Tercemesi, çev. Hasan Ege, İst. 1985, c. 1, sh. 352-353.
İmam Zehebî, Tarihu’l-İslâm, çev. Muzaffer Can, İst. 1994, c. 1, sh. 223.
İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-Nihâye – Büyük İslâm Tarihi, çev. Mehmet Keskin, İst. 1994, c. 3, sh. 70.
-
İbn Hacer el-Askalânî, el-Metâlibu’l-Âliye, c. 4, sh. 157, Hbr. 4279. Ebu Ya’lâ’dan.
Ebu Bekr Abdullah b. ez-Zübeyr b. İsa el-Kureşî el-Humeydî, çev. Yusuf Ertuğrul, Konya, 2015, sh. 157, Hds. 326.
Nûreddin el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, c. 10, sh. 16, Hbr. 9814.
-
Nûreddin el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, c. 10, sh. 15, Hds. 9813. Ebu Ya’lâ ve Taberânî’den.
Sahih-i Buhârî, Kitabu’t-Tefsir, 40-el-Mu2min Sûresi, Hbr. 337.
Celâleddin es-Suyutî, ed-Dürrü’l-Mensûr fi’t-Tefsir bi’l-Me’sûr, çev. Hüseyin Yıldız, İst. 2012, c. 13, sh. 44, İbnu’l-Munzir ve İbn Merdûye’den.
-
En’âm, 6/164.
-
Fatiha, 1/5.
-
Hacc, 22/40-41.
-
Bakara, 2/153.
-
Enfal, 8/45-46.
-
Âl-i İmrân, 3/139.
-
Bkz. Nur, 24/55.
-
Nur, 24/56.
-
Nasr, 110/1-3.