28 Mart 2024 - Perşembe

Şu anda buradasınız: / BİR ZİHNİYET ÜZERİNE
BİR ZİHNİYET ÜZERİNE

BİR ZİHNİYET ÜZERİNE MUHAMMED İSLAMOĞLU

                                                                       

            Cemal Granda, “Atatürk’ün uşağı idim” adlı hatıra kitabında, Laik-demokratik ve gayr-ı İslâmî Türkiye Cumhuriyeti Devleti Kurucusu Mustafa Kemal’ı anlatırken şunları yazıyor:

            “Atatürk, bu Cemal adına tutulmuş olacak ki, yeniden seslendi:

            —Bu Cemalettin ismini kim koydu sana?

            Artık adam akıllı korkmaya başlamıştım.

            —Babam, diye karşılık verdim.

            —Öğleyse baban ne adanmış senin! Diye sertçe çıkıştı. Bunun üzerine:

            —Ben babamı tanımıyorum, değince yüzü dahada sertleşti.

            —Babamı tanımıyorum ne demek? Sen babasız mı doğdun? Baban yok mu senin?

            —Ben dokuz aylıkken babam ölmüş.

            Atatürk, üzüldüğümü yüzümden okumuş olacak ki, birden sesini yumuşattı:

            —Anneni tanıyorsun ya yeter! dedi.

            Ve biraz durduktan sonra ekledi:

            —Bende babamı tanımıyorum ya.

1-  O gece yemek sabahın beşine kadar sürmüştü. Çoğu geceler böyle olur, meclisin horozlar öterken dağıldığı görülürdü. Bu yüzden Atatürk’de sabah saat beşten önce yatağına girmezdi. Saat on birden sonra hava serinlediği için konukları, birer ikişer balkondan içeri girmeye başladılar. Masanın üzerinde boşalmış Dimitro Kopula şişeleri duruyordu. O devrin en ünlü rakısı olan Dimitro Kopula’dan Atatürk her gece yarım kilo içerdi. Mezesi de sadece tuzlu leblebiydi. Ara sıra da fava denilen zeytinyağlı, limonlu bakla ezmesini istediği olurdu”. (Cemal Granda, Atatürk’ün Uşağı İdim, İst. T.y. sh.21. Hürriyet Yayınları-Yaşantı Dizisi.)

 

 

            “İçkiyi içtikten sonra sanki vahiy geliyordu. İçmediği zamanlar sakin, saygılı, çekingen, kibar bir salon adamıydı. İltifat etmesini de çok iyi biliyordu. Yalana ve riyaya katlanamıyordu. Özel yaşamında da çok sakin olan Atatürk, üç kadeh içtikten sonra vahiy geliyordu. Peygamberler gibi. Bütün kararları o zaman veriyordu. Hepside isabetli şeylerdi. Devrimlerin çoğunu ayık kafayla yapmaya kalksaydı, beklide başaramazdı. Yaptıkları delice, cesaret isteyen şeylerdi. Tutucu ulustan fesi, çarşafı çıkarıp at, alfabeyi değiştir, yüzyıllardır alışa gelmiş gelenekleri ortadan kaldır. Bunlar, delice cesaretin örnekleriydi. Kararları önceden veriyor, sonra “yapın” diyordu. Yapacağım dediklerinin hepsini bu yüzden yapmıştır. Bunun için her akşam kurulan içki sofrası, bence saygı duyulması gereken bir yerdir.” (Cemal Granda, A.g.e.Sh. 255)

 

2-  “Büyük Atatürk’ün hizmetine girdiğim 3 Temmuz 1927’den ölümü olan 10 Kasım 1938’e kadar yanında geçen oniki yıllık dönemde anılarımdan hatırda kala bilmiş olanları 1947 yazında not etmeye başladım.” Diyor bu hatıraları nakleden Cemal Granda! (Cemal Granda, A.g.e.Sh. No’sı yok. Önsöz’den)

 

            Cemal Granda’nın anlattığına göre her akşam içki sofrası kuruluyor, Laik-Demokratik Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurucusu Mustafa Kemal, o devrin en ünlü içkisi olan Dimitro Kopula’dan her gece yarım kilo içermiş. Üç kadeh içtikten sonra vahiy geliyormuş, Peygamber gibi. Hepside isabetli şeyler olan bütün kararları o zaman veriyormuş. Bunun için her akşam kurulan içki sofrası, saygı duyulması gereken bir yermiş. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti Devleti İlkeleri ve İnkılâpları bu sofrada konuşulup karara bağlanmış. Devrimlerin (İnkılâpların) çoğunu ayık kafayla yapmaya kalksaymış, belki de başaramazmış…

            Böyle diyor Cemal Granda!..

            5.8.1935 tarihli Cumhuriyet’te sf. 1,5’de şunlar yazılı olduğu beyan ediliyor:

            “Peçesini atan Türkiye.”

      “Atatürk yarım bir ilâhtır, Türklerin babasıdır. Hiç bir devlet şefi için hayatında bu kadar heykel dikilmemiştir. Ne Mussolini’nin, ne Hitler’in, ne de Lenin’in anıtları onunkilerle ölçülemez.”  (D.Mehmet Doğan, Batılılaşma İhaneti, İst. 1986, sh.86-87. 7. Baskı.)

 

            Türkiye Cumhuriyeti Devletini benimsemiş, yeni düzene inanıp bağrına basmış şairler, şiirlerinde M.Kemal için şöyle diyorlardı:

            “Atatürk’e tekbir

            Atatürk ekber! Atatürk ekber! Ancak O var; Atatürk!

            Evliya odur, peygamber odur, sanatkâr Atatürk.

            Tarihe hâkim, zekâya önder, doğma serdar Atatürk,

            Bunları geçti insan büyüğü: Kendi kadar Atatürk!

            Atatürk ekber! Atatürk ekber. Bizde O var Atatürk!

            Ne Evliya, ne de peygamber… Halkına yar Atatürk!”

      (Betin, 1950, sonrakiler defterinden) (D.Mehmet Doğan, A.g.e. Sh.90).

 

            “Yürekten Sesler

            Atatürk’ün tapkınıyız. Her şey (O)’dur. Her yerde (O) var.” Diyor “Aka Gündüz” bir şiirinde ve devam ediyor:

            “Varsın! Teksin! Yaratansın!

            Sana bağlanmayanlar utansın!

                        (……)

            Bu sesim:

            İçten geliyor içten!

            Beni sen yaratmadın balçıktan kerpiçten!

            Beni benden yarattın, kendini bana kattın Atam,

            Atam,

            Atatürk!

            En büyüksün, en büyük!” (Hâkimiyet-i Milliye.4-1. 1934, sf.3) (D.Mehmet Doğan, A.g.e. Sh. 87-88)

            Yıllarca M. Kemâlle beraber kalanlar, O’nu sevenler ve sayanlar,  O’na karşı bağlılıklarını, inançlarını ve güvenlerini böyle dile getiriyorlar… Gerek hatıralardan, gerekse şiirlerden nakledîlenler apaçık olduğu ve anlaşıldığı için ayrıca tahlile ve izaha ihtiyaç yoktur…

            Laik-Demokratik Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurucusu olan, devletin temelinde ilke ve inkılâp bulunan, mevcud düzenin O’nun ve ilke inkılâplarıyla  inşâ olunduğu M. Kemâl, hangi inançta idi?.. Allah’a nasıl inanırdı? Allah’a olan inancı nasıldı?..

            Bu soruların cevabını, kendi el yazısıyla yazdıklarından, söylev ve demeçlerinden nakledeceğimiz alıntılarla hep beraber okuyalım!

            “22-28 1987/Yıl:1 Sayı:8” “İkibin’e Doğru” haftalık haber yorum dergisi kapak konusunu şu şekilde duyuruyordu:

            “Kendi el yazısıyla Atatürk ve Allah-İlk kez yayınlanıyordu”

            8. Sahifede şu açıklama yer alıyordu:

            “Atatürk’ün Gizlenen El yazıları

            Atatürk, “Türk Tarihinin Ana hatları”’na kendi eliyle yazdığı eklerde, tek Allah düşüncesinin doğuşunu sosyal ve siyasal gelişmelerle açıklıyordu. Bu açıklamalar daha sonra lise tarih kitaplarında yer aldı. Ne var ki kutsal kitapların ilahi yaradılış teorilerini eleştiren satırları Atatürk’e aid olduğu bu güne kadar gizlendi ve el yazıları da Atatürk yüksek kurumu arşivlerinde saklanıyor.”

            Bu açıklamadan sonra M. Kemâl’ın el yazısıyla yazdıkları kaydedilmektedir… Bu el yazılı notta şöyle diyor Lâik-demokratik Türkiye Cumhuriyeti Devleti Kurucusu M. Kemâl:

            “Masum ve cahil insanlara, yüzlerce Allah’a taptırmak veya allahları muayyen gruplarda toplamak ve en nihayet, bir Allah’ı kabul ettirmek, siyasetin doğurduğu neticelerdir.”

            M. Kemâl’in bu açıklamasının el yazıyla olan aslının fotokopisi, derginin hem kapağında, hem de 13. sahifelerinde yer almaktadır…

            Dergi, kapak konusu ettiği bu belgedeki satırları naklettikten sonra şu açıklamayı yapıyor:

      “Atatürk, Kültür Dil ve Tarih Yüksek Kurumu nun kasalarında gizlenen Atatürk’ün el yazılarında, yukardaki cümle aynen yer alıyordu. Üstelik bu satırları, bu gün arşivlere kitlense de 1930’ların Türkiye’sinde gün ışığı görmüştü. Aynı cümle 1930 yılında Devlet matbaası’nda basılan “Türk Tarihinin Ana Hatları” adlı kitabın 220–221. sayfasında da okunuyordu. Dahası 1930’larda liselerde okutulan Tarih Kitabının b. Cildinin 121. sayfasında (1932 baskısı) gene bu cümleye rastlanıyordu. Demek ki Atatürk Allah’ın doğuşu konusundaki görüşünü “Türk Tarihinin Ana Hatları” hazırlanırken, taslak çalışmasına el yazısıyla eklemişti. Bu ekleme 1930 yılında yalnız Kemalist seçkinler arasında incelenmek ve eleştirilmek üzere yüz adet basılan “Türk Tarihinin Ana Hatları”’ında aynen yer almıştı. Lise Tarih Kitapları bu ön çalışma geliştirilerek hazırlanmış 1930’lar ve 1940’larda lise birinci sınıfta okuyanlar, Atatürk’ün Allah’ın doğuşuna ilişkin sosyolojik belirlemesini öğrenmişler, sınav kâğıtlarına yazmışlar, kısacası bu görüş yönünde eyitilmişlerdi. Bu gün kasalarda kitlenen dinlerin tarihi ve sosyolojisi konusundaki Cumhuriyet ideolojisi, dün eyitim sisteminin temelini oluşturuyordu.” (İkibin’e Doğru-Haftalık Haber-yorum Dergisi, 22-28 Şubat 1987/Yıl:1/Sayı: 8, Sh.8.)

 

 

            Ord. Prof. Enver Ziya Karal, ilk baskısı 1056 yılında yapılan “Atatürk’ten Düşünceler” adlı kitabının “önsöz”’ünde şunları söylüyor:

            “Atatürk’ün fikirleri ve duyguları da, Mimarı bulunduğu, Türk inkılâbına hâkimdir. Bu nedenle inkılâbın bilinip kavranması için, onların bilinmesi gerekir.

            İşte biz, bu yönü göz önünde bulundurarak, Atatürk’ün çeşitli konular hakkında muhtelif kaynaklarda rastladığımız soyut fikirlerine, dokundukları konulara göre ve mümkün olduğu kadar kronolojik bir biçimde sıralamayı yararlı bulduk. Okuyucu, bu suretle Atatürk için olduğu gibi, Türkiye Cumhuriyeti için ve onu meydana getiren Türk inkılâbı için de her hangi bir araca gerek duymadan hüküm verebilecektir.” (Ord. Prof. Enver Ziya Karal, Atatürk’ten Düşünceler, İst.1986, Sh.X. M-E.G.S.B. Devlet Kitapları.)

            Okuyucusunun, “her hangi bir araca gerek duymadan hüküm vereceğini” vurgulayan Enver Ziya Karal, diğer kaynaklardan derleyerek hazırladığı kitabını 173. sahifesinde itibaren “ VI Atatürk’ün şahsiyeti” konusunu gündeme getirmiş ve “Birinci Bölüm Hayat Felsefesi”’den başlamıştır.

            “Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri (11)” ile “Ruşen Eşref, Atatürk” adlı kitaplardan şunları aktarıyor Enver Ziya Karal…

            Laik-demokratik Türkiye Cumhuriyet Devletini Kuran ve düzenin O’nun ilke ve inkılâpları doğrultusunda devam eden M. Kemâl şöyle diyor:

            “Natür insanları türetti, onları kendine taptırdı da. Ancak insanların dünyada yaşı ya bilmeleri için, onların tabiata egemenliğini de şart kıldı. Tabiata egemen olmasını bilemeyen yaratıklar varlıklarını koruyamamışlardır. Tabiat onları, kendi unsurları içinde ezmekten, boğmaktan, yok etmekten ve ettirmekten cuda çekinmemiştir.” (Mayıs 1935, s.d.11.)

            “İnsanlar sürfeler gibi sulardan çıktıkları için önce ilk ceddimiz balıktır.

      İşler daha ilerledikçe o insanlar, primat zümresinden türediler, biz maymunuz düşüncelerimiz insandır.” 1930 (Ruşen Eşref, Atatürk) (Ord. Prof. Enver Ziya Karal, A.g.e. Sh.173.

 

            Kitabın yazarının dediği gibi, bu satırları okuyan okuyucu, “her hangi bir araca gerek duymadan hüküm verebilir.” Yalnız M. Kemal’in beyanlarında geçen ve kanunun daha iyi anlaşılması için iki kelimenin anlamını, resmî yayınlar olan iki sözlükten nakledelim…

      “Natür: İ. Fr. Tabiat” (Ord. Prof. Enver Ziya Karal, A.g.e. Sh.173.)

 

      “primat: İs.Fr.primate zool. Bütün mayunun türlerini ve bazı bilginlerin sınıflamasına göre, insanları içine alan memeliler takımı, primatlar.” (Örnekleriyle Türkçe Sözlük, Ank.1996, C.3, Sh. 2091. Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları.)

 

            M. Kemâl’in, “Âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ” hakkındaki inanç, görüş ve düşüncelerini hep beraber okuduk… Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kuran zihniyet budur… Doksan yıldan beridir devlet bu zihniyet ile yönetilmektedir… Bu devlet yönetiminin egemenliğindeki halkın yönetilmesi için hazırlanan “Anayasalar:”

      “Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucusu. Ölümsüz önder ve eşsiz kahraman Atatürk’ün belirlediği milliyetçilik anlayışı ve O’nun inkılâp ve ilkeleri doğrultusunda(Türkçe Sözlük, Ank.1988, C.2, Sh.1200. Türk Dil Kurumu Yayınları. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası (1982), “Başlangıç” bölümünden.Dr. İsmet Polatcan, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası-Gerekçeler, Anayasa Mahkemesi Kararları, Bilimsel Görüşler, İst.1989, Sh. 9.)

  hazırlanıp yürürlüğe konulmuştur…

            Türkiye Cumhuriyeti’nin Ana yasasının 4. Maddesi gereği “değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez” Maddelerinden olan 2. Maddede şöyle denilir:

            “Madde 2-Türkiye Cumhuriyeti toplumun huzuru, Millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan demokratik, Laik ve sosyal hukuk Devletidir.”(Dr. İsmet Polatcan, A.g.e. Sh. 235)

            M. Kemâl’ın, Türkiye Cumhuriyeti Devleti Yönetiminde Temel olan ilke ve inkılâpları, o’ inanç, görüş, anlayış ve düşüncelerinin ürünüdür… Türkiye Cumhuriyeti Devletinde, gerek parlementoda, gerekse devlet dairelerinde yer alıp görev yapan yöneticiler ve memurlar, M. Kemâl’in ilke ve inkılâplarına bağlı kalmak zorundadırlar… Çünkü göreve başlayınca bağlı kalacaklarına and içmektedirler…                            

            Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının (1982) 81. Maddesinde şöyle denilir:

            “Madde 81-Türkiye Büyük Millet Meclisi Üyeleri, göreve başlarken aşağıdaki şekilde and içerler:

            “Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, Milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma hukukun üstünlüğüne, demokratik ve laik Cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlı kalacağıma, toplumun huzur ve refahı, Millî dayamışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülkesinden ve Anayasaya sadakatten ayrılmayacağıma, büyük Türk Milleti önünde namusum ve şerefim üzerine and içerim.”

            Bu madde hakkında “Milli güvenlik kurulu Any. Kom. Değişiklik Gerekçesi” şu şekilde beyan olunmuştur:

            Dayanışma Meclisince kabul edilen and içme kenar başlıklı 89 uncu maddede yer alan “Atatürk inkılâplarına” sözcükleri Atatürk’ün benimsediği ve uyguladığı ilkelere de yer verilmek bu ilkelere bağlı kanılmayı sağlamak amacıyla “Atatürk ilke ve inkılâplarına” şeklinde değiştirilmek suretiyle Türkiye Büyük Millet Meclisi üyelerinin göreve başlarken yapacakları and içmeye daha etkin bir anlam verilmiştir.”

            Bu Andı içip görev yapanların, görev sürelerince içtikleri anda sadık kaldıklarına yetmiş milyonluk bir ülke insanlarının şahit olduğu malumdur… 12 Eylül 2010’da yapılan halk oylaması (referandum)da, “evet” diyenler “Yeni Anayasa”yı kabul ettiler, “Hayır” diyenler “Eski Anayasa”’yı kabul ettiklerini oylarıyla gerçekleştirdiler…

            Türkiye Cumhuriyeti Devletî’nde memuru olan herkes, M. Kemâl’ın ilke ve inkılâplarına sadakatla bağlı kalmak zorundadır… Bu, onların resmî görevlerinin gereğidir… Bu sadakatlarını yemin ederek başlatır ve ettikleri yemin gereği emekli oluncaya kadar sadakatla bağlılıklarını devam ettirmektedirler…

            “657 sayılı Devlet Memurları kanunu ve ilgi Mevzuat”ın “Bölüm:2-Ödevler ve Sorumluluklar” kısmında “Sadakat” şu şekilde yer alır:

            Madde 6- (değişik: 2670–12.5.1982) Devlet Memurları, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına ve kanunlarına sadakatla bağlı kalmak ve Milletin hizmetinde Türkiye Cumhuriyeti Kanunlarını sadakatla uygulamak zorundadırlar. Devlet memurları bu hususu. “Asli Devler Memurluğuna atandıktan sonra en geç bir ay içinde kurumlarınca düzenlenecek merasimle yetkili amirlerin huzurunda yapacakları yeminle belirtirler ve özlük dosyalarına konulacak aşağıdaki “Yemen Belgesi”ni imzalayarak göreve başlarlar:

            “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına Atatürk inkılâp ve ilkelerine Anayasada ifadesini bulan Türk Milliyetçiliğine sadakatla bağlı kalacağıma……… Namusum ve şerefim üzerine yemin ederim.” (Avukat Şerafettin Gökalp, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu ve İlgili Mevzuat, İst.1989, Sh.13)

            Laik,demokratik Türkiye Cumhuriyeti Devleti vatandaşları da tam ya da az veya çok M. Kemâl’in inançlarından ve fikirlerinden kaynaklanan kanunların zorunlu egemenliğinden ister-istemez paylarına düşeni almaktadırlar!..

 

 

.

.

.

logo
Bugünün ihyasından yarının inşaasına
Bize Ulaşın

0(216) 612 78 22

0(216) 611 04 64

vuslat@vuslatdergisi.com

Ihlamurkuyu Mah. Alemdağ Cad.
Adalet Sok. No:11 P.K 34772
Ümraniye / İstanbul