Emiru’l-mü’minin İmam Ali (r.a.) anlatıyor:
(Rasulullah’ın yatağında geceyi geçirmemi emrettiği, yani Mekke’den muhacir olarak çıkıp gideceği hicret gecesi) Rasulullah (s.a.s.) ile birlikte çıkıp Ka’be’ye geldik.
Rasulullah (s.a.s.), bana: “Otur!” buyurdu.
(Oturdum. O da) Omuzlarıma çıktı. Ben, O’nu kaldırmaya çalıştım. Ancak zayıf olduğumu gördü ve inip benim için çömeldi.
Bana: “Omuzlarıma çık!” buyurdu.
Ben de omuzlarına çıkınca, beni yukarıya (Ka’be’nin damının üzerine) doğru kaldırdı. Öyle oldum ki, sanki istesem (göğün) ufuklarına yetişecekmiş gibi hissettim kendimi. Ka’be’nin üstüne çıktım. Ka’be’nin üstünde bakırdan ve tunçtan bir put vardı. Sağından, solundan, önünden ve arkasından kavramaya çalıştım ve başardım.
Rasulullah (s.a.s.), bana: “Devir onu (ve aşağıya at)!” buyurdu.
Onu devirdim (ve aşağıya attım). Cam kavanozların kırıldığı gibi kırıldı. Sonra aşağıya indim. Rasulullah (s.a.s.) ile birlikte yarışırcasına oradan uzaklaştık. Kimse bizi görmesin diye evlerin arasına saklanıyorduk.1
Kendisinden başka hüküm koyucu hak ilâh bulunmayan, yaratma ve emirin yalnızca kendisine aîd olduğu Âlemlerin yegâne Rabbi ve İlâhı Allah Teâlâ’nın emri, izni ve yardımıyla, Allah’tan başka insanların tapındığı bütün putları yıkan, yerle bir eden en son Nebî, en son Rasul Rasulullah Muhammed (s.a.s.), “Hicret Gecesi”nde sembolik olarak yıktığı putun paramparça oluşundan birkaç yıl sonra Mekke’nin fethi sırasında diğer bütün putları yıktı!..
1- Cabir (r.a.) anlatır:
Rasulullah (s.a.s.) ile beraber Mekke’ye girdiğimizde Ka’be’nin etrafında (ve içinde olmak üzere) ibadet edilen üç yüz altmış put vardı. Rasulullah (s.a.s.), onların yüzüstü devrilmesini emretti.
Sonra da: “Hak geldi, bâtıl yok oldu. hiç şüphesiz bâtıl yok olucudur.” (İsra, 17/81) ayetini okudu.2
2- Abdullah b. Mes’ud (r.a.) anlatıyor:
Mekke’nin fethi günü Rasulullah (s.a.s.), Harem’e girdi. Halbuki Ka’be’nin etrafında ibadet için dikilmiş üç yüz altmış put vardı.
Rasulullah (s.a.s.), elindeki değnekle bunlara dürtüyor ve: “Hak geldi, bâtıl yok oldu. Hiç şüphesiz bâtıl yok olucudur.” (İsra, 17/81) ayetini okuyordu.3
3- Abdullah b. Abbas (r. anhuma) anlatır:
Rasulullah (s.a.s.), Fetih günü Mekke’ye girdiğinde Ka’be’de üç yüz altmış put vardı. Rasulullah (s.a.s.) elinde bir sopayla gelip her puta vurmaya ve putlar yüz üstü düşmeye başladı. Bu şekilde bütün putlar devrildi.4
Rasulullah (s.a.s.), sadece taştan ve ağaçtan yapılan, kendilerine tapılan heykel putları devirip paramparça etmedi... O (s.a.s.) kalplerde, beyinlerde ve ruhlarda yer edinilen bütün putları yıkıp devirdi!.. Çünkü O (s.a.s.) ve merhamet olunmuş vasat ümmeti, put kıran Allah’ın dostu İbrahim (a.s.)’a tâbi olmaları için Allah Teâlâ’dan emir aldılar... Âlemlerin Rabbi ve İlâhı Allah azze ve celle, O’na ve ümmetine, kulu ve Rasulü İbrahim (a.s.)’a uymalarını emir buyurdu: “Gerçek şu ki, İbrahim (tek başına) bir ümmetti. Allah’a gönülden yönelip itaat eden bir muvahhiddi ve O, müşriklerden değildi.
O’nun nimetlerine şükrediciydi. (Allah,) O’nu seçti ve doğru yola iletti.
Ve Biz, O’na dünyada bir güzellik verdik. Şüphesiz O, âhirette salih olanlardandır.
Sonra sana vahyettik: ‘Hanif (muvahhid) olan İbrahim’in dinine uy. O, müşriklerden değildi.”5
“De ki: ‘Allah doğru söyledi. Öyleyse Allah’ı bir tanıyan (Hanif)ler olarak İbrahim’in dinine uyun. O, müşriklerden değildi.”6
“İyilik yaparak kendini Allah’a teslim eden ve Hanif (Tevhidî) olan İbrahim’in dinine uyandan daha güzel dinli kimdir? Allah, İbrahim’i dost edinmiştir.”7
Allah’ın Halili İbrahim (a.s.)’ın putlara ve putlaştırılmış olanlara karşı olan tavrını şöyle beyân buyurur yegâne İlâhımız Allah Teâlâ: “Andolsun, bundan önce İbrahim’e rüştünü vermiştik ve Biz O’nu (doğruyu seçme yeteneğinde olduğunu) bilenlerdik.
Hani babasına ve kavmine demişti ki: ‘Sizin, karşılarında bel büküp eğilmekte olduğunuz bu temsilî heykeller nedir?’
‘Biz, atalarımızı bunlara tapıyor bulduk’ dediler.
Dedi ki: ‘Andolsun, siz ve atalarınız apaçık bir sapıklık içindesiniz.’
‘Sen, bize gerçeği mi getirdin, yoksa (bizimle) oyun oynayanlardan mısın?’
‘Hayır’ dedi. ‘Sizin Rabbiniz, göklerin ve yerin Rabbidir. Onları kendisi yaratmıştır ve ben de buna şehadet edenlerdenim.
Andolsun Allah’a, sizler arkanızı dönüp gittikten sonra, ben sizin putlarınıza muhakkak bir tuzak kuracağım.’
Böylece O, yalnızca büyükleri hariç olmak üzere onları paramparça etti, belki ona başvururlar diye.”8
Allah Teâlâ, Hanif (muvahhid) olan İbrahim (a.s.)’ın dinine uymayı kendisine vahyettiği kulu ve Rasulü Muhammed (s.a.s.), yegâne Rabbi Allah’ın emrine katıksız itaat ederek, dinine uyduğu atası İbrahim (a.s.) gibi davranıp maddî ve manevî putları paramparça etti ve putlaştırılanları ayaklar altına aldı!..
İlk önce şirk putunu yıkıp parçaladı... İçinde bulunduğu cahiliye toplumundaki her türlü şirki yok etmeye bütün gücü ve imkanlarıyla çalıştı... Vasat ve şahid ümmetiyle beraber şirke karşı cihad edip şirk ehlinin hakkı idrak ederek Tevhid ehli olması için var gücüyle gayret etti...
Allah azze ve celle’nin bildirmesiyle, insanların hidayetine vesile olmaları için gönderilen bütün Rasullerin (Allah’ın salât ve selâmı üzerlerine olsun) vazifesi, şirki ortadan kaldırmak, müşriklerin muvahhid olmalarını sağlamak ve insanların Allah’dan başka ilâhlaştırdıklarından insanları kurtarmaktı!..
Şöyle buyurur Allah Teâlâ: “Her ümmetin bir Rasulü vardır. Onlara Rasulleri geldiği zaman, aralarında adâletle hüküm verilir ve onlar zulme uğratılmazlar.”9
“Andolsun, Biz her ümmete: ‘Allah’a kulluk edin ve tağuttan kaçının’ (diye tebliğ etmesi için) bir Rasul gönderdik.”10
“Senden önce hiçbir Rasul göndermedik ki, ona şunu vahyetmiş olmayalım: ‘Benden başka ilâh yoktur, öyleyse Bana ibadet edin.”11
Şirk, hiçbir ortağı, eşi ve benzeri olmayan Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ’ya zâtında ve sıfatlarında ortaklar edinmek, insanlar üzerinde kanun koyup boyun eğdirmekle birilerini O’na ortak etmek yahut o birilerine yönelip Allah’ı terk etmektedir... Rahmân ve Rahîm Allah Teâlâ’nın affetmediği günah ve suç: Şirktir!..
Yegâne Rabbimiz, ilâhımız ve melikimiz Allah şöyle buyurur: “Gerçekten Allah, kendisine şirk koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında kalan ise, dilediğini bağışlar. Kim Allah’a şirk koşarsa, doğrusu büyük bir günahla iftira etmiş olur.”12
Allah’ın gönderdiği bütün Nebî ve Rasuller, insanları en büyük günah ve zulüm olan şirkten alıkoymaya, bu konuda onları uyarmaya çalışmışlardır...13
“De ki: ‘Rabbim, yalnızca şirkin hayâsızlıkları –onlardan açık olanlarını ve gizli olanlarını- günah işlemeyi, haklı nedeni olmayan isyan ve saldırıyı, kendisi hakkında ispatlayıcı bir delil indirmediği şeyi Allah’a şirk koşmanızı ve Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır.”14
Amr b. Abese (r.a.) anlatır:
Mekke’de Rasulullah’ın yanına girerek, kendisine:
-Sen nesin? diye sordum.
“Ben Peygamberim” cevabını verdi.
-Peygamber ne demektir? diye sordum.
Rasulullah (s.a.s.):
“Beni Allah gönderdi.” buyurdu.
-Seni ne ile gönderdi? diye sordum.
“Allah beni, akrabaya yardım edilmesi, putların kırılması, Allah’ın bir tanınması, O’na hiçbir şeyin ortak koşulmaması (vazifesi) ile gönderdi.” buyurdu.15
Rasulullah (s.a.s.), şirkin her çeşidini kaldırıp yok etmeye, putların bütününü kırmaya ve insanlardan putlaşmış tağutları alaşağı etmeye gönderilmiştir...
Abdullah b. Mes’ud (r.a.) anlatıyor:
Ben: “Ya Rasulallah, hangi günah en büyüktür?” diye sordum.
Rasulullah (s.a.s.): “Allah seni yarattığı hâlde, senin Allah için bir benzer uydurmandır.” buyurdu.16
Mü’minlere şefkatli ve esirgeyici olan yegâne önderimiz Rasulullah (s.a.s.), başta içinde bulunduğu beldeye egemen olan ve Allah’tan başka kanun koyucu laik, demokratik bir parlamenter şirk devleti Mekke devletine karşı mücadele başlatmış, daha sonra o günün sömürücü zalim tağutî süper güçlerine, yani Bizans ve Sasanî İmparatorluklarına cihad ilan etmişti... Kıyamete kadar her nerede Allah’ın, insan kulları üzerinde kanun koyucu egemenliğini kabul etmeyip Allah yerine kanun koyucu, otoriter güçler varsa, bu mücadele ve bu cihad onların hepsini kuşatıcı olup kendilerindeki şirk putunu yıkmak için var güçleriyle çalışmayı gündeme getirmiştir...
Çünkü: “Haberiniz olsun, yaratmak da, emir de (yalnızca) O’nundur. Âlemlerin Rabbi Allah ne yücedir.”17
“Hüküm,18 yalnızca Allah’ındır. O, kendisinden başkasına kulluk etmemenizi emretmiştir. Dosdoğru olan din işte budur, ancak insanların çoğu bilmezler.”19
Put kıran İbrahim (a.s.)’ın dinine uymak kendisine vahyedilen, kıyamete kadar insanlık âleminin yegâne önderi ve hidayet rehberi Rasulullah (s.a.s.), hangi türden olursa olsun bütün putları yıkmış, putlaştıran egemen tağutları alaşağı yaparak, nasıl devrileceklerinin yollarını göstermiştir... Kendisinden sonra gelen vasat ve şahid ümmetinin merhamet olunmuş muvahhid mü’minlerine putları kırmayı miras bırakmış, putlaştırılan egemen tağutların yıkılışlarının yöntemlerini öğretmiştir... Hangi beldede bulunurlarsa bulunsunlar ümmete düşen, önderleri Rasulullah (s.a.s.)’e tâbi olup “Sünnet”ine göre davranmaktadır...
Şüphesiz ki: “Kim Rasul’e itaat ederse, gerçekte Allah’a itaat etmiş olur.”20
Rasulullah (s.a.s.), ilk laik, demokrat ve ırkçı, yani ulusçu/milliyetçi olan İblis’in peşi sıra giden ona tâbi olup ırkçılık yapanların gündeme getirip putlaştırdıkları “kendi uluslarının/ırklarının üstün” olduklarına inandıkları milliyetçilik/ırkçılık putunu da kırıp paramparça etmiştir...
Rabbimiz Allah Teâlâ şöyle buyurdu: “Ey insanlar, sizi tek bir nefisten yaratan, ondan eşini yaratan ve her ikisinden birçok erkek ve kadın türetip yayan Rabbinizden korkup sakının.”21
Yegâne yaratan ve kanun koyan Allah Teâlâ, yalnızca kendisine ibadet etsinler ve asla şirk koşmasınlar22 diye yarattığı insan kullarını, topraktan yarattığı Âdem (a.s.) ve ondan yarattığı eşi Havva (r.anha)’dan türetip yaymıştır... Hangi ırktan, hangi renkten ve hangi kavimden olurlarsa olsunlar bütün insanlar, ilk insan, ilk Peygamber ve ilk medeniyet kurucusu Âdem (a.s.)’ın çocuklarıdırlar... Irk, renk ve kavim olarak birbirlerinden asla üstünlükleri yoktur... Üstünlük, ancak katıksız iman edip salih amel işleyerek takvaya ulaşmakla olur!.. Hangi ırktan, hangi ulustan, hangi renkten ve hangi beldeden olursa olsun, kim ya da kimler, Allah Teâlâ’nın emrettiği, Rasulullah (s.a.s.)’in gösterdiği şekilde kalben tasdik, dil ile ikrar ederek katıksız imanı gerçekleştirerek, onu ibtal edecek fikir, söz ya da harekette bulunmadan “Sünnet” üzere salih ameller işleyip ispat edecek olursa o yahud onlar, muvahhid mü’min olur... Bu hayırlı ve güzel hâllerini koruyup devam ettikçe, Allah katında takvaları ölçüsünce değer bulur ve üstünlük sağlarlar...
Allah tarafından yaratılmışların birçoğundan üstün kılınan Âdemoğlu olan insanlar,23 katıksız iman ve salih amelle ulaştıkları takvanın derecesine göre Allah Teâlâ katında üstünlüğe ulaşırlar yoksa dünyada sadece insan oldukları için birbirinden üstünlükleri yoktur... Hepsinin damarlarında dolaşan kanları, aynı kandır... Birinin kanı asil, diğerininki sefil değildir!..
Rabbimiz ve İlâhımız Allah azze ve celle şöyle buyurdu: “Ey insanlar, gerçekten Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır.”24
“Şüphesiz Allah, takva sahiplerini sever.”25
“Ancak O’na (Allah’a) sizden takva ulaşır.”26
Ebu Hüreyre (r.a.) rivayet eder.
Rasulullah (s.a.s.)’e:
-Ya Rasulallah, insanların en şereflisi kimdir? diye soruldu.
O da: “En muttakî olanıdır.” diye buyurdu.27
Hadis-i şerifin şerhinde şunlar kaydedilmiştir:
“Kerem: Hayrın çokluğu demektir. Burada ondan şeref manası kastedilmiştir. Ashabın sorduğu suale Rasulullah (s.a.s.), keremin en umumî ve şumullu manasıyla cevap vermiş, en kerim insanın Allah’tan en çok korkan kimse olduğunu bildirmiştir. Yani, ehl-i takva olan (muttakî) kimsenin hayrı çok olur. Böylesi, hem dünyada insanlara çok faydalı olur, hem de âhirette en yüksek dereceleri kazanır.”28
İbn Ömer (r.anhuma)’dan.
Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurur: “Bütün insanlar, Âdem oğullarıdır ve Allah, Âdem’i topraktan yaratmıştır.”29
Ümmetin birlik ve beraberliğini bozan, Allah’ı Rab, İslâm’ı din, Rasulullah’ı önder kabul edip iman ederek birbirlerine kardeş olan mü’min müslüman kavimleri, şeytanın işi olan ırkçılık dâvâsına sürükleyip üstünlük iddiasında bulunanlar, elbette ırkçıların atası olan İblisin yandaşları olmuş, İslâm Milleti’nin en büyük belâsını körükleyip kardeşleri birbirine düşürmüşlerdir... Böylelikle insanlardan şeytanlaşmış olanlar ortaya çıkıp ataları İblisin vazifesini üstlenmişlerdir...
Âlemlerin Rabbi ve İlâhı Allah Teâlâ uyarıyor: “Ey Âdem oğulları, Ben size and vermedim mi ki: Şeytana kulluk etmeyin. Çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır. Bana kulluk edin, doğru yol budur.”30
Hiç şüphesiz iman ediyoruz ki, dosdoğru yol, Rabbimiz ve İlâhımız Allah’ın beyân buyurduğudur...
Put kıran Rasulullah (s.a.s.), bütün insanlık âleminde gerçek adâletin egemen olması için, zulüm, ayrıcalık, sınıfsal üstünlük ve güçlünün zayıfı ezip sömürü putunu kırıp paramparça etti... İnsanlığın toptan kurtulmaları ve dünyada huzur bulmaları için İslâm adâletinin, önce kalplere, beyinlere ve ruhlara, sonra ailevî hayata, sonra da toplumsal hayata hakim olmasını sağladı... Bu konuda Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ, O’na ne buyurmuş ise O (s.a.s.), hayata onu uyguladı ve bu konudaki konuşmuş bütün engelleri aşıp âdil bir yönetimi egemenliğini gerçekleştirdi!..
Şöyle buyurdu Rabbimiz Allah Teâlâ: “Bir topluluğa olan kininiz, sakın sizi haddi aşmaya sürüklemesin. İyilik ve takva konusunda yardımlaşın, günah ve haddi aşmada yardımlaşmayın ve Allah’tan korkup sakının. Gerçekten Allah (cezâ ile) sonuçlandırması pek şiddetli olandır.”31
“Ey iman edenler, âdil şahidler olarak, Allah için hakkı ayakta tutun. Bir topluluğa olan kininiz, sizi adâletten alıkoymasın. Adâlet yapın. O, takvaya daha yakındır. Allah’tan korkup sakının. Şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır.”32
“Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınızın aleyhine bile olsa, Allah için şahidler olarak adâleti ayakta tutun. (Onlar,) ister zengin olsun, ister fakir olsun. Çünkü Allah, onlara daha yakındır. Öyleyse adâletten dönüp hevâ (tutkuları)nıza uymayın. Eğer dilinizi eğip büker (sözü geveler) ya da yüz çevirirseniz, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır.”33
“Âdil davranın. Şüphesiz Allah, adâleti, ihsânı, yakınlara vermeyi emreder.”35
“De ki: ‘Rabbim, adâletle davranmayı emretti.”36
Muhammed Hamdi Yazır (rh.a.), “Hak Dini Kur’ân Dili” adlı meşhur tefsirinde şunları beyân eder:
“Ey iman edenler, her hususta adâletle hüküm verici olunuz. Adâletle kaim (ayakta duran) ve müstakim (doğru) hakimler olup adâlet ve haklılığı ayakta tutunuz. Allah için örnek olacak şahidler olunuz, hakka dosdoğru şahidlik ediniz. İsterse kendinizin veya anne-baba ve yakınlarınızın aleyhinde de olsa böyle olunuz.
Bunda iki manâ vardır:
Birisi, başkasının sizde bir hakkı varsa, kendiniz ikrar ve itiraf ediniz. Anneniz, babanız ve yakınlarınızın aleyhinde de olsa hükümden, şahidlikten kaçınmayınız demektir.
Diğeri de, üçüncü şahıs aleyhine şahidlik, kendinizin ve yakınlarınızın bir zararıyla sonuçlanacak da olsa, yine dosdoğru şahidlik ediniz demektir.
Aleyhine ve lehime şahidlik ettiğiniz kimseler zengin olsa da böyle yapınız, fakir olsa da. Ne zengine dalkavukluk etmek, ne de fakiri gözetmek için şahidlikten kaçınmayınız, doğruluktan ayrılmayınız. Çünkü zengine de, fakire de Allah daha yakındır. O, onları daha iyi gözetir. Şu hâlde doğruluktan sapmakla isteklerinize uymayınız, keyf ve arzuya tâbi olmayınız. Yahud adâlet ediyoruz zannıyla arzulara uyup fakiri zengine, akrabayı yabancıya tercih ederek hakkı gizlemeyiniz ve bozmayınız. Ve eğer hakkı tutmakta veya şahidlikte dillerinizi eğer bükerseniz veya büsbütün yüz çevirirseniz, Allah, muhakkak hepinizin yaptıklarından haberdardır. Hiç biriniz yakanızı kurtaramazsınız. Eğer şahidlikte görevlendirilir de hakkıyla yerine getirmez veya yerine getirmekten yüz çevirir ve çekinirseniz, her iki hâlde Allah, yaptıklarınızdan haberdardır. Birinde mükâfatını, birinde de cezâsını verir demek olur.
İşte Müslümanlar, böyle keyf ve arzuya uymaz, adâletli ve doğru, yani doğruyu söyleyen, hakkı gözeten, Allah için şahidler olmalıdır.”37
Önce İslâm toplumunda sonra bütün yeryüzünde Allah Teâlâ’nın emrettiği adâletin egemen olması için, şirk, tağut ve ırkçılık putlarının elbirliği ile yıkılıp parçalanması gerekir... Yalnızca ve şirk koşmadan Allah’a iman edip emrolundukları gibi dosdoğru davranıp gösterildiği şekilde ibadet, yani itaat edildiği zaman çağın putperestlerinin gündem ettiği maddî ve manevî putların hepsi birer birer devrilip parçalanır... Yeter ki, İlâhî emre itaat edilip üzerlerine düşen kulluk görevi yerine gelsin!..
Gereği yapılmak üzere İlâhî emre bakalım: “De ki: ‘Gelin size Rabbinizin neleri haram kıldığını okuyayım: O’na hiçbir şeyi ortak koşmayın, anne-babaya iyilik edin, yoksulluk endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin. –Sizin de, onların da rızıklarını Biz vermekteyiz.- Çirkin kötülüklerin açığına ve gizli olanına yaklaşmayın. Hakka dayalı olma dışında Allah’ın (öldürülmesini) haram kıldığı kimseyi öldürmeyin. İşte bunlarla size tavsiye (emr)etti, umulur ki akıl erdirirsiniz.
Yetimin malına, o ergenlik çağına ulaşıncaya kadar –o en güzel (şeklin) dışında- yaklaşmayın. Ölçüyü ve tartıyı doğru olarak yapın. Hiçbir nefse gücünün kaldırabileceği dışında bir şey yüklemeyiz. Söylediğiniz zaman –yakınlarınız dahi olsa- âdil olun. Allah’ın ahdine vefa gösterin. İşte bunlarla size tavsiye (emr) etti, umulur ki öğüt alıp düşünürsünüz.’
Bu, Benim dosdoğru olan yolumdur. Şu hâlde ona uyun. Sizi, O’nun yolundan ayıracak (başka) yollara uymayın. Bununla size tavsiye etti, umulur ki korkup sakınırsınız.”38
“Düşünen bir toplum için.”39
-
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, çev. Hüseyin Yıldız, vdğ. İst. 2014, c. 17, sh. 304, Hds. 24960-24961.
Hâkim en-Nîsâbûrî, el-Müstedrek Ale’s-Sahihayn, çev. M. Beşir Eryarsoy, İst. 2013, c. 5, sh. 250-251, Hds. 3439. c. 6, sh. 324, Hds. 4324.
İmam Nesâî, es-Sünenü’l-Kübrâ, çev. Zekeriya Yıldız, İst. 2011, c. 7, sh. 639, Hds. 8453.
İbn Ebî Şeybe, Musannef, çev. Zekeriya Yıldız, İst. 2012, c. 15, sh. 605, Hds. 38062.
İmam Nesâî, Hadislerle Hz. Ali, çev. Naim Erdoğan, İst. 1992, sh. 96, Hds. 119.
Nûreddin el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, çev. İlker Mermer, İst. 2015, c. 10, sh. 32-33, Hds. 9836-9837. Ebu Ya’lâ ve Bezzâr’dan.
Not: Ebu Heyyâc el-Esedî anlatıyor:
Bana, Ali İbn Ebî Talib: “Rasulullah (s.a.s.)’in beni gönderdiği bir işe, ben de seni göndereyim mi?: Târumâr etmediğin hiçbir heykel/put ve düzeltmediğin hiçbir yüksek kabir bırakmayasın!” dedi.
Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Cenâiz, B. 31, Hbr. 93.
Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Cenâiz, B. 66-68, Hbr. 3218.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu’l-Cenâiz, B. 55, Hbr. 1054.
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, sh. 559, Hbr. 8834-8836.
-
İbn Ebî Şeybe, Musannef, c. 15, sh. 603, Hds. 38060.
İbn Hacer el-Askalânî, el-Metâlibu’l-Âliye, çev. Hüseyin Kaya, İst. 2010, c. 4, sh. 231, Hds. 4364.
-
Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Mezâlim, B. 32, Hhds. 39.
Kitabu’l-Mağâzî, B. 50, Hds. 294.
Kitabu’t-Tefsir, B. 192, Hds. 241.
Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Cihad ve’s-Siyer, B 32, Hds. 87.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu Tefsiru’l-Kur’ân, B. 18, Hds. 3345.
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 17, sh. 704, Hds. 25412.
İmam Nesâî, es-Sünenü’l-Kübrâ, c. 10, sh. 270, Hds. 11233.
İbn Ebî Şeybe, Musannef, c. 15, sh. 604, Hds. 38061.
İbn Hibbân, Sahih-el-İhsân fî Takrîbi Sahih-i İbn Hibbân, çev. Hüseyin Yıldız, vdğ. İst. 2022, c. 7, sh. 163, Hds. 5862.
Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve, çev. Hüseyin Yıldız, vdğ. İst. 2017, c. 3, sh. 658.
-
Beyhakî, Delâilü’n-Nübüvve, c. 3, sh. 659.
İmam Taberânî, el-Mu’cemu’s-Sağir, ev. İshak Doğan, Konya, 2019, sh. 533, Hbr. 1152.
Nûreddin el-Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, c. 10, sh. 431, Hbr. 10254. TaberânÎ ve Bezzâr’dan.
-
Nahl, 16/120-123.
-
Âl-i İmrân, 3/95.
-
Nisa, 4/125.
-
Enbiya, 21/51-58.
-
Yunus, 10/47.
-
Nahl, 16/36.
-
Enbiya, 21/25.
-
Nisa, 4/48.
Rabbimiz Allah Teâlâ, diğer bir ayette şöyle buyurur:
“Hiç şüphesiz Allah, kendisine şirk koşanları bağışlamaz. Bunun dışında kalanlar ise, (onlardan) dilediğini bağışlar. Kim Allah’a şirk koşarsa, elbette o, uzak bir sapıklıkla sapmıştır.” Nisa, 4/116.
-
Ayet-i kerimede şöyle beyân edilir:
“Hani Lokman, oğluna –öğüt vererek- demişti ki:
‘Ey oğlum, Allah’a şirk koşma. Şüphesiz şirk, gerçekten büyük bir zulümdür.” Lokman, 31/13.
-
A’raf, 7/33.
-
Sahih-i Müslim, Kitabu Salâti’l-Müsafirin, B. 52, Hds. 294.
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, sh. 42, Hds. 1458.
-
Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Edeb, B. 20, Hds. 30.
Kitabu’t-Tevhid, B. 47, Hds. 158.
Sahih-i Müslim, Kitabu’l-İman, B. 37, Hds. 141-142.
Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’t-Talâk, B. 48-50, Hds. 2310.
Sünen-i Tirmizî, Kitabu Tefsiru’l-Kur’ân, B. 26, Hds. 3396.
Sünen-i Nesâî, Kitabu Tahrimu’d-Dem, B. 4, Hds. 4000-4002.
-
A’râf, 7/54.
-
“Hüküm: Tartışılmaz dinî kaide. Hakimiyet, hakim olma. Emir, buyruk, kumanda, irade. Kudret, kuvvet, önem, geçerlilik, tesirlilik, nüfuz. Yürürlülük, mer’iyet. Kader, takdir.”
D. Mehmet Doğan, Doğan Büyük Türkçe Sözlük, İst. 2005, sh. 572.
-
Yusuf, 12/40.
-
Nisa, 4/80.
-
Nisa, 4/1.
-
Bkz. Zariyat, 51/56. Kehf, 18/110.
-
Bkz. İsra, 17/70.
-
Hucurat, 49/13.
-
Âl-i İmrân, 3/76. Tevbe, 9/4,7.
-
Hacc, 22/37.
-
Sahih-i Buhârî, Kitabu’l-Menâkıb, B. 1, Hds. 2.
Kitabu’l-Enbiyâ, B. 16, Hds. 48.
Sahih-i Müslim, Kitabu’l-Fedâil, V. 44, Hds. 168.
-
Ahmed Davudoğlu, Sahih-i Müslim, Tercüme ve Şerhi, İst. 1983, c. 10, sh. 187.
-
Sünen-i Tirmizî, Kitabu Tefsiru’l-Kur’ân, B. 49, Hds. 3486.
Sünen-i Ebu Davud, Kitabu’l-Edeb, B. 110-111, Hds. 5116.
İmam Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 16, sh. 350, Hds. 23624-23625.
-
Yasin, 36/60-61.
-
Mâide, 5/2.
-
Mâide, 5/8.
-
Nisa, 4/135.
-
Hucurat, 49/9.
-
Nahl, 16/90.
-
A’râf, 7/29.
-
Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’ân Dili, İst. 2001, c. 3, sh. 119. (Yenda Yayınları)
Sadeleştirilmiş nüsha, c. 3, sh. 104. (Azim Yayınları)
-
En’âm, 6/151-153.
-
Bakara, 2/164.