09 Şubat 2025 - Pazar

Şu anda buradasınız: / Yeni Dünyanın Yeni ve Yalnız İnsanı
Yeni Dünyanın Yeni ve Yalnız İnsanı

Yeni Dünyanın Yeni ve Yalnız İnsanı Mehmet YILDIRTAN

Yeni dünya için, yeni medya için, yeni olan ve yenilenmeye çok hızlı bir şekilde devam eden kültürel atmosfer için en makbul insan yalnız olandır. Peki neden böyle? Bu yazıda biraz bu sorunun cevabına dair bir tefekkür mesaisine gireceğiz.

Yeni dünyanın yalnız insanı, kimseyle görüşmeyen, sosyalleşmeyen bir insan değil şüphesiz. Fakat bu sosyalleşme, sağlam bir manevi altyapıda gerçekleşmiyor. Daha ziyade yeni medyanın yıldızlaştırdığı herhangi bir kült etrafında kümelenmiş küçük ve “sanal” cemaatler bu sosyalleşme ihtiyacını gideriyor. Bu küçük ve lokalize olmuş alt kültür grupları, aslında kişinin kendi arzusunu, fantazisini sahnelediği bir arena olmaktan başka bir derinliğe sahip değiller. Dolayısıyla bu grubun bireyleri hakikatte yalnız olan, fakat ait hissettiği kültürel grubun kurguladığı hikayeyi “tüketirken” yalnız değilmiş gibi yaşayan insanlara dönüşüyor. 

Bu kitlelere; Hayvan sevgisini normalden fazla yaşayıp bunu fetişizme dönüştürenler, mülteci meselesini son derece gayri makul, merhametsiz hatta şiddet içeren çözümlere tevessül edecek şekilde düşmanlık biçiminde yaşayanlar örnek olarak verilebilir. Keza komplo teorileri ile konsolide olan çok değişik kesimlerden kitleler de var. Geçmişten günümüze taşınan, daha geleneksel bir teşekküle sahip yapılar da –örneğin bazı tarikatlar- bu yeni postmodern formlarda kendi piyasasını üretebilmektedir. Bu ve benzeri pek çok postmodern cemaat, ilkel dürtülerin güdülediği yalnız ve huzursuz bireylerin, mesnedsiz, sanal bir zeminde bir araya gelmeleriyle oluşuyor. Konumuz açısından maalesef trajik birer misal olan bu topluluklar aynı zamanda siyaset ya da ekonomi için de çok önemli birer “oy” ve “kâr” kaynağı olarak istismar edilmeye açık oluyorlar.

Yalnız ve Tüketici İnsan

İnsanoğlu pek tabi ki tarih boyunca hep bir topluluğun/toplumun parçası olmak istedi. Fakat şimdi bu arzusu sadece neoliberal iktisadi tahakkümün belirlediği ilişki biçimleriyle mümkün oluyor. Bunun neticesinde kişi bir topluluğa dahil olurken sadece maddi/manevi bazı kişisel ihtiyaç ya da hazlarına uygun bir aitliği arıyor. Adeta vitrinden kendi kişisel hikayesine uyduğunu düşündüğü bir cemaati seçiyor.

Neoliberalist ekonomi için, bireyin “yalnız” bir kendilik bilincine sahip olması, onun tüketici olması bakımından daha istenir bir durum. Kendi kişisel ihtiyaçlarını önceleyen, sadece bireysel konfor alaninı tahkim etmeye odaklı ve hayat felsefesini bunun üzerine inşa eden bireylerin toplamı olan bir toplum...

Burada kastımız insanın kendi ihtiyaçlarını düşünmesinin, kendine ait ölçülü bir keyif alanına sahip olmasının kötü olduğu değil aslında. Problemli olan durum tüm bir hayat felsefesinin, yaşama biçimi ve alışkanlıkların tamamen böyle bir zemin üzerine inşa edilmesidir.  Bu bağlamda insan, bireyselliğiyle sistemin ürünlerini tüketirken, bireyin kendisi de sistem için bir tüketim nesnesi oluyor. Adeta insan bütün varoluşuyla bir ticaret öznesine ve nesnesine dönüşüyor. Örneğin Foucault’ya göre neoliberal anlayışın teorisyenleri ve icracıları, insanı adeta “kendisinin müteşebbisi(girişimci)” olarak görüyor1.

Böyle bir üretim/tüketim ilişkisinin yerleşik bir kültüre, ezberlenmiş bir algıya dönüşmesi, artık gündelik hayatın bu ilişkiler dolayımı dışında yaşanamayacak olması, doğal olarak insanın düşünsel ve duygusal yapısına kuvvetli bir izdüşüm bırakıyor. Bu “sistemin” insanı, yani kendi kendisinin üreticisi ve tüketicisi olan insan, tabi ki yalnız olan bir insandır. Böyle bir vasatta, kuvvetli bir akidenin biraraya getirdiği, kendi bireyselliğinden taviz veren az ya da çok fedakar insanların toplandığı bir “toplum/ümmet” olmanın ne kadar zor olacağı aşikar. Aksine atomize olmuş, geleceğini “yalnız” tasavvur eden, ideali, davası olmayan hatta idealleri ve davaları anlamsız ve konforsuz gören bireylerin “toplamı” olan bir toplumun oluşması kaçınılmazdır.

Kişiselleştirilmiş Sanal Evren

Bilginin insan için son derece varoluşsal olduğu malum. Bilginin en önemli kaynaklarından biri olan “haber” de keza öyle. Ortalama bir insan dünyada, ülkesinde, siyaset ve ekonomi gibi alanlarda neler olup bittiğini merak eder. Spor, eğlence, kişisel başka hobiler de keza insanın bilgiye ihtiyaç duyduğu mecralar.  Günümüzde artık bu ihtiyacın en çok karşılandığı yerler de “yeni medya” diye adlandırdığımız sosyal medya platformları. Özellikle belli bir yaşın altında olan ve sayıları önemli bir yekun tutan gençlerin dünyayla ve hayatla “ilgi” ve “bilgi” bağları yalnızca bu “kanallar” oluyor. Geleneksel medya diye tabir ettiğimiz televizyon vs gibi medya organlarının yayınları da bu gidişattan ciddi bir biçimde etkileniyor. 

Sosyal medya platformlarının bireye sunduğu en önemli konfor, kullanımını ona özel bir şekilde düzenleyebilmesi. Bu platformların çalışma prensipleri ve algoritmaları, kişiselleştirilmiş deneyimi ve bu konudaki memnuniyeti maksimize etmeye dönüktür. Büyük veri analizleri, yapay zeka algoritmaları gibi yazılımsal teknik araçlar, her bireyi kendisinden bile daha iyi tanıyabilecek ve birebir paralel sanal bir profilini oluşturabilecek seviyede. Sanal evrendeki bu kişiselleştirme başarısı, bazı ciddi problemleri de beraberinde getiriyor.

İnsanlar sosyal medyada genelde kendilerini onaylayan içeriklere yöneliyorlar. Bu platformların kişiselleştirme becerisi sebebiyle de devamlı benzer içeriklerle karşılaşıyorlar. Bunların ciddi bir kısmını da yalanlar, çarpıtmalar, kışkırtıcı komplolar teşkil edebiliyor. Dolayısıyla kullanıcıların, durdukları pozisyonda daha da marjinalleşmesi, gerçeklikten kopmuş, vulgarize olmuş, yüzeyselleşmiş bir dünya görüşüne sürüklenmesi çok daha kolay olabiliyor. Sadece kendi sanal paralel evrenlerinde, sadece kendi sanal postmodern cemaatiyle etkileşen bu bireylerin içine hapsolduğu “yankı odası” onları hakikatten koparabiliyor. Hakikatten koparmanın yanında, hakikati önemsemeyen bir bilgi anlayışına savuruyor. Bu epistemik kriz için uluslararası kamuoyunda “post-truth” yani “hakikat sonrası” daha doğru bir ifadeyle “hakikatsizlik” ismi kullanıldı2. Sadece gerçek ve organik bir toplumdan uzaklaşan değil, hakikatten de koparak yalnızlaşan insan…

Hakikat hassasiyetinin kaybedilmesi, bilgi ile olan ilişkinin bu denli deforme olması hem fiziksel hem metafiziksel gerçekliği muğlaklaştırıyor. Hem dünyanın hem ahiretin, hem bilimin hem dinin, hem düşüncenin hem inancın zeminini kayganlaştırıyor. Hakikatin sağlıklı bir şekilde savunulabildiği ortak bir dilin inşası da mümkün olmuyor.

Babasını ve Ailesini Kaybeden İnsan

Lacan’ın meşhur tesbitiyle, Batı toplumunun “baba” kaybını, aslında otoritenin kaybı, daha spesifik ve metaforik olarak ahlaki otoritenin kaybı olarak yorumlamak gayet mümkün. Küreselleşme, bir nevi Batı düşüncesinin metafizik olarak da küreselleşmesi anlamına geleceği için, bu babasızlaşmanın da, dolayısıyla makul olmayan, “ergence” bir kültürel/toplumsal/ahlaki otorite düşmanlığının da yaygınlaşması demek.

Batı modernleşmesi, aslında burjuvanın kilise “babalarından” kurtulması demekti.  Batı’nın “aydınlanma” olarak tanımladığı aslında insan aklının, hristiyan bilinçaltında “baba” olarak kodlanmış olan Tanrı’dan bağımsızlaşmasıydı. Modernleşmenin küreselleşmesi de, bu Batı tecrübesinin sanki evrensel bir tecrübe olarak addedilmesi  sonucunu doğurdu. Dolayısıyla modernleşmenin mottosu örtük bir biçimde – Nietzsche’nin tabiriyle- babanın/Tanrının öldürülmesi fantazisine dönüştü. Yenilmiş, ezilmiş, mustazaf coğrafyalardaki Batı özentiliği de, iman katliamına evrildi.

Postmodern dönemde, feminist ve “queer” kuramlarla ailenin direkt hedef alınması, sadece baba kimliğinin değil, anne ve cinsiyet rollerinin de zayıflamasına sebeb oldu. Artık ahlakın en temel çatısını oluşturan, Allah inancının yeşerdiği ilk yer olan, anne ve babanın sağlıklı rol modelleri temsil ettiği aile tasavvuru şiddetli ve kanlı bir terörizasyona maruz kaldı. Ailenin, annenin, özellikle de ahlakın üstüne temellendiği baba tasavvurunun ve bunun devamı olarak erkeklik kimliğinin tezyif edildiği bir toplum, yalnız bireylerin yanlış birlikteliğiyle oluşmuş bir toplum demek. Psikanalitik olarak bir nevi “baba” türevi olarak niteleyebileceğimiz toplumun, yalnızlaşan ve aşırı bireyselleşen insan için önemini ve anlamını yitirmesi son derece doğal. Bu süreç, ümmet olmaktan çok uzak, ümmetin kavram olarak bile insanlarda makes bulamayacağı bir paradigmanın yerleşmesi ile sonuçlanıyor.

Hasıl-ı Kelam

Yeni dünyanın düzeni, bütün bireylerin gücü ve geliri kadar paydaş olduğu, herkesin zaafını ve menfaatini kullanan, insanların tatmin edilerek bağımlılaştırıldığı bir “neoliberal” sistem. Neoliberal iktidar, “akıllıca” davranarak zorlayıcı değil, ikna edici, baştan çıkarıcı bir tahakküm biçimi geliştirdi. Hatta günümüzde bu iktidar, “hoşgörülü” ve “özgürlükçü” olarak gerçekleştiriyor kendini3.  Öyle ki muhaliflerini bile kendi istediği değerleri ya da değersizliği yeniden üretecek biçimde konumlandırdı. Bu iktidar formu, insanların konforlu alanlarında zihinlerindeki metafizik prangaları göremedikleri gönüllü bir esareti gerçekleştirdi.  Dünyanın başka yerlerinde acı, fakirlik, savaş içinde “yalnız” bırakılan insanları unutacak ve umursamayacak kadar konforlu bir esaret…

Rasulullah (s.a.v) buyuruyor ki: “Müminler, birbirlerini sevmede, birbirlerine merhamet ve şefkat göstermede, tıpkı bir organı rahatsızlandığında diğer organları da uykusuzluk ve yüksek ateşle bu acıyı paylaşan bir bedene benzer.”

(M6586 Müslim, Birr, 66; B6011 Buhârî, Edeb, 27)

Bu muhteşem teşbih, Müslümanın birey oluşu ile ümmetle bir oluşu arasındaki eşsiz dengeyi veciz bir biçimde öğretiyor. Müslüman kendi şahsi haklarını bilen, kendi kişisel kimliğinin vakarını koruyan, bununla beraber  Müslüman kardeşlerine “nasihat” besleyerek “birlik” olan bir itidal timsalidir. Yalnızlık, niteliksiz çoklukla değil, nitelikli birliktelikle aşılabilir. Asla yalnız olmayan biz Müslümanlar, yalnızlaştırıcı güçlü pratiklere karşı, tevhid üzere bir vahdeti, sünnet üzere bir ümmeti inşa etmeyi Rabbimizden niyaz ederiz.

 

Dipnotlar:

  1. Lazzarato, Maurizio, “Borçlandırılmış İnsanın İmali: Neoliberal Durum Üzerine Deneme”, Çev. Murat Erşen. Dergâh Yayınları, 2020. s. 17

  2. McIntyre, Lee, “Hakikat-Sonrası”, Çev. Mehmet Fahrettin Biçici. Tellekt Yayınları, 2019. s. 23

  3. Han, Byung-Chul, “Psikopolitika: Neoliberalizm ve Yeni İktidar Teknikleri”, Çev. Haluk Barışcan. Metis Yayınları, 2019. s. 23


 

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul