Zulmün her zaman karanlığa işaret eden bir tarafı vardır. Cahillik, fasıklık, müşriklik ve kâfirlik de temel gerçekleri ve esas hakikati inkâra veya görmezden gelmeye dayandığından büyük birer zulüm sayılmıştır (Kur’ân: 24/40). Kur’ân yazınında karanlıkların aydınlık karşısında yer almış olması, hakikatin tekliğine, batılın ise sınırsız çokluğuna işaret eden bir veçhesi olduğuna işarettir (Kur’ân: 6/1).
Yüce Allah’ın karanlıklardan aydınlığa çıkarmasının manası da zulümden adalete doğru, batıldan hakka, kötülükten iyiliğe, çirkinlikten güzelliğe taraf öncülük ettiği ve bu konularda yol gösterici rehber olduğunu gösterir (Kur’ân: 2/257). Yani Allah’ın hidayetini, rehberliğini ve kılavuzluğunu kabul etmeyen ister istemez karanlıklarda, zulümler içinde, batıl, kötü ve çirkin inançlar, düşünceler ve kirli işler içinde debelenip duracaktır. Buna göre iman ve İslam hidayettir, adalettir, haktır, doğrudur, iyi ve güzeldir. İnkâr ise bunların karşısında yer almak manasına gelecektir (Kur’ân: 31/13). İnsan evrenin temel hakikatine karşı durmakla zalim olur (Kur’ân: 76/31, 39/32).
İslam nazarında zulüm üç kategoride ele alınmıştır.
1-) İnsan ile Yüce Allah arasında gerçekleşen zulüm. Bunun dinimizdeki adı kâfirlik, müşriklik ve nifaktır. Yüce Allah açıkça ve sarih olarak bunları sevmediğini ve onlara lanet ettiğini beyan etmiştir (Kur’ân: 11/18, 6/93).
2-) İnsan ile diğer hem cinsleri ve canlılar arasında ortaya çıkacak olan zulüm. Yüce Allah bunları da sevmediğini sarih olarak bildirmiştir (Kur’ân: 42/40, 42). Onlar için maddi-manevi cezalar hazırlanmıştır ve peş peşe gelecektir. Kimse onları adaletin terazisi ilahi kudretin elinden kurtaramaz; onlar da ellerinde dünyalar olsa bu acı sondan kurtulmak için fidye olarak vermede bir an bile tereddüt etmezler (Kur’ân: 17/33).
3-) İnsanın kendi kendine zulmetmesi şeklinde tahakkuk eden zulüm. Burada insanların inanç, ibadet, ahlak ve hukuk sistemi açısından doğru yolda olanlarının bile yakasını kurtaramadığı bir çeşit zulüm söz konusudur. Burada ilkin Hz. Âdem’in işlediği zulüm akla gelmektedir. Zira Yüce Allah ona ve eşine cennetteki her şeyi helal kılmışken onlarla yetinmemiş ve İblis’in ayartması neticesinde haram kılınmış ağaçtan yiyemeden edemedi (Kur’ân: 2/35). Hz. Yunus’un iman etmeyen kavmine öfkelenip onları ilahi izin olmadan terk etmesi de bu tür bir zulüm sayılmıştır (Kur’ân: 35/32). Müslüman insanlar arasında da, aile fertleri ve komşuluk, akrabalık ve hısımlık durumları, dostluklar ve arkadaşlıklar, ortaklıklar sebebiyle insanların birbirlerine, kendilerine, yakınlarına zulmetleri de söz konusu edilmiştir (Kur’ân: 2/231, 4/64, 27/44).
Her tür zulümde öncelikle kişinin kendi kendisine zulmetmesi söz konusudur. Yani insan kendine zulmetmeden zalim olmuyor. Önce kendisine zulmediyor sonra ikinci, üçüncü şahıslara zulmetmeye yelteniyor. Bu açıdan Yüce Allah daima adaletle hükmeder kimseye zulmetmez. Ancak insanlar farkında olsunlar olmasınlar kendilerine zulmederler (Kur’ân: 2/57, 6/82, 16/33, 31/13).
Tarihte ilahi rahmet gereği gönderilen resullerin, nebilerin muhatabı kavimler de Kur’ân’da, çoğun, zalimler ve azgınlar olarak tanımlanmıştır (Kur’ân: 53/52). Çünkü onlar Allah’ın Aziz Elçilerine gereken ihtimam ve saygıyı göstermemişler; daima onları hafife almış ve sözlerine, uyarılarına, nasihatlerine kulak asmamışlardır. Hatta onları tehdit etmiş ve Risalet görevlerini yapmalarına engel olmaya çalışmışlardır. Bu nedenle zalimlikleri ve zulümleri üçe katlanmıştır. Onlar Allah’ın hakkını teslim etmeyerek zalim oldular. Resulün hakkını ketmederek bir kere daha zulme battılar. Akıl ve vicdan ölçülerini kullanmadan karar vererek canlarını tehlikelere, felaket ve azaplara maruz bıraktılar. Neticede toptan helak oldular; yerle yeksan oldular. Elbet Allah Teâlâ kullarına haklarını tam ve adaletle teslim eder, onların alacaklarını kısarak veya zayi ederek zulmetmez (Kur’ân: 40/31, 50/29).
Tarih derslerle doludur ama ibret alan nerede? Modern çağın azgınları ve tağutları da Allah’a, Risalete, Hidayete, Hakka ve Adalete, İyiliğe ve Marufa karşı çıktılar; onlara yol vermediler, nefes aldırmadılar. Onları ve temsilcilerini, öncülerini, izinden gidenleri darmadağın etmek için seleflerini aratmadılar. Hatta kimi zaman zulümde, haksızlıkta, azgınlıkta, haddini aşmada onları da geride bıraktılar. Yani modern çağda Ebu Cehiller, Ebu Lehebler, Ukbe b. Ebu Muaytlar, Velit b. Muğireler ölmediler aksine kıtalar dolaştılar. Milletlere, halklara ve tüm insanlığa kan kusturdular. Ardından rezil rüsva olup gittiler. Onlar modern dünyada Stalinler, Hitlerler, Mussoliniler, Maolar, Pol Potlar, Ho Şi Minler, Nasırlar, Esetler, Yavru Buşlar kılığına bürünmüşlerdi. Ama yine de Müslümanlar onları tanımakta şüpheye düşmediler. Yolumuzu, hedefimizi, yönümüzü onlarınki ile birleştirmediler. Onlarla hiçbir şekilde barışmadılar, teslim olmadılar ve onların dümen suyunda yürümeyi asla düşünmediler...
Modern Çağda Zulme Zemin Hazırlama Gayretleri
Şeytani güçlerin, çağdaş Firavunların 11 Eylül’de her ne olduysa bunun faturasını Irak halklarından, Afganistan halklarından çıkarmaya çalışmaları evrensel bir zulümdü. Saddam Hüseyin nükleer enerji projeleri üzerinde çalışıyor diye ona ve kadrosuna yönelik uluslararası saldırı saldırılar, şehirlerin, binaların bombalanması çağdaşlık ve modernlik süsü verilmiş zulümler, azgınlıklardı. Saddam’ın hükmettiği halklara, Kürtlere ve Halepçe’ye yaşattığı facialar, baskılar ve bir felaketle eşdeğer toplu imha hareketleri de Amerika ve uydularının azgınlarından, zulümlerinden aşağı değildi.
Afganistan’ın 20 sene boyunca Amerika ve peykleri tarafından işgal edilmesi, yer altı ve yerüstü zenginlik kaynaklarının yağmalanması bütün dünya devletleri ve milletlerinin gözleri önünde işlenen cinayetler, Firavunî ve Nemrudî ceberut yönetimlerin, siyasalların ve alicengiz oyunlarının güncellenmiş formlarıydı. Apaçık oyunlardı, tezgâhlardı; tarihte eşi görülmemiş haksızlıklar ve zulümlerin güncellenmiş şekilleriydi. Yine de zulüm sonsuza dek veya uzun zamanlar dayanmaz. İnkâr ve küfür nispeten ondan daha devamlı olabilmektedir. Zira istenmeyen, yerle göğü sarsacak çirkin ve pis karakterlerine rağmen kişisel tercih ve ferdi karara dayandıkları için yaşamalarına ilahi irade tarafından müsaade ve müsamaha edilmiştir. Zulmün ise hiçbir köklü temeli yoktur. Tamamen merduttur ve külliyen tart edilmiştir.
Arap Baharı diye maskelenen Batılı Şeytanların planladığı, örgütlediği, desteklediği devinmeler, direnmeler ve isyanlar da sonuç itibariyle Fas’ta, Tunus’ta, Cezayir’de, Libya’da, Mısır’da, Yemen’de, Suriye’de, Irak’ta, İran’da başlatılan ve güdülen iç isyanlarda binlerin, yüz binlerin, milyonların canlarından, mallarından, vatanlarından olmalarına yol açan gelişmiş silahlara sahip modern azgın devletlerin dünyaya, insanlığa ve Müslümanlara karşı geliştirdikleri zulüm çeşitlerinden sayılmalıdır. Buralarda insanların fırkalara, örgütlere, hiziplere taksim edilerek her birinin eline ne çözüme ve çareye yarayan silahlar verilmesi de birer zulüm tezgâhıdır. Bu yolla hem halklar, insanlar, Müslümanlar bir ölçüde seyreltildi. Hem de siyasi istikrar ve gelişmelerinin önüne geçildi. Kendi elleriyle kurdukları düzenden doğan huzursuzluk, kargaşa ve tabir caizse bulanık suda istedikleri kadar balık avlandı. Cins tohumlar istenen mekânlara, ülkelere taşındı. İşe yarar tarihi eserler kelepir edildi ve yağmalandı. İnsanların can ve mal güvenliği buharlaştırıldı. İktisadi ve ticari düzenleri tarumar edildi. Yaşlılar, hastalar, çocuklar zarar gördü. Bunların her biri kendi başına birer zulümdür. Bir kişiye yöneltilse bir zulüm, on kişiye yönelik olsa on zulüm, yüzlere, binlere, milyonlara yönelik olsa tahmil edildikleri insanlar, nefisler, canlar adedince zulümdür.
Çağdaş İdeolojiler ve Hayat Tarzları
İnsanlar ne kadar sapar ve yoldan çıkarlarsa çıksınlar, özlerinde daima fıtrattan gelen temiz, arı duru bir damar vardır. Çağdaş kefere, fecere, zaleme ve tağutlar bu nedenle insanın vicdanının sesine kulak vereceği zemin ve zamanı özenle ve dikkatle yok etmeye çalışırlar. Bu çabalar elbirliği içinde ve dayanışma ile tüm insanlara, milletlere teşmil edilmeye çalışılır. Düşünce, inanç, hayat tarzı ve yaşama biçimi buna göre teşvik edilir ve insanların akıl ve zihinleri yanlış yöne yönlendirilir. İnsanlar bu hengâmda nerede, neyin içinde, nelerle meşgul olduklarını anlayamazlar. İş, geçim, çağın bir nevi zorunluluk haline getirdiği hayat tarzı ve tüketim kültürü insanların tüm güç, enerji ve takatlerini ele geçirir. İnsanlar, çoğun, farkında olmadan rayı, makinisti, güzergâhı insanlık düşmanı şeytanlar tarafından belirlenen kara trenlere, banliyölere, hızlı trenlere bindirilir ve ömürleri boyunca bunlardan inmelerine fırsat verilmez. Oyun, eğlence, geçim derdi, evladüıyal, şan, şöhret, debdebe ve ihtişam hayalleri tüm zihinleri ve gönülleri kuşatır; işgal eder ve ele geçirir. Artık insan kurulu nizamın, sosyal ve siyasal düzenin azat kabul etmez modern bir kölesidir. Aklı da köleleşmiştir, ruhu da bir zebundur siyasaya, piyasaya.
Bunlar zulmün gelişmiş, derinleşmiş, genişlemiş çeşitleridir. İnsanlar artık dünyanın her tarafında maddenin, paranın, şöhretin, makamın, ulusal modern devletlerin, kanunların ve modern alışkanlıkların, törelerin birer bendesidir. Cihanşümul şirketler, örgütler ve hizipler bundan böyle insanların akıllarını ve hırslarını istedikleri yöne yönlendirme imkânına sahiptir. En büyük zalimler de onlardır. Yeryüzünün en büyük azgınları onlardan oluşmaktadır. Zihinleri, fikirleri, inançları iğfal etmekten büyük zulüm düşünülemez. Dünya çapında kurulu düzenlerle insanların emeklerine, kazançlarına, geçimliklerine el koymaktan daha büyük zulüm tahayyül edilemez. İnsanları ırkçılık, ulusçuluk, bölgecilik, ilericilik, gericilik, modernlik, çağdaşlık gibi asılsız, esassız, boş düşüncelerle, umutlarla, emellerle kandırmaktan ileri bir zulüm söz konusu değildir.
Şeytani Planlar ve Görünmeyen Yönlendirmeler
Amerikan, İngiliz, Siyonistler ve Evangelistler tarafından planlanan, örgütlenen ve onların yeni yetmelerinin elleriyle düzenlenen ve silahlanan uluslar üstü mukavemet çekirdekleri Avrupa’da, Amerika’da, Afrika’da, Doğuda ve Batıda yaşayan Müslüman gençler cihat ve mücadele ideolojisiyle fikren ve vicdanen iğfal edildi. İnanç sistemi, ibadet nizamı ve ahlaki değerleri, hukuki normları teşvişe ve cerbezeye maruz kalan gençler bir anda kendilerini CIA, MOSSAD, KGB gibi uluslararası istihbarat şebekelerince önceden eğitilmiş, yetiştirilmiş, profesyonelleştirilmiş ajanların liderliğini, kilit noktalarını ve çığırtkanlığını yaptığı terör örgütleri içinde buldular. İşin farkına vardıklarında ise iş işten geçmiş oldu. Böylece Avrupalılar, Amerikalılar, İngilizler yeni Müslüman olmuş faal, cevval, dinamik, devingen pek çok genç Müslüman davetçi ve dava adamından kurtulmuş oldu. Kendi halklarını ve devletlerini bir süre daha İslam’dan, Müslümanlardan ve dava adamlarından yakasını sıyırmış oldu. Bu sayede kendi milletlerinin düşünce, inanç ve hayat tarzının koordinatlarıyla uyuşmayan binlerce, on binlerce genç Müslüman’ı ülkelerinden ve milletlerinin içinden ayıkladılar; yetiştirdikleri ajanlar sayesinde koparıp attılar. Bir rahat nefes aldıklarını, alacaklarını sandılar. Ne ki, onların hesaba katmadıkları, planlamadıkları, düşünemedikleri bir Plan Sahibi de vardı. O, onların hesaplarını, planlarını altüst etti. Büyük ölçüde kazdıkları kuyuya düşmekten kurtulamadılar. Milletler, halklar ve insanlar ise inceleme ve araştırma ile yıllarca uğraşılsa ulaşılamayacak, erişilemeyecek belgelere, bulgulara ulaştılar. Ne tür şeytanlar tarafından zihnen ve vicdanen ayartıldıklarını fark ettiler.
Günümüzde Yıldızı Parlayanlar
Şimdi birçok halk ve devlet dünya istikbarının ve onların ellerindeki maşalarının ne hainlikler, haksızlıklar ve zulümlere destek verdiklerini biliyor. Şimdilerde Avrupa’da, Amerika’da, İngiltere’de hemen her kurumda, her mahallede, her evde İslam gündemdedir. Müslümanlık konuşulmaktadır. “İnsanlar Muhammed kimdir, Kur’an nedir? Müslümanlar ne tür insanlardır? Ne gibi değerleri ve hukuki normları vardır? Ne tür inanç sistemlerine ve ahlaki değerlere bağlıdırlar?” gibi sorular sormakta ve onların cevaplarını bulmaya çalışmaktadır.
Bu dönem büyük ölçüde Medine döneminin Uhud’tan sonraki sürecine benzemektedir. Kâfirler, müşrikler ve azgınlar artık kendilerini intikamlarını almış saymaktadır. Şimdi savaşın çare olmadığı, öldürmekle, sürmekle, sefalete sürmekle Müslümanlarla baş etmenin mümkün olmadığı büyük ölçüde anlaşılmış bulunmaktadır. İslam dini ve Müslümanlar artık Batıda onurlu insanlar konumundadır. Sözlerinden ve geleceklerinden emindirler. Onlar da kendileriyle amansız bir savaş vermeye çalışanlar da artık anlamışlardır ki:
“İstikbal İslam’ındır.”
Geleceğin ümit veren insanları da sadece Müslümanlardır.
Tüm karalama ve yanlış yönlendirmelere rağmen…
İslam’ın yıldızı parlıyor.
Müslümanların bahtı açılıyor.