İnanç ve din alanında sorgulamaların ve şüphelerin çoğaldığı çağımızda, insanların çeşitli etkenlerle en fazla soru sorduğu konulardan biri de kader, irade, ilahî emanet, imtihan ve sorumluluk kavramlarıdır.
İslam açısından, insanın yeryüzünde halife olarak yaratılmıştır. Yeryüzü onun için teshir edilmiş yani hazırlanmıştır. Ancak yeryüzünün insan için hazırlanmış olması, insanın ne koşulsuz bir mülkiyet hakkı bulunduğu ne de kayıtsız egemen ve mutlak serbest olduğu anlamına gelir. Aksine, mülkün mutlak sahibi Allah'tır; dolayısıyla mutlak egemen de mutlak özgür varlık da O'dur. İnsan ise bir yed-i emin gibidir; Allah'ın ona sunduğu imkânları, insanî değerler var etmek; en güzel ameli ortaya koymak ve böylece dünyayı ve hayatı güzelleştirmek (ihsân) için kullanması gereken bir emanetçidir. Kur'an'ın tabiriyle yeryüzünün varisidir. Dolayısıyla o, devraldığı mirası daha iyi bir şekilde sonraki neslillere bırakmak için çalışmalıdır. Yeryüzünün maddi açısından imarına da toplum ve hayatın manevi imarına da bu açıdan bakılmalıdır; deprem gerçeği bu açıdan değerlendirilmelidir.
YER GÖK MİZANLA DEVAM EDER
Evrendeki düzeni sağlayan ölçü, denge ve kanunluluk Allah tarafından belirlenmiştir. Buna göre, evrenin Allah tarafından yaratılışında, iki temel ilkeden söz edilebilir: Mizan ve kader. Bunlar, denge ve düzen/süreklilik yasalarıdır.
Allah insanı bu imtihan dünyası için yaratırken ona en güzel ameli ortaya koyma, adil (vasat) bir toplum inşa etme, tevhid ve adaleti tesis etme, tüm evrenin ana ilkesi olan mizanı (denge ve ölçü) hayatın her alanında koruma görevini yüklemiştir:
“Güneş ve Ay bir hesaba göre(hareket etmekte)dir. Bitkiler ve ağaçlar secde ederler. Göğü Allah yükseltti ve mizanı (dengeyi) o koydu. Sakın dengeyi bozmayın. Ölçüyü (vezn) adaletle tutun ve mizanı eksik tutmayın.”
Bu ayetlerde dikkat çekici olan, kozmik denge konu edilirken, mizanı eksik tutmamanın emredilmesidir. Bu kuşatıcı anlam genişliği açısından Allah'ın koyduğu mizanın "akıl mizanını (düşüncenin kriterleri), bilgi mizanını, ahlak mizanını, adalet ve hukuk mizanını, toplum ve siyaset mizanını ve ahiret günüdeki mizanı kapsadığı söylenebilir. Yani mizanın kozmik, toplumsal ve dinî boyutları vardır. Mizanı eksik tutmama emri de, her şeyde dengenin gereğini; bilimsel olanın ahlaki olandan, çevre sorunlarının toplumsal sorunlardan tecrit edilerek çözülemeyeceğini ima eder. Deprem sorununun çözümü de en özet ifadeyle her alanda mizanı/dengeyi gözetmektir.
Bugün yaşadığımız Kahramanmaraş Pazarcık merkezli ve Elbistan merkezli depremler, öncelikle bir insan sorunu ile karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir. Bu afet, toplumda bazılarının kazanmaya başlayınca, daha çabuk ve daha çok kazanmanın gayr-i ahlakî ve gayr-i meşru yollarına başvurduklarını açığa çıkartmıştır. İnsanların ne bilimin verilerine ne ahlakın ilkelerine ne de dinin kurallarına olması gerektiği gibi uymayıp bunları işlerine geldiği gibi kullandıklarını somut hâle getirmiştir. Örneğin, yüksek katkı binalar yapmak için inşa mühendisliğinin verilerinden yararlanan insanlar, depreme dayanıklı binalar yapma noktasında mühendislik verilerini ihlal etmişlerdir. Binanın estetik tasarımına, lüks yapılı olmasına özen gösterirken, binanın taşıyıcı kolanlarının, bilim adamlarının önceden haber verdiği sarsıntılara karşı dirençli olması gerektiğini göz ardı etmişlerdir. Çok katkı binaların yerleşim konumuna ve çevre düzenlemesine dikkat ederken fay hattı üzerinde olmaması gerektiğine dikkat etmemişlerdir.
Bazı insanların deprem gerçeği karşısındaki durumu, gaflet içinde insanın ölüme bakışına benzeşmektedir. İnsan, yüz yüze gelinceye kadar ölüm ve ahiret yokmuş gibi yaşamayı sevmektedir. Bir gün her şeyi bırakıp gideceğini hatırlamak istemeyen bazı müteahhitler ve iskan raporu veren bazı yetkililer, fay üzerindeki alanları imara açan bazı ilgililer, "yakında bi şey olmaz" "nasılsa bi şey olmaz." diye düşünerek bildikleri deprem gerçeğini bilmezden gelmişlerdir. Oysa, Allah bu evrene bir denge yasası koymuştur, insana da bu denge yasasını kavramayı ve onu yeryüzünü imarda kullanmayı sağlayacak akıl ve bilimsel zekâ vermiştir. İnsanın yaratılıştan gelen yapısal özellikleri de bir dengenin kurulması içindir. Allah, insana, kendini savunmasını sağlayan kuvve-i gadabiyye, yaşamsal ihtiyaçları temin etmesini sağlayan kuvve-i şeheviyye yanında, denge ve maneviyatı gözetmesini sağlayan kuvve-i akliyyeyi vermiştir. Kuvve-i akliyye ile insan, hikmet mertebesine ulaşır; kendisi gibi başkalarını da göz önünde bulundurur, ahlaki kavramlarla düşünür, özgür olduğunu kavradığı kadar sorumlu olduğunun da bilincine varır. Ticaretin helal ama aldatmanın haram olduğunu bilebilir. İstediği iş sahasında çalışıp üretmesinin serbest ama üretimin standartlara uygun olmasının gereklilik olduğunu anlayabilir.
DEPREM KADERDENDİR
Bazı âlimlere göre kader, tüm var olanların Levh-i Mahfuz'daki topluca - ayrıntısız varlığıdır. Allah’ın tüm mümkün varlıklar hakkında umumî ve ezelî hükümleridir. Kazâ ise Levh-i Mahfuzda olanların sebeplerle birlikte bir bir varlık alanına çıkmasıdır. Kaderde, olacakların sebepleri de sonuçları da ilahî ilimde birlikte yer alır. Kaderde, yalnızca sonuçlar tespit edilmiş değildir, aynı zamanda sonuçlar sebeplere bağlanmıştır. Kaderde sebepler ve sonuçlar birliktedir. Sebep-sonuç ilişkisi, doğada düzeni sağlarken insan için de akıl ve iradenin önünü açar. Diğer yandan insanın özgür seçimleri ve çabaları da sebep gücüne kavuşmaktadır. Buna göre, ilahî irade evrendeki genel düzeni belirlemekte, insan ise bu düzen içinde davranışlarını belirlemekte ve gerçekleştirmektedir.
Nitekim, Kur'an'a bakıldığında, "kader"in, evrendeki düzeni ve düzen içinde işleyişin yasalarını ifade ettiği görülür:
“O, yaratan ve şekillendiren, ahenk verendir. O, ölçüyle yapan (takdir eden) ve yolunu-yönünü gösterendir.”
"Güneş de kendi yörüngesinde akar. Bu, yüce ve her şeyi bilen Allâh'ın takdiridir."
"O her şeyi yarattı ve yarattığı o şeyleri bir ölçüye göre takdir etti."
Ayrıca, gerek tüm evrenin ölçü ve denge içinde olmasını sağlayan ve insanoğlu tarafından toplumsal hayata, hukuk ve siyasete aktarılması gereken "mizan yasası" da kader planının temelidir. Bu açıdan bakınca, bilimin temel işlevi Kur'an kavramaları olan "kader"i, "mizan" yasasının farklı alanlardaki işleyişini, varlıkta gayelilik ve düzeni keşfetmektir. Bu bağlamda bilimsel bilgileri sahiplenmek ilk önce Kur'an'a iman eden Müslümanların görevidir.
Her bilimsel bilgi önümüzde yeni seçenekler demektir. İnsan bilgisini artırarak hayatta daha farklı seçenekler olduğunu fark eder. İnsana düşen tüm seçenekleri görerek iyi bir planlama yapmaktır. Bugün jeoloji, sismoloji gibi bilimler, yer kabuğunu oluşturan katmanları, yer kabuğu içine birbirine baskı ve itme gücü uygulayan levhaları ve fay hatlarını, dolayısıyla deprem kuşaklarını tespit etmektedir. Geoteknik mühendisliği, zemin, kaya ve yeraltı suyu özelliklerine uygun bir inşaat projesinin nasıl olması gerektiğine ilişkin veriler sunmaktadır. Ayrıca inşaat mühendisliği, depreme dayanıklı binaların ne gibi malzemelerden nasıl inşa edilmesi, sismik izolatörlerin nasıl kullanılması gerektiğini ortaya koymakta, bunları formüllere aktarmaktadır. Tüm bu bilimsel verilere göre hareket etmek, verimli-korunaklı seçenekleri uygulamak dinî bir sorumluluktur. Çünkü Allah insana akıl, idrak, gözlem, tecrübe, bilgi ve bilim üretme yetenekleri vermişse, bunları doğru biçimde kullanması için vermiştir. Allah insana verdiği nimetleri (veya nimetlerin eserlerini) insan görmek ister, işte insanın söz konusu yetenekleri kullanması ve bunların eserlerini hayatında görünür kılması (tahdis-i nimet), Allah'ın irade ettiği insanî/medenî değerlerdendir.
TEDBİR KADERDENDİR
Hz. Ömer, salgın hastalık bulunan bir şehre girmekten vaz geçince, orada bulunan Ebu Ubeyde b. Cerrah:
— Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun, diye sormuştur. Hz Ömer de
— ...Evet, biz, Allah’ın kaderinden yine Allah’ın kaderine kaçıyoruz, demiş ve sözlerine şöyle devam etmiştir:
— ...Senin bir grup deven olsa sen onları bir tarafı otlu, diğer tarafı çorak olan bir derenin hangi tarafında otlatırdın?.. Eğer develerini otlu tarafta güder ve karınlarını doyurursan Allah’ın kaderiyle gütmüş olursun. Onları derenin çorak tarafında güder ve aç bırakırsan, yine Allah’ın takdiriyle gütmüş olursun. İkisi de kaderdir; fakat sonuçları bir değildir. dolayısıyla doğadaki sebeplilik yasası gibi netice almak için sebeplere başvurmak da tedebbür (düşünme) gibi tedbir de kaderdendir.
İnsan kendi yolunu iradesiyle seçer. Allah, insanın irade özgürlüğünü takdir etmiştir. Dolayısıyla evrendeki düzen kadar insanın, bu düzeni, bu düzene göre de sürdürülebilirliğin kurallarını keşfetmesi, gezegen üzerindeki tasarruflarının sonuçlarını öngörmesi, tedbir alabilmesi de kaderdendir. Bu bağlamda İslam âlimleri, "Kadere iman vaciptir ama kader ile ihticâc caiz değildir." derler. Kader ile ihticac, insanın işlediği günahlara, hata, kusur ve ihmallerine kaderi gerekçe göstermesidir ki, bu bir günah ve itikadî sapmadır. Çünkü İslam inancının en temel kavramlarından olan ilahî imtihan mefhumu ile çelişmektedir. Bir kimsenin günahı kaderde olduğu için işlediğini söylemesi, Allah'ın ona sorumluluk yüklemesinin anlamsız olması gibi bir sonuca götürür. Nitekim, Hz. Ömer'in halifeliği zamanında bir adam suç işlemiş, yapmış, yakalanarak sorgulanmış ve suçu sabit olmuştu. Hz. Ömer (r.a.) ona neden bu suçu işlediğini sorunca, o adam:
— Allah böyle takdir etmiş, diye yanıtlamıştır.
Hz. Ömer de suç için bir ceza, işlediği günahın sorumluluğunu kadere yüklemediği için de ayrı bir ceza vermiştir.
İnsanoğlu aklını ve iradesini, doğru bir planlama yapmak yerine kendi hata ve ihmallerinin sonuçlarını kader planına yüklemek için kullanırsa, hayır yolunda bir adım ilerleyemez. Görmezden gelinen hatalar tekrarlanır, üstü örtülen suçlar, yaygınlaşır. Dolayısıyla, hata ve ihmalleri bulunan ilgililerin soruşturulması ve suçu sabit olanların kanun öngördüğü şekilde cezalandırılması noktasında devletin iradesine destek olmak, İslam'ın adalet kavramının bir gereğidir.
Elbette İslam'da asl'olan işlenen günahların cezasının ahirete kalmasıdır. Ancak bu günah aynı zamanda suç ise yani salt Allah ile kul arasındaki hususlarla sınırlı değil de başkalarına da zarar veriyorsa, bu dünyada da onun cezası vardır. Dolayısıyla mühendislik kurallarına aykırılık ve malzemeden çalma gibi sebeplerle yıkılan binalar inşa etmenin üstelik bunları deprem yönetmeliğine uygun diye pazarlamanın, sebep olduğu vefatlar ve yaralanmalar ve başka kayıplar nedeniyle ahirette büyük vebali olduğu gibi fıkhen/hukuken bu dünyada da ağır cezaları vardır. İslam'ın koyduğu iyiliği emir ve bireysel sorumluluk ilkesi gereğince, günaha rıza da günahtır, hata ve ihmali bulunanların suçunu örtbas etmek de suçtur. İnsanoğlunun adalet çerçevesinde ve adalet için yapılabilecekleri, İslam’ın da bir gereğidir. İslam, bireysel sorumluluktan; bireyin topluma karşı sorumluluğundan da söz eder.
Kader inancını tevhidin tamamlayıcı bir ilkesi olarak, bu inancın bir yandan evrende hiçbir şeyin Allah'ın ilmi ve yaratıcı iradesi (meşîet, tekvînî irade) dışında cereyan etmediğini, hiçbir olgu veya oluşun Allah'ı aciz bırakamayacağını, hiçbir şeyin O'nun kozmik hâkimiyetini gölgeleyemeyeceği, diğer yandan da Allah'ın insana belli bir özgürlük verdiği ve onu "insanî varoluş alanıyla sınırlı bir özgürlük ve sorumluluk sahibi bir varlık" kıldığını vurguladığı söylenebilir. Dolayısıyla, yaşanan olayların, düşünme, karar verme, idrak, ibret, tedbir, sabır ve tevekkül çerçevesinde insanın imtihanı olduğu açıktır. Bu imtihanda musibete maruz kalmadan akıl ve bilim çerçevesinde gerekli tedbirleri almak, gerekli tedbirlerin alınması için insanları teşvik etmek, gerekli denetimi yapacak kurumlar oluşturmak; başa bir âfet gelince maddi ve manevi sebeplerini sorgulamak, ders çıkarmak; üzerine düşenleri yaptıktan sonra Allah'a tevekkül etmek ve Allah'ın hükmüne razı olmak, sabrı felaha vesile yapmak; aynı toplumda ihtiyaçlarımızı kolayca karşılaşmak ve huzur içinde yaşamak için işbölümü yaptığımız insanlarla zor anlamlarda da birlik ve dayanışma içinde olmak, zorda ve darda kalanlara elinden geldiğince yardım etmek, İslam inancının gerekleridir. İslam'ın hükümleri, insanları dünya ve ahiret maslahatlarını sağlamaya yöneliktir. Bu hükümlerin gereğini yerine getirmek, sadece ahirette değil bu dünyada da insanları huzur ve kurtuluşa ulaştıracaktır.