15 Ocak 2025 - Çarşamba

Şu anda buradasınız: / Medine ve İslâm Cemaati
Medine ve İslâm Cemaati

Medine ve İslâm Cemaati İlhami Pınar

Cabir b. Abdillah (r.anhuma) anlatıyor:

Bir A'râbî/Bedevî, Rasulullah (s.a.s.) ile İslâm üzere bey'at etti. Akabinde A'râbî'ye Medine'de sıtma hastalığı isâbet etti. Bunun üzerine bu A'râbî, Rasulullah'a geldi ve:

- Ya Rasulallah, benim bey'atimi geriye döndür! dedi.

Rasulullah, bunu kabul etmedi. Sonra A'râbî yine geldi ve:

- Ya Rasulallah, benim bey'atimi geriye döndür! dedi.

Rasulullah, yine kabul etmedi. Sonra yine gelip:

- Ya Rasulallah, bey'atimi geriye döndür! dedi.

Rasulullah, yine kabul etmedi. Bunun üzerine o A'râbî, Medine'den çıkıp gitti.

Rasulullah (s.a.s.), bunun üzerine: "Medine, ancak demirci körüğü gibidir. Değersizlerini dışarı atar, temizlerini de meydana çıkarır." buyurdu.1

Medine... "Âlemler için yalnızca bir rahmet olarak gönderilen"2, "Mü'minlere şefkatli ve esirgeyici olan bir Rasul"3, yani Rasulullah Muhammed (s.a.s.)'in şehri... En hayırlı nesil olan Muhacir ve Ensar'ın (Allah cümlesinden razı olsun) yurdu... Laik-demokratik ve parlamenter sistemli bir şirk devleti olan Mekke'nin devlet terörünün ağır baskıları altında her türlü işkencenin yapıldığı bir ortamdan hicret eden Muhacir mü'min müslümanların sığındığı emin belde... Ashab-ı Kiram için emniyet diyarı... Ve Rasulullah (s.a.s.)'in kurduğu ilk İslâm Devleti'nin başşehri MEDİNE!..

Önce, bu hadis-i şerifi şerh eden değerli İslâm âlimlerinin açıklamalarına bakalım!..

İbn Hacer el-Askalânî (rh.a.), "Fethu'l-Bârî" adlı "Sahih-i Buhârî Şerhi"nde şunları kaydeder:

"Medine, iyi olmayanları sürüp atmak ve ortaya çıkarmak sûretiyle kendi topraklarında barındırmaz.

Bedevî'nin bey'atını geri almasına yönelik talebi hakkında görüş ayrılıkları vardır. Bazıları, onun Müslüman olmasıyla ilgili bey'atından vazgeçmek istediğini söylerken, başkaları ise hicretle ilgili bey'attan vazgeçmek istediğini savunmuştur. Bu ikinci görüş sahibleri şöyle bir açıklama yapmışlardır: Bu bedevî, Müslüman olmaktan vazgeçme yönünde bir talebi olsaydı, dininden dönmüş (irtidâd) olacaktı ve dolayısıyla dinden dönme suçu yüzünden öldürülmesi gerekecekti."4

İbnü't-Tîn şöyle demiştir: Hz. Peygamber (s.a.s.)'in, o kişinin bey'atını çözmekten kaçınması, masiyette kendisine yardım eder duruma düşmemek içindir. Zira bey'at ilk başta, Hz. Peygamber (s.a.s.)'in izni olmaksızın Medine'den çıkmama üzerineydi. Dolayısıyla o kişinin Medine'den çıkması, Peygamber'e isyan etmek demekti.

İbnü't-Tîn şöyle der: Medine'ye hicret, Mekke'nin fethinden önce her Müslümana bir farzdı. Hicret etmeyen kişi ile mü'minler arasında dostluk olmazdı. Zira yüce Allah: "İman edip de hicret etmeyenlere gelince, onlar hicret edinceye kadar, sizin onlara hiçbir şeyle velâyetiniz yoktur."5 buyurmuştur.

Mekke fethine gelince, Hz. Peygamber (s.a.s.): "(Mekke'nin) fethinden sonra hicret yoktur." buyurdu.6

Bu ifade, hadiste adı geçen bedevînin bey'atının Mekke'nin fethinden önce olduğuna işaret etmektedir.

İbnü'l-Müneyyir şöyle der: “Hadisin zâhiri, Medine'den çıkıp başka yerlere yerleşenleri kınamaktadır. Bu, anlaşılması zor bir meseledir. Zira birçok sahabî, Medine'den çıkmış ve başka yerlere yerleşmişlerdir. Sahabe neslinden sonraki dönemlerde, yine birçok faziletli kimseler aynı şeyi yapmışlardır.

Bu probleme verilecek cevab şudur: Kınanmış olan, adı geçen bedevînin yaptığı gibi, Medine'de oturmaktan hoşlanmayan, orayı sevmeyen ve bu yüzden çıkan kimsedir. İşaret edilen sahabîler ve diğer faziletli kimseler Medine'den, ilmi yaymak, şirk memleketlerini fethetmek, sınır boylarında düşmanı beklemek, düşmanla cihad etmek gibi güzel ve meşru maksadlarla çıkmışlardır. Bununla birlikte onlar, Medine'nin ve orada ikamet etmenin faziletine inançlarını korumuşlardır."7

Bedreddin el-Aynî (rh.a.), "Umdetu'l-Kârî" adıyla meşhur "Sahih-i Buhârî Şerhi"nde şunları kaydeder:

"Soru: Bedevî, biâtını almak isteyince niçin, Hz. Peygamber (s.a.s.) onun isteğini yerine getirmedi?

Cevab:  Çünkü Müslüman olanın, İslâm'ı terk etmesi câiz değildir. Hz. Peygamber (s.a.s.)'e hicret edenin de hicreti terk edip vatanına dönmesi câiz değildir. Bu bedevî, Hz. Peygamber (s.a.s.) ile beraber hicret eden ve O'nun yanında kalarak O'na biat edenlerdendi.

İbn Battâl şöyle demiştir: Bu kişinin İslâm'dan irtidâd etmediğinin delili, adamın yaptığı biatı sadece Hz. Peygamber'in onayı ile geri almak istemesidir. Medine'den çıkışı, İslâm'dan çıkışı anlamına gelseydi, o esnada onu öldürürdü. Ancak o, âsî olarak Medine'den çıkmıştır. Kendisindeki hummayı/sıtmayı görünce onu mazur görmüştür."8

Ebu'l-Abbas Şihâbuddin Ahmed b. Muhammed el-Kastallânî (rh.a.), "İrşâdu's-Sârî li Şerhi Sahih-i Buhârî" adlı eserinde şu beyânda bulunur:

"Bedevî, Rasulullah (s.a.s.)'e biat ederek Müslüman oldu. Diğer gün ise hummaya/sıtmaya yakalanmış bir şekilde Rasulullah (s.a.s.)'in yanına geldi ve önceki gün yaptığı biatı geri çekmeyi kabul etmesini istedi.

Kadı İyâd, adamın İslâm'dan çıkmak üzere biatını geri çekmeyi istediğini söylemiştir. Başkaları ise, adamın dinden çıkma gibi bir niyetinin olmadığını, sadece hicret için ettiği biatı çekmek istediğini söylemiştir.

İbn Battâl, buna delil olarak adamın biatı geri çekme konusunda Rasulullah (s.a.s.)'in onayını almak istemesini getirir. Dinden çıkmak gibi bir niyeti olsaydı, Rasulullah (s.a.s.)'den izin almazdı. Bunun yanında dinden çıkmış olsaydı, orada öldürülürdü. Bazıları da bu biatı çekme olayını, Medine'de ikamet şartının geri çekilmesi olarak anlamıştır.

Rasulullah (s.a.s.), adamın bu isteğini geri çevirdi. Adam, üç defa aynı şeyi istemesine rağmen Rasulullah (s.a.s.), her üçünde bunu reddetti. Bu olay, Mekke'nin fethinden sonra gerçekleşmişse adamın biatı geri çekmesi, İslâm'dan çıkmayı istemesi anlamındadır. Müslüman olduktan sonra küfre dönülmeyeceği için Rasulullah (s.a.s.), biatını geri çekmeyi kabul etmemiştir. Olay, Mekke'nin fethinden önce gerçekleşmiş ise adamın biatını geri çekmesi, hicret ve Rasulullah (s.a.s.) ile birlikte Medine'de ikamet etme şartına yöneliktir. Hicret eden kişinin yurduna geri dönmesi helâl olmadığı için Rasulullah (s.a.s.), adamın bu isteğini geri çevirmiştir.

Sonrasında Rasulullah (s.a.s.), Medine'nin demirci körüğü gibi olduğunu, ateşin demiri temizlemesi gibi, Medine'nin de kirli ve pis olanı temizleyip geriye güzel olanı bırakacağını bildirmiştir.

Medine'ye yönelik bu benzetme de çok güzel bir benzetmedir. Çünkü körük, ateşteki isi, dumanı, külü temizleyip geriye sadece ateş korunu bırakır. Hadisteki benzetmeden kasıt, körüğün bizzat kendisi ise, benzetme bu açıdandır. Benzetmeden kasıt, körüğün kendisi değil de bulunduğu yer de olabilir. Körüğün bulunduğu yerin ısısının demirin, altının ve gümüşün kirini temizleyip geriye metalın saf olarak kendisini bırakması gibi, Medine de humma, hastalık, geçim sıkıntısı ve benzeri şeylerle insanların kötülerini iyilerinden ayırıp şehri temizler. Zira bu tür hastalık ve sıkıntılar, kişinin nefsini arındırır ve insanların kötülerini, iyisinden arındırır."9

İmam Muhyiddin en-Nevevî (rh.a.), "el-Minhâc Şerhu Sahih-i Müslim b. el-Haccâc" adlı ünlü eserinde şunları kaydeder:

"Medine ancak bir körük gibidir. O pisliklerini dışarı atar, temiz olanlar daha da parıldar.' Buradaki 'Yansau', arı-duru olur, hâlis olur, başka şeylerden ayırdedilir demektir. Nasi de, katıksız ve saf anlamındadır. Nasi renk, safî, berrak ve arı-duru renk anlamındadır. Hadisin anlamına gelince, imanı katıksız bir hâlde olmayan bir kimse, Medine'den çıkıp gider ve Medine'de imanı hâlis olan kimse kalır."10

Bu konuda, kıymetli İslâm âlimleri (Allah, cümlesine rahmet eylesin), böyle dediler!..

Ebu Hüreyre (r.a.)'ın rivayetiyle Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur: "Ben, bir beldeye (hicret edip konaklamakla) emrolundum ki o belde, diğer beldeleri yer (yani, onun ahâlisi, diğer beldelerin halkını yener). O beldeye Yesrib diyorlar. Hâlbuki o, el-Medine'dir (tam ve kâmil bir medeniyet merkezidir). O, şerrli insanları, demirci körüğünün demirin kirini giderdiği gibi, sürüp dışarıya atar."11

İmam Muhyiddin en-Nevevî (rh.a.), "el-Minhâc" adlı eserinde şöyle der:

"Rasulullah (s.a.s.)'in: 'Diğer beldeleri yiyen bir beldeye (hicret etmekle) emrolundum.' buyruğu, oraya hicret edip onu yurt edinmekle emrolundum demektir. Onun, diğer kasabaları yemesinin anlamı hakkında da ilim adamları iki açıklamada bulunmuşlardır:

Birincisine göre burası, işin başında İslâm ordularının merkezi idi. Diğer bütün kasabalar (şehirler/beldeler) oradan fethedildi, oradan malları ganimet alındı ve esirler elde edildi.

İkinci açıklamaya göre, bunun anlamı şudur: Medine'nin yiyecek ve azık ihtiyacı, fethedilen kasabalardan elde edilecek ve bu fethedilen yerlerin ganimetleri Medine'ye sevk edilecektir."12

Medine... Âlemlerin Rabbi Allah'ın, yalnızca hiçbir şirk koşmadan kendisine ibadet, yani itaat etsinler diye yarattığı insan kullarına hidayet rehberi olarak gönderdiği Nebî ve Rasul salîh kullarının en sonuncusu Rasulullah Muhammed (s.a.s.)'in şehri... "Aziz İslâm Devleti"nin başşehri ve en hayırlı nesilden oluşan "İslâm Cemaatı" merkezi... Bu Tevhid ve İman cemaatına katılan katıksız iman sahipleri, Rasulullah (s.a.s.)'in Sünneti üzere salih ameller işlemekte ve bu güzel hâlleriyle yaratılmışların en hayırlıları olmaktadırlar...

Rabbimiz ve İlâhımız Allah Teâlâ şöyle buyurur:

"İman edip salih amellerde bulunanlar ise, işte onlar da yaratılmışların en hayırlılarıdır."13

Bu hayırlı cemaat ile maddî ve manevî beraberliklerini devam ettiren mü'min müslümanların, dünyada ve âhirette kurtulanlardan olduklarını beyân buyuran Rabbimiz Allah Teâlâ:

"Mü'minler gerçekten felâh bulmuştur. Onlar, namazlarında huşû içinde olanlardır."14 diye müjdelemekte ve onlardan sebebsiz yere uzaklaşanların kendilerine yazık ettiğini ve mü'minlere hiçbir zarar vermediklerini beyân eder:

"Ey iman edenler, içinizden kim dininden geri döner, (irtidâd eder)se, Allah (yerine) kendisinin onları sevdiği, onların da kendisini sevdiği, mü'minlere karşı alçak gönüllü, kâfirlere karşı ise güçlü ve onurlu, Allah yolunda cihad eden ve kınayıcının kınamasından korkmayan bir topluluk getirir. Bu, Allah'ın bir fadlıdır, onu dilediğine verir. Allah (rahmetiyle) geniş olandır, bilendir."15

Ve İlâhî tehdid: "Kim kendisine dosdoğru yol apaçık belli olduktan sonra Rasul'e muhalefet ederse ve mü'minlerin yolundan başka bir yola uyarsa, onu döndüğü şeye bırakırız ve cehenneme sokarız. Ne kötü bir yataktır o."16

En yüce olan ve üzerine yükselinmeyen, benzeri olmayan yegâne hayat nizâmı İslâm'ın yeniden hayata egemen olması gayesi ile bir araya gelmiş, akîdede, hedefte ve usûlde aynîleşmiş İslâm cemaatından, elinde geçerli hiçbir delili olmadan, nefsanî ve hevâî duygularla ayrılanlar, Medine'yi terk eden A'râbî/bedevînin durumuna düştükleri malumdur...

Ebu Hüreyre (r.a.) rivayet eder.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur: "İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki, bir adam amcası oğlunu ve yakınını: Refaha buyur gidelim, refaha buyur gidelim diye davet edecektir. (Amma) bilmiş olsalar Medine kendileri için daha hayırlıdır. Nefsim elinde olan (Allah)a yemin ederim ki, şayet onlardan biri Medine'yi beğenmeyerek oradan çıkarsa Allah, yerine ondan daha hayırlısını getirir.

Dikkat edin Medine, pisliği çıkaran körük gibidir. Körük, demirin pasını nasıl atarsa, Medine de kötülerini (öylece) atmadan kıyamet kopmayacaktır."17

Yüz yıldan fazla bir zamandır çağın zalim, hain, Allah ve İslâm düşmanları olan tağutî güçler tarafından işgal edilen İslâm topraklarında zulmün, baskının ve işkencenin her türlüsüne maruz kalan mustaz'af mazlum İslâm Milleti, bulundukları beldelerde derin uykudan uyanıp şuurlanarak, egemen şirk ve küfür düzenlerine karşı koymak gayesiyle bir araya gelip cemaat olmaktadırlar... İslâm cemaatı olarak birlik ve beraberliği sağlamışken, birden bire hiçbir ciddî sebeb olmadan ve ellerinde İslâmî bir delil bulunmadan aralarına bir fitne girmekte, dedi-kodu, tefrika ve ifsâd edici fikirler ile hareketler sonucunda birbirinden kopmakta, uzaklaşmakta hattâ zaman zaman birbirlerine kin tutup düşmanca tavırlar sergilemektedirler... Genellikle nefsanî duygu ve düşüncelerden kaynaklanan bu olumsuz hâl ve tavırlardan dolayı, bulundukları ülkelerde güçleri zayıflıyor, dolayısıyla işgalci tağutların egemenlikleri kuvvet kazanıyor, ömürleri uzuyor ve baskıcı rejimlerinin zulümleri artıyor...

Yegâne Rabbimiz, İlâhımız, Melikimiz ve Mevlâmız Allah Teâlâ: "Allah'a ve Rasulü’ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir."18 buyurmaktadır...

Birlik ve beraberliklerini sağlamış, Kur'ân ve Sünnet üzere bir araya gelip kenetlenmiş olan mü'min müslümanlar, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye ederek hak üzere direnip sabretmeleri gerekir... Allah'a ve Rasulullah (s.a.s.)'e itaat eden, kendilerine masiyeti (yani, Allah'a karşı isyanı) emretmeyen başlarına seçtikleri muvahhid mü'min emir sahiblerine itaat etmeli, Allah'ın izni ve yardımıyla oluşan ümmetin vahdetini, nefsî arzularına uyarak bozmamalı!..

İbn Abbas (r.anhuma) rivayet eder.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur: "Her kim emirinden hoşlanmayacağı bir şeyin meydana geldiğini görürse, onun fenâlığına sabretsin (isyan etmesin). Çünkü her kim (İslâm) camiasından bir karış ayrılır da ölürse muhakkak o, cahiliyye ölümü ile ölür."19

Böyle bir emire toplum içinde değil, başbaşa kaldıklarında nasihat etmeli, ondaki olumsuz hâlin giderilmesine vesile olunmalı ve ıslâhı için çalışılmalıdır!.. Emirin bazı kusurlarından dolayı İslam cemaatı terk edilmez!.. Durumun düzeltilmesi için gayret edilir!..

İbn Ömer (r.anhuma)'dan.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur: "Müslüman kimsenin, sevdiği veya sevmediği hususlarda (emirini) dinleyip itaat etmesi görevidir. Ona, masiyet ile emredilmesi müstesnâ. Şayet ona masiyet ile emredilecek olursa, dinlemek de, itaat etmek de yoktur!"20

Ubâde b. es-Sâmit (r.a.) rivayet eder.

Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur: "Sana açık bir günah emretmedikçe, dinleyip itaat et!"21

İslâm topraklarını işgal eden çağın zalim tağutî egemenlerin esareti altında bulunan mazlum ve mustaz'af mü'min müslümanların, bu esaretten kurtulmak için bir araya gelip, maddî ve manevî güç birliği yapıp çalışmaları sırasında, ciddî bir sebeb olmadan ayrılmanın ne felâketlere sebeb olduğu malumdur... Hiçbir muvahhid mü'min müslüman şahsiyet böyle bir duruma düşmemeli, kendisine günah olan şeylerden herhangi bir şey emrolunmadıkça itaat etmeye devam etmeli, ancak emir sahiblerinde apaçık bir küfür yani masiyet gördüğünde tevbeye davet edip ıslah olmalarını sağlamalı, eğer tevbe etmeyecek olurlarsa, onlara asla itaat etmemelidir!..

Ubâde b. es-Sâmit (r.a.), Rasulullah (s.a.s.)'e bey'at edişlerini beyân ederken şöyle dediklerini anlatır: "Âmirlerimiz, kendi arzularını nefislerimizin üzerine tercih etseler dahi onlara itaat etmek ve nizâ (kavga) etmemek üzere bey'at ettik, ancak emirin açık bir küfrünü görseniz, onun küfrü hakkında yanınızda Allah'ın Kitabı'ndan kuvvetli bir deliliniz olması hâli müstesnâ."22

İmam Muhyiddin en-Nevevî (rh.a.), "el-Minhâc" adlı eserinde, bu hadis-i şerifin şerhinde şunları kaydeder:

"Elinizde, hakkında Allah'tan kesin bir delil bulunan apaçık bir küfür görmeniz hâli müstesnâ.' Bu ibare, ravilerin birçoğu tarafından bu şekilde nakledilmiştir. Nüshaların birçoğunda 'bevâhan: Apaçık' lafzı, 'vav' iledir. Bazılarında ise 'berâhan' şeklindedir. Her ikisi de apaçık bir küfür anlamındadır. Burada küfürden kasıt ise masiyetlerdir. Hakkında sizde (elinizde) apaçık kesin bir delil bulunmasının anlamı da bunun böyle olduğunu yüce Allah'ın dininde bilmeniz demektir.

Hadisin anlamına gelince, yöneticilerle yönetme yetkileri hususunda çekişmeyin. Onlara itiraz etmeyin. Ancak onların İslâm'ın temel kaidelerinden bildiğiniz kesin ve münker bir iş yaptıklarını görmeniz hâli müstesnâdır. Bunu görecek olursanız, bu yaptıklarına karşı çıkın ve nerede olursanız olun hakkı söyleyin.

Onlara karşı huruc (ayaklanmak) ve onlarla savaşmak ise, fasık ve zalim olsalar dahi müslümanların icmaı ile haramdır. Sözünü ettiğim bu anlamda pek çok hadis-i şerif birbirini pekiştirmektedir. Ehl-i Sünnet de, fasıklık sebebi ile yöneticinin görevinden azlolmayacağı üzerine icma etmişlerdir. Fıkıh kitablarında bizim mezheb âlimlerimizden bazılarından azlolacağı şeklinde zikredilen görüş, aynı zamanda Mutezile'den de nakledilmiş olup, söyleyenin bir hatâsıdır ve icmaa aykırıdır.

İlim adamları derler ki: Bundan dolayı halifenin görevinden azlolunmayıp, ona karşı çıkmanın (hurucun) haram olması ise, bunun neticesinde ortaya çıkacak olan çeşitli fitneler, kanların dökülmesi, aralarının bozulmasıdır. Böylelikle onun azledilmesindeki kötülük, kalmasındaki kötülükten daha büyük olur."23

İnsanlar için çıkarılmış hayırlı, şahid ve vasat ümmetin âlimlerinin icması budur!.. İslâm topraklarını işgal edip hevâlarından kaynaklanan küfür ve şirk yasalarıyla yöneten ve egemen oldukları beldelerde Allah'ın indirdiği hükümlerle hükmetmeyi yasaklayan zalim tağutlara karşı kurtuluş seslerini ve sancağını yükselten muvahhid mü'minler, nasıl terk edilir ve haklı dâvâlarında, hakkı hakim kılma mücadelelerinde nasıl yalnız bırakılır?!.

Merhamet olunmuş bu mazlum ümmetin İslâm düşmanlarıyla her türlü imkânlarıyla savaşırken ve işgal edilmiş topraklarını müstevlî tağutlardan kurtarmaya çalışırken, bir karıncaya bile ihtiyacı olduğu bir dönemde, mü'min müslüman kardeşleri tarafından terk edilmek sûretiyle cihad cephesinde ve düşman karşısında yapayalnız bir durumda bırakılmalarının câiz olmadığı malumdur!.. Hoş görülecek olayları, kin ve nefret sebebi kılıp çok ağır ve yıkıcı eleştirileri gündeme getirerek bozgunculuk yapmak, mü'min müslüman şahsiyetlere asla yakışmayacak bir tavırdır!..

Ziyâd b. Kuseyb el-Adevî anlatıyor:

Abdullah b. Âmir, üzerinde ince bir elbise, saçlarını aşağıya salmış bir şekilde insanlara hutbe verirdi. Bir defasında namazdan sonra içeri girdi. Ebu Bekre de minberin yanında oturuyordu.

Mirdâs Ebu Bilâl:

-İnsanların yöneticisi ve efendisini görüyor musunuz? İnce giysiler giyiyor, fasıklara benzemeye çalışıyor, dedi.

Ebu Bekre, onu duydu. Hafif kel olan oğluna:

-Bana, Ebu Bilâl'ı çağır, dedi.

Ebu Bilâl gelince de Ebu Bekre, ona şöyle dedi:

-Valî hakkında demin söylediklerini işittim. Ancak Rasulullah (s.a.s.)'in: "Allah adına yöneticilik yapan kişiye gerekli saygıyı gösterene, yüce Allah da değer verir. Allah adına yöneticilik yapan kişinin değerini düşüreni de yüce Allah küçük düşürür." buyurduğunu da işittim.24

"Öğüt alıp düşünmesini bilen bir topluluk için!"25

 

  1. Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-Ahkâm, B.47, Hds.68.

Kitabu'l-İ'tisâm, B.16, Hds.52.

Fedâilu'l-Medine, B.10, Hds.17.

Sahih-i Müslim, Kitabu'l-Hacc, B.88, Hds.489.

Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-Menâkıb, Hds.4175.

Sünen-i Nesâî, Kitabu'l-Biat, B.22, Hds.4167.

İmam Mâlik, Muvatta', Kitabu'l-Câmî, Hds.4.

İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, çev.Hüseyin Yıldız, vdğ.İst.2014, c.20, sh.44-46, Hds.28025-28029.

İmam Nesâî, es-Sünenü'l-Kübrâ, çev.Zekeriya Yıldız, İst.2011, c.4, sh.341, Hds.4248. c.8, sh.111, Hds.8665.

  1. Enbiya, 21/107.

  2. Tevbe, 9/128.

  3. İbn Hacer el-Askalânî, Fethu'l-Bârî- Muhtasar, çev.Soner Duman- Mehmet Odabaşı, İst.2006, c.4, sh.385.

  4. Enfal, 8/72.

  5. Sahih-i Müslim, Kitabü'l-İmâre, B.20, Hds.86.

Sahih-i Buhârî, Kitabü'l-Mağâzî, B.55, Hbr.313-315.

  1. İbn Hacer el-Askalânî, Fethu'l-Bârî- Muhtasar, c.14, sh.254.

  2. Bedreddin el-Aynî, Umdetu'l-Kârî- Muhtasar, çev.Cumali Baylu- Yaşar Güngör, İst.2021, c.9, sh.698.

  3. Kastallânî, Sahih-i Buhârî Şerhi- İrşâdu's-Sârî, çev.Hüseyin Yıldız, İst.2019, c.6, sh.249.

  4. İmam Muhyiddin en-Nevevî, Sahih-i Müslim Şerhi- el-Minhâc, çev.M. Beşir Eryarsoy, İst.2013, c.6, sh.388.

  5. Sahih-i Buhârî, Fedâilu Medine, B.2, Hds.5.

Sahih-i Müslim, Kitabu'l-Hacc, B.88, Hds.488.

İmam Mâlik, Muvatta', Kitabu'l-Câmî, Hds.5.

İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.20, sh.63, Hds.28076-28077.

İbn Hibbân, Sahih- el-İhsân fî Takrîbi Sahihi İbn Hibbân, çev.Hüseyin Yıldız, vdğ.İst.2022, c.5, sh.71, Hds.3723.

  1. İmam Muhyiddin en-Nevevî, Sahih-i Müslim Şerhi, el-Minhâc, c.6, sh.385.

  2. Beyyine, 98/7.

  3. Mü'minun, 23/1-2.

  4. Mâide, 5/54.

  5. Nisa, 4/115.

  6. Sahih-i Müslim, Kitabu'l-Hacc, B.88, Hds.487.

İmam Mâlik, Muvatta', Kitabu'l-Câmî, Hds.6.

İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.20, sh.36, Hds.28010.

İbn Hibbân, Sahih, c.5, sh.78, Hds.3734.

İmam Nesâî, es-Sünenü'l-Kübrâ, c.4, sh.349, Hds.4265.

  1. Enfal, 8/46.

  2. Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-Fiten, B.2, Hds.6.

Sahih-i Müslim, Kitabu'l-İmâre, B.13, Hds.55-56.

  1. Sahih-i Müslim, Kitabu'l-İmâre, B.8, Hds.38.

Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-Cihad ve's-Siyer, B.107, Hds.163.

Sünen-i Ebu Davud, Kitabu'l-Cihad, B.87, Hds.2626.

Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-Cihad, B.29, Hdss.1759.

Sünen-i İbn Mace, Kitabu'l-Cihad, B.40, Hds.2864.

Sünen-i Nesâî, Kitabu'l-Biat, B.34, Hds.4188.

İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.19, sh.310, Hds.27225-27226.

Beyhakî, es-Sünenü'l-Kebîr, çev.Hüseyin Yıldız, vdğ.İst.2016, c.15, sh.684, Hds.16686.

İmam Nesâî, es-Sünenü'l-Kübrâ, c.8, sh.112, Hds.8667.

  1. İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.19, sh.296, Hds.27194.

  2. Sahih-i Buhârî, Kitabu'l-Fiten, B.2, Hbr.7.

Sahih-i Müslim, Kitabu'l-İmâre, B.8, Hds.42.

  1. İmam Muhyiddin en-Nevevî, Sahih-i Müslim Şerhi, c.8, sh.448.

Ayrıca bkz. Ahmed Davudoğlu, Sahih-i Müslim Tercüme ve Şerhi, İst.1983, c.8, sh.718.

  1. Beyhakî, es-Sünenü'l-Kebîr, c.15, sh.719, Hds.16737.

İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.19, sh.327, Hds.27254-27255.

Sünen-i Tirmizî, Kitabu'l-Fiten, B.39, Hds.2325.

  1. En'âm, 6/126.


 

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul