19 Nisan 2024 - Cuma

Şu anda buradasınız: / Yaşam Ölçümüzde Zikrin Anlamı ve Yansıması
Yaşam Ölçümüzde Zikrin Anlamı ve Yansıması

Yaşam Ölçümüzde Zikrin Anlamı ve Yansıması AHMET TURGUT ULUCAK

              Zikir kısaca hayatın her alanında Allah’ı hatırlamak, yaşamın içinde kulluğun canlı tutulmasıdır.

 

            Zikir Kur’an üzerine, yaşama yönelik kayıt oluşturmak, düşünmek ve akletme ölçüsünde Allah’ın koyduğu yasalar çerçevesinde Allah’a karşı sorumluluğumuzu canlı tutmak demektir.

 

           Zikir sözcük olarak, anma, anımsama anlamlarına gelmektedir. Kur’an’da, evreni kavrama, Kur’an’ı anlama, Allah’a yönelme, Allah’ı anma, hatırda tutma, Kur’an’ın ve vahyin diğer bir ismi, gibi anlamlarda kullanılmıştır. Zikir kelimesi türevleri ile birlikte Kur’an’da üç yüz den fazla yerde geçmektedir.

 

Kur’an’ın kendisi de bir zikirdir:

 

 O zikri (Kitab’ı) Biz indirdik ve Onun koruyucusu da elbette biziz” (Hicr,15/ 9 )

 

         Görüldüğü gibi Allah yaşam kılavuzumuz olan Kur’an’da, zikrin Kur’an olduğunu ve O’nu yaşamanın zikir olduğunu söylemektedir. Ne var ki günümüzde zikir, Kur'an’i bir yaşayıştan çok sadece bazı kelimeleri tekrar etmekle yetinme olarak algılanmaktadır.

 

         O, bize Allah’a yönelmenin yolunu göstermekte, yegâne yaratıcı olan Allah’ı tanımamız ve bilmemiz konusunda yardımcı olmak amacıyla evrende olan, canlı ve cansız birçok şeyi dikkatimize sunmakta ve bize hatırlatmada bulunmaktadır.

 

         Allah’ı zikretmek, kulluğumuzun en büyük özelliği olmalıdır. Zikir, sanıldığı gibi sadece belli sözlerin tekrarı ile gerçekleşmez. Tasavvufun kendi disiplini içerisinde oluşturduğu zikir algısı, Kur’an’ın ve sünnetin ölçüsü içerisinde olmaktan ziyade kendi tebaalarını kontrol altında tutmaya yönelik olmuştur. Müslümanların zikir içerisinde bulunması hayatın tamamı içinde kuşatıcı olması gerekmektedir. Allah merkezli bir disiplinin inşa edilmesi bu şekilde mümkün olur.

 

          Zikir, hayatın içerisinde sorumluluk ve eylemden kopuşu değil, bilakis hayatın merkezinde canlı ve mücadeleci bir yaşama aktif katılmakla anlam bulur.

 

           Allah’ı zikretmek demek, Allah Rasulunun getirdiği gerçek kaideleri hayata uygulamaktır. Başka deyişle Kur’an’ın emirlerine sımsıkı sarılmaktır. Her kim, Kur’an’ın içindeki düsturları kendisi için hayat düsturu haline getirmezse, Allah’tan yüz çevirmiş, şeytanla dost olmuş demektir.

 

Allah-u Teâlâ şöyle işaret buyurmaktadır:

 

Her kim de benim zikrimden (Kur’ân’dan) yüz çevirirse, (bilsin ki) ona dar bir geçim vardır ve onu kıyamet günü kör olarak haşrederiz.

 

 (O zaman Kur’ân’dan yüz çeviren kimse) "Rabbim! beni niçin kör olarak haşrettin, oysa ben gören bir kimseydim" der.

 

Allah: "Böyledir, sana âyetlerimiz gelmişti de onları sen unutmuştun, bugün de öylece unutulursun" der. (Taha, 20/124-126)

 

            Hayatın merkezine, Kur’an’ı ve Rasulullah’ın bize öğrettiklerini koymadığımız zaman, bir takım vicdanı tatminkârlıklar ile ezberci şekiller yaşantımızda belirleyici olmaya başlar.

 

          Maalesef yaşadığımız toplumda zikir algısı, anlamını bilmedikleri sözlerin tekrarı ile müslümanlığın yaşanacağı iddiasını taşıyan yığınlarla doluşmuştur. Bu iddiada bulunanlar, asıl olanı kavramaktan çok uzak kendi dünyalarında din adına oyalanmakta, Allah ve Rasulunun istediği  yaşam modelinden uzak bir hayat sürmektedirler..

 

         Çağımızda önemli bir mücadele alanı oluşturan ve tüm dünyada müslümanlar tarafından takdir bulmuş Hasan el Benna öncülüğünde oluşmuş, İhvanı Müslimin’in eylem ve zikir algısı günümüzde yeteri kadar değer bulmamıştır. Öncü müslüman şahsiyet oluşumunda, kıymetli mesajlar ve yaşam örnekliği sunmuş olan İhvanın yeniden anlaşılması kaçınılmaz olmaktadır.

 

       Tarihte ve günümüzde zikrin hafi ve cehri olması konusunda yapılan tartışmalar ve bu tartışmalara verilen önem, zikrin mahiyeti hakkında düşünülmesi noktasında verilmemiş, zikri soyut bir tartışma içine hapsetmiştir.

 

       Zikr: Allah’ı anmak ve Allah’ın rızası gözetilerek bir yaşam sürmek demektir.

 

       Allah’ı unutmanın, Allah tarafından unutulmak yani değersiz kılınmak, kıymet bulmamak olduğunu unutmamak gereklidir.

 

“O halde beni anın, ben de sizi anayım. Bana şükredin de nankörlük etmeyin.” (Bakara, 2/152)

 

         Öte yandan, Allah’ı zikretmek (anmak): O’nun adını sadece dille tekrar etmek değildir.   Allah’ı zikretmek: Dilin zikri ile birlikte kalbin ya da tüm bedenin reaksiyona girmesi demektir. Allah’ı zikretmek: O’nun varlığının bilincine varmak ve bu bilincin etkisi ile asgarî derecede O’na ortak koşmaksızın kulluk etmek demektir.               

           Allah’a şükretmenin birçok dereceleri vardır. Bu minnet, Allah’ın bağışlarını itiraf ve O’na karşı gelmekten utanmakla başlar, varlığını sırf O’na şükretmeye adaması; bedenin her hareketinde, dilin her dönüşünde, kalbin her çarpışında ve duyguların her titreşiminde O’na şükretmenin amaç edinilmesi ile son noktasına varılır, doruğuna ulaşılır.

          Yaşantımızın her an zikir halinde olabilmesi için; Allah’ı andığımızda Allah’ında bizi andığını, Allah’ın andığı kimsenin de büyük bir kurtuluşla kurtulacağını, her daim akılda canlı tutmakla gerçekleşecektir..

 

         Vahyin ve sünnetin ölçüsü içinde belirli virdlerimizin olması, kalbimizi sekinete kavuşturacağı gibi yaşamın her zorluğuna karşı bizleri şeytana, zalimlere, tağutlara karşı azimli bir mücadele yeteneği kazandıracaktır.

 

         Allah’ı hakkı ile zikretmek, beraberinde Allah’ın dostlarını dost, Allaha, Rasulüne, müminlere ve Kitabına düşman olanları düşman bilme noktasında anlam kazanmaktadır.

 

        Bir kimse, gece gündüz Allah’ı zikrettiğini iddia etmiş olsa; fakat Allah’ın zikri olan Kur’an’a uygun bir hayatı yaşamında uygulamasa, ayrıca Allah’a itaatte inkârcı tutum sergileyenlere, zalimlere, tağutlara yaşam hakkı tanıyarak onlarla dostluk ve arkadaşlık kurup Allahın dinini hâkim kılma anlamında umursamaz davransa böyle bir kimse şeytanın dostu olmaktan kurtulamaz.
Böyle bir kimse havada uçsa, suda yürüse yine de şeytanın dostu olmaktan kurtulamaz. Çünkü böylesini havada uçuran, denizde yürüten şeytandır, Rahman değil…

 

                 Bilinç içerisinde Allah’ı zikredenlere, Allah yollar açıp şeytanın, şeytanlaşmış insanların ve şeytanlaşmış kurumların tasallutundan kurtaracaktır.

 

                Zikrimiz; müslüman şahsiyetin inşasında, rikkat içerisinde ki bir kalp oluşumunda ve muhsinlerden olabilme noktasında belirleyici olacaktır.

 

                Tezekkür, zikrin esası haline dönüşmelidir.

 

                Tezekkür: Hatırlama, anma, ibret ve öğüt alma anlamlarına gelen zikirden türemiş bir kelimedir. Buradaki zikir lisanla anma değil, kalple hatırlama ve akıldan geçirmedir.

 

                 İnsanlar hakkaniyet merkezli bir tasavvura yönelirse, istikametlerini Allah’a varacak yol üzerine kurabilirlerse, gerçek kurtuluşa bu şekilde ulaşacaklardır. Allah’ın rızasını ve cenneti kaybettikten sonra neyi kazanmış olabilir ki insan?...

 

                 Kul ile Rabbi arasında olan zikir gönlü açan, kalpleri yatıştıran, sıkıntıları dağıtan, kulu Rabbine yönelten zikirdir.
               İslam nazarında zikir, çok şümullü bir mana içerir. Kısaca: Kula Rabbini hatırlatan, O’nu düşündüren ve O’na yönelten her şey zikirdir. Tefekkür, namaz, oruç, zekât, cihad. Tebliğ de zikirdir, Lailahe illallah demek de, Kur’an’ı okumak da, onu sosyal hayatta hâkim kılmaya çalışmak da zikirdir.

 

              İslam dini insan hayatının her yönünü, Rabbini hatırlatacak, mahiyet kazandıracak zikre dönüştürmüştür. Dinin bu hususta getirdiği tavsiyeleri hakkıyla yerine getiren mü’min’in sabah kalkışından, akşam yatışına kadar her hareketi hatta uykusu bile zikre dönüştürmüştür.    

 

            Cahili sistemler içinde mücadele veren ve her an bu materyalist sistemlerin maddi ve manevi baskısı altında bulunan İslam davetçilerinin, Rableri ile manevi bir bağlantı kurabilmeleri ve dışarıdan gelecek saldırılara karşı kuvvetli ve kararlı olabilmeleri için Rasulullah’ın bu tavsiyelerine gösterecekleri itina gerçekten önemlidir...
             Allah’ı hakkıyla zikretmek sadece sabah akşam veya belirli günlerde yapılan bir takım dua ve amellerden ibaret değildir. Allah’ı zikretmek insanın bütün hayatına yansımalıdır. İnsanın atacağı her adımı Allah’ın istediği şekilde mi yoksa nefsinin ya da başka insanların istediği şekilde mi attığını gözden geçirip, Allah’ın emirleri doğrultusunda hayatını düzenlemesi gerekir. İşte Allah’ı zikir böyle olmalıdır. Yoksa bir takım dua ve amellerle Allah’ı zikrettiğini zannetmek çok büyük bir gaflettir.

              Allah’ı zikretmek için bir takım duaların yapılmasını gerektiği muhakkaktır. Rasulullah (s.a.s.) her halükarda yapılacak duaları bizlere öğretmiştir. Fakat bu dualar ne alışılagelmiş bir adet olarak söylenen, ne de papağan gibi manası bilinmeden şuursuzca tekrarlanan sözler haline gelmemelidir. Rasulullah’ın öğretmiş olduğu dualar okunurken, dualardaki kelimelerin manaları iyice düşünülmeli ve yaşantı bu manalara göre düzenlenmelidir.

 

Kur’an ve zikir insanı kendinden geçiren değil kendinden geçmiş olanları kendisine (fıtratına) getiren bir hayat düsturu olmalıdır.

 

                  Rasulullah (s.a.s.) bizlere Allah (c.c.)’na yapılacak en güzel zikri şu şekilde öğretiyor:

Ebu Said elHudri (r.a.) şöyle rivayet etmiştir; Rasulullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:
Musa (a.s.) dedi ki:
-“Ya Rabbi! Bana, seni hatırlayıp dua edebileceğim bir şey öğret”. Allah (c.c.) şöyle buyurdu:

“Ey Musa! La ilahe illallah, de.” Musa (a.s.) dedi ki:

-“Ey Rabbim! Bütün kulların bunu diyor.” Bunun üzerine Allah (c.c.) :

“Ey Musa! Yedi gökler ve içinde bulunanlar ile yedi yer bir kefeye konsa, ‘La ilahe illallah’ da diğer kefeye konsa ‘La ilahe illallah’ ağır gelir.” buyurdu.1



            Rasulullah (s.a.s.)’in bu hadisinden, en büyük zikrin “La ilahe illallah” sözünü söylemek olduğu anlaşılmaktadır.
Fakat “La ilahe illallah” sözünü, manasını bilmeden söyleyen, hayatını onun manasına göre düzenlemeyen ve onu bozacak ameller yapan kimse, günde binlerce defa “La ilahe illallah” dese de bu söz ona fayda vermez.

 

İman etmeyenler dedi ki:

 

"Ona Rabbinden bir âyet indirilseydi ya." De ki: "Hakikaten Allah, dilediğini şaşırtır ve kendisine gönül vereni de hidayete erdirir."

 

 Onlar, iman etmiş ve kalbleri Allah zikriyle yatışmış olanlardır. Evet, iyi bilin ki, kalbler Allah’ın zikri ile yatışır.

 

 Onlar ki, iman etmişler ve salih ameller işlemişlerdir, ne mutlu onlara, varacakları yer de ne güzeldir!( Rad, 13/27-29)

 

                Farz olan namazların dışında, Rabbimize nafilelerle yaklaşmak için gece namazları ve Allah’ı tesbih etmek için özellikle seher vakitlerinde günlük zikirlerin olması gerekmektedir.

 

Allah’ı hayatımızın her alanına müdahil kılmak, Allah için gözyaşı dökmek, mazlumların safında yer almak, zalimlerden ve tağutlardan beri olmak, Kur’an’a hakkı ile anlamak, O’nun üzerinde düşünmek, O’nu hayata geçirmek, müminlerle saf tutmak, ümmetin geleceği üzerine tevhidi bir hat oluşturmak,  hayatı iman ve cihad olarak görmek, Rasulullahı önder kabul etmek, Kur’an’ı yaşam biçimi haline dönüştürebilmek,  mümin olarak Allaha göçebilmek zikrimizin aslı olmalıdır.

 

1-       Hakim, İbni Hibban sahih hadis

 

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul